Ana Sayfa Hesabınız Yazı Ekleyin FAN ART FRP - RPG
J.R.R.Tolkien Kitaplar Galeri Biz Kimiz
Üye ol Üye girişi
Yazı aramak istediğiniz
Sitede 206 ziyaretçi, 0 kullanıcı var.
Oturum Aç
Takma isim

Parola

Henüz bir hesabınız yok mu? Yeni bir tane yaratabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yöneticisi, yorum yönetimi ve kendi adınızla yazı girişi gibi imkanlardan faydalanabileceksiniz.

Seçenekler
· Ana Sayfa
· Yazı Gönderin
· İstatistikler
· Bizi Tanıtın
· Forum
· Yükle
· En iyiler
· Linkler
· Hesabınız

YÜZÜKLERİN EFENDİSİ

J.R.R.Tolkien
Hayatı, eserleri, kronoloji, röportaj, resimler...

Kitaplar
Özetler, kapak örnekleri, incelemeler...

Resim Galerisi
Sanatçılara göre sınıflandırılmış 100'lerce resim...




Önceki Yazılar
Mart 21, 2013 - 08:08:57
· Kızıl Yolculuk (1)

Kasım 07, 2012 - 16:17:32
· Bitmemiş Öyküler Çıktı (10)

Kasım 07, 2012 - 16:00:58
· Rohan ve Türk Benzerliği Üzerine (0)

Kasım 07, 2012 - 15:56:46
· Hobbit Fragmanları (0)

Aralık 21, 2011 - 08:18:56
· Hobbit Trailer (0)

Ekim 10, 2011 - 10:09:41
· Orta Dünya Tarihi: Kayıp Yol ve Diğer Yazılar (2) (0)

Haziran 13, 2011 - 10:37:47
· Orta Dünya Tarihi: Kayıp Yol ve Diğer Yazılar (1) (5)

Haziran 13, 2011 - 10:34:53
· Hobbit Vizyon Tarihleri ve Isimleri Açıklandı! (0)

Haziran 13, 2011 - 10:18:39
· Oyun Fikirleri (2)

Aralık 03, 2010 - 08:08:20
· BBC Tolkien röportajı (0)

Kasım 22, 2010 - 11:15:26
· The Hobbit icin Gazete Ilani (2)

Ekim 22, 2010 - 11:31:19
· Hobbit oyuncuları (10)

Ekim 13, 2010 - 09:27:41
· Yüzüklerin Efendisi'nin Sırrı Ne? (2)

Haziran 02, 2010 - 07:54:36
· HOBBİT TEHLİKEDE (4)

Nisan 06, 2010 - 09:13:39
· Muhiddin-i Arabi'nin Eserleriyle Lotr ve Silmirallion'a Bakın (5)

Nisan 06, 2010 - 09:13:33
· Gölgelerin İçinden (0)

Ocak 19, 2010 - 08:58:13
· Born of Hope. LOTR Fan Filmi (11)

Ocak 08, 2010 - 15:45:13
· Hobbit'le İlgili Bazı Sorular (0)

Ocak 08, 2010 - 15:44:59
· Mucizeler Savaşı (6)

Ocak 08, 2010 - 15:44:38
· LOTR Filmlerindeki Sinir Bozucu Sahneler (18)


Eski Yazılar

Çeviriler: KELEBEKLER GEZEGENİ (Devam)
Yayınlanma tarihi Mayıs 04, 2006 - 11:18:08 Gönderen iarwainbenadar

Editörün Seçimi / Özel Yazılar Bruinenn göndermiş "
Bölüm III’ün devamı + Bölüm IV + Bölüm V

Teşkilat binasından birçok tünel ve dönüştürülmüş atıksu kanalı ayrılıyordu. Düşman bazı çıkışları biliyordu ama hepsini değil.
Dörtlü, sokağa birer dakikalık aralarla ulaşmayı başardı, ancak düşmanın da onları tespit etmesi, birkaç dakikadan fazla almamıştı.
Kaldırımdaki insanları tarayan kimlik teşhis detektörleri, ilk hedefi yakaladı.
“Emniyet ajanı Reed -“ Monitördeki şehir planı üzerinde konumu görünüyordu.
“Emniyet ajanı Judith Chalmers -“
En son Maynard çıkmıştı. Detektörler hemen yakaladı, ancak hakkındaki ayrıntılar eksikti.
“Maynard, Peter. Organizasyon tarafından aranıyor, emniyet teşkilatına sığındı. Kaçak olduğu süreden, ajanlık eğitimi aldığı anlaşılıyor.”
Odadaki adamlar birbirlerine baktılar.
“En iyisi, onu yakalamaya çalışmadan önce ceplerini kontrol edelim.”
Başka bir aygıt devreye sokuldu ve objeye kilitlendi.


“Şahıs plastik bir sigara kutusu taşıyor.” dedi aygıt. “Kutu emniyet ajanlarına verilen ve anında silaha dönüştürülen türden. Gömlek cebindeki dolma kalem, kapağı çıkarılıp fırlatılabilen bir bıçaktır. Mühürlü yüzükte, zehir içeren yaylı bir iğne mevcut.”
“Bunları ondan alamayız. Tecrübesiz olduğunu biliyoruz ama ne kadar hızlı olabileciğini gördük. Önünden geçerken Perry ona bir narko-ok fırlatsın.”
Perry, duvara yaslanmış dişi güzellikleri seyreder görünüyordu.
“Tanımlayın.” dedi.
“Uzun boylu, üzerinde açık renk, yazlık takım elbise var. Siyah saçları taranmamış, göz rengi gri. Yaklaşık otuz saniye içinde önünüzden geçmesi lazım. Öldürmeyin, sadece bayıltın, bize lazım.”
“Tamamdır, ensesine hızlı bir darbe -“
“Yok öyle hızlı bir darbe! Narko-ok kullanın, adam silahlı, onun ajan olduğunu düşünüyoruz.”
“Tamam, tamam daha ne kadar var?”
“Görüş alanınıza girmek üzere. Şu anda tamamen açıkta. Kolları yanlarına sarkmış vaziyette.”
Birkaç saniye sonra aynı ses,
“Hazır ol Perry, adam onbeş adım ötede.”
“Tarifine uyan hiç kimseyi göremiyorum.”
“Gözünüzü açın be adam, sizinle neredeyse aynı hizada. Kahretsin - mavi elbiseli kadının yakınında görmüyor musunuz?”
“Mavi elbiseli kadını görüyorum ama yakınındaki adamın kocaman beyaz bıyıkları var ve yetmiş yaşlarında görünüyor.”

Platformun arkasında nöbet tutan iki düşman ajanı haberleri alıyordu.
“Emniyet ajanları Reed, Saxon ve Chalmers girişlerin arkasında pozisyon aldılar. Konumlarına bakılırsa, daha gelecek olan birine destek vermek ya da kaçış için koruma sağlamak niyetindeler.”
Kısa bir ara oldu. “Saracen sokağındaki adamlarımızın başı şu Maynard’la dertte. Anlaşılan emniyet yeni bir şeyler icat etmiş. Adam belli bir mesafeden görünüyor ama yaklaşırken adamlarımızın önünden sıyrılıp kayboluyor. Endişeleniyoruz.”
Ajanlardan biri ayağa kalktı.
“Ben de öyle.” Usulca platforma çıkıp Supoya’nın kulağına eğildi.
Supoya dinledi, sonra önemsizmiş gibi elini salladı.
“Eğer teşkilat, bizim algılayamayacağımız yeni bir kırılma-alanı icat etmişse bile, bunun bir sınırı olmalı. Görünmez bir adam caddede kenara kaçabilir ama şu kalabalığın içinden geçemez. Tarafsız biri dahi, görünmeyen bir adam tarafından iteklenince sinirlenir.”

Bu arada Maynard da girişe ulaşmıştı. Geldiğini haber vermek için, diğerlerine yeteri kadar yakındı artık. Ağzı kapalı olarak konuşmaya başladı. Eğitimi esnasında öğrendiği en zor şey bu olmuştu. Hiçbiri Maynard’ı tanımadı ama hepsi de sesini duyuyordu. Elinde gevşek bir şekilde katlanmış gazetesiyle Reed, içinde tabanca bulunan bir kutu patlamış mısırıyla Saxon ve üzerinde canlı renklerden oluşan elbisesi, geniş kenarlı şapkası ve elinde güneş şemsiyesiyle Judith.
Maynard, ”Bütün standlar düşmana ait. Dondurma makinasına bakan adama dikkat edin, sizi gözetlemek için burada. Şu güleryüzlü görünen iki polis, başparmakları kemerlerinde, onlar düşmandan maaş alıyorlar ve aynı sebeple buradalar. Ah, evet bir de Meşe ağacının arkasında bir keskin nişancı duruyor.”
Maynard, kalabalığın arasından olay çıkmadan öne geçebilmek için, neredeyse onbeş dakika uğraştı. Yeterince yaklaştığında, açılış seremonisi başlamıştı. Supoya kolunu uzatmış bir halde podyumda duruyordu. Elindeki çek yaz rüzgarında pır pır ediyor, Gazeteciler ve tele-mikrolar olayı kaydediyordu.
“Sayın belediye başkanı, bu çeki size takdim etmek benim için büyük bir şe -“
Tam o anda çekti Maynard tetiği.
Makinalı tüfek en ufak bir ses çıkarmadı, sadece kırmızı bir alev püskürtüyordu. Arasında pozisyon aldığı, iki şişman tarafsız kadın bir şey duymadı. Gözlerini platforma dikmişlerdi.
Siyah noktalardan oluşan bir çizgi, zik zak şeklinde bembeyaz kolalı gömleğine gömüldü. Bir an öylece durdu. Elindeki çek rüzgarla savrulurken, yüzükoyun yere kapaklandı. Belediye başkanı elini göğsüne götürdü ve koltuğuna geri düştü. Sözde makam sahibi üç kişi daha ayağa kalkamadan oldukları yerde yığıldılar. Dördüncüsü, elinde silahla platformdan savruldu.
“Lanet olsun! Neler oluyor yukarda?” Haberleri alan adamlardan biri merdivenlerden yukarı fırladı. Yarı yolda isabet aldı ve boğuk bir çığlık atarak arka üstü devrildi.
Kalabalığın bağrışmaları yeterli bir uyarıydı. Saxon, sahte sigarasını kaldıramadan dondurmacıyı hakladı. Reed, polislerden birini, sonra ötekini vurdu. Aynı anda Judith de şemsiyesini kaldırıp, düğmeye bastı. Meşe ağacı sarsıldı ve yapraklar döküldü. Ağacın gövdesi arkasında duran biri, çığlık atarak otların üzerine yığıldı.
“Üzerinde beyaz puanlı mavi elbisesi olan, yaşlı, isterik bir kadın görünümünde çıkıyorum, beni koruyun!”
O gelinceye kadar beklediler, sonra Saxon paniğe kapılmış kalabalığın arasına, üç adet göz kamaştırıcı bomba attı. Beş dakika boyunca hiç kimse birşey göremeyecekti.
Hep birlikte dolup taşan caddeye koştular. Üç düşman ajanı caddede pozisyon almış beklerken, kaçan üç emniyet ajanını fark ettiler, ancak ateş açmak üzerelerken, suratı kıpkırmızı olmuş, üzeri beyaz puanlı mavi bir elbiseyle gelen, yaşlı bir kadın tarafından vuruldular.

“Başardık!” Reed büyük bir bardak birayı bir dikişte bitirdi ve sırıttı. “Dürüst olmak gerekirse, bunu Maynard başardı.”
“Şüphesiz.” Saxon bir bardak viskiyi tepesine dikti, “Ama bu sefer sinirlerim tamamen boşalmıştı. Bu işten kurtulabileceğimizi asla düşünmemiştim.” Şişeye uzandı. “Peki rapor verirken ne anlatacağız?”
Reed omuz silkti.
“Gerçeği söylemekten başka bir seçeneğimiz yok.”
Asla alkol almayan Judith, süt bardağını masanın üzerine koydu ve düşünceli bir ifadeyle diğerlerine baktı.
“Evet, bu bana iyi geldi. Tükenmiş gibiydim.”
“Hepimizin sinirleri tükenmişti.” Reed, bardağını yeniden doldurdu. “Bu bizim -daha doğrusu Maynard’ ait- yüzyılın en büyük zaferi olmalı. Supoya’yı, bir nevi general seviyesindeki birini ve bütün takımını hakladık. Düşman acayip endişeleniyordur ve üstelik dükkanı, yeni bir lider gelinceye kadar epey demoralize olacaktır. Ayrıca şu an hepsi korku içinde. Düşmanın düşünce sistemine göre, biri olayın sorumluluğunu taşıyor, biri işini iyi yapmadı ve bu biri bunu ödemek zorunda. Önce bir araştırma yapılacak, sonra kelleler uçacaktır. Bütün idari kademeler ve operasyon birimleri temizlenecek, yeni adamlar yerleştirilip, yeniden organize edilecektir. İnfaz birlikleri işlerini bitirinceye kadar, düşmanın üçyüz adamı daha gidecektir.” Reed durdu, sonra Maynard’a baktı. “Teşekkürler Maynard.”
“Bana teşekkür etmeyin, sizin desteğiniz olmadan bu işi yapacak cesareti asla bulamazdım. Öyle terlemiştim ki, sırılsıklam olmuşum."
"Evet." Reed birden bire huzursuzlandı. "Pete, bakın biz sizin arkadaşınız, gerçek arkadaşlarınız, bunu bilmenizi istiyorum.” Tereddüt etti. “Sizi uyarmamak haksızlık olur. Bundan sonra pek rahat bir yaşam süremeyeceksiniz, hayatınız tehlike altında olacak. Bundan sonra hiçbir şehirde, bir aydan fazla kalamayacaksınız. Sizi ordan oraya, başka yerlere, başka kıtalara gönderecekler. Yıldız kolonilerine gidecek ve sonra geri çağırılacaksınız. Hatta medeniyetten birçok ışıkyılı uzakta, yıllarca boş bir kaya kütlesinin yörüngesinde yalnız başına dolanmanız gerekebilir.”
“Tam olarak anlayamadım.”
“Supoya’yı ortadan kaldırdık. Bunu başarmak zorundaydık. Düşman aynı kurallara uyuyor ve infaz birlikleri silahlarını kenara koyduktan sonra, bütün organizasyon peşinize düşecektir. Siz mimlendiniz ve sizi etkisiz hale getirmek zorundalar. Organizasyonun ileri gelen adamları, en iyi suikast birimlerini acımasız bir anlaşmayla devreye sokacaklardır. Başarı için on milyon, başarısızlık halindeyse infaz. Böyle bir hikayede hiçbir şeyden geri durmazlar. Bir tek sizi ortadan kaldırmak için, bu binaya, sınırlı bir atom bombası atmaktan bile kaçınmazlar. Esasen onlar da bu işi daha temiz ve itinalı halletmeyi tercih ederler, ama çaresizlik içindeyken -“ Ofladı ve cümlesinin sonunu getirmedi.

--o0o--

Bölüm IV

Maynard’dan başka üç adam daha vardı küçük odada. Her zamankine göre mesafeli duran Sandling, alanının önde gelen isimlerinden psikiyatrist Stebbing ve uyanık gözlerle bakan, solgun görünüşlü, zayıf yapılı bir adam olan Kingman. Kingman’in uzmanlık alanı belirtilmemişti ama o da uzman olmalıydı.
Arkalarında, özel olarak bu toplantı için bir araya getirildiğini tahmin ettiği birçok elektronik cihaz ve monitör vardı.
Maynard, bir duruşmaya çağrılmış olabileceğine dair iç sıkıntısıyla öne çıktı.
Her şey hazır olduğunda Stebbing, serçe parmağıyla bir tuşa bastı ve kendi sesi konuşmaya başladı.
“Söz konusu şahsın beyin akımlarını inceledik ve şu sonuçlara vardık: Rüya katmanlarında bariz şekilde görünen sapmalar mevcut, ki bu durumdayken belirli bir telepatik bilinç haline girdiğini varsayıyoruz. Ne yazık ki, bu kabiliyeti belirsiz ve kesin değil. Denek, iletişim kabiliyetini kontrol edemiyor. Diğer fonksiyonel beyinlerle kurulan telepatik bağlantılar planlı olmayıp, daha çok tesadüfe dayalı görünüyor. Deneğin beyni, rüya haline girdiği anda, kendine uygun her dalga boyuna reaksiyon gösteriyor. Basitçe açıklayacak olursak, tıpkı eski tip selektörsüz radyolar gibi.” Cihazdan gelen ses sustu.
Kingman öne eğildi.
“Bay Maynard, teşkilatımız için büyük bir hizmette bulundunuz, ama şu anda, aygıtlarımızdan kapsamlı ölçüm sonuçları alabilmek için, size şüpheli muamelesi yapmak zorundayız.” Sözlerine ara verdi. Doğru kelimeleri bulmak ister gibi bir hali vardı. “Size bir mensubumuz gibi değil, katı bir sorgulamayla, ağzından tüm bilgileri koparmaya çalıştığımız yabancı bir düşman gibi davranmak zorundayız. İlaç kullanamayız çünkü ölçüm sonuçlarını saptırabilir. O yüzden sizi sorgulamak zorundayız ve doğru sonuçlara varabilmemiz için, sizin de sorularımıza açık bir şekilde cevap vermeniz gerekiyor. Bunu yapıp yapmadığınız zaten hemen belli olur. İyi anladınız mı?”
“Evet.”
“Tamam. Öyleyse sorularımıza geçiyoruz. Lia kimdir?
“Bunu bilmiyorum.”
“Ama yine de rüyalarınızda sık sık konuşuyorsunuz - bütün rüyalarınızın gözetlendiğini hatırlatırım.”
“Evet.”
“Rüyadayken ona karşı duygusal bir yakınlık geliştiriyorsunuz öyle değil mi?”
“Bazen onu rüyamda görmeyi umuyorum. Evet.”
“Nasıl bir görünüme sahip?”
“Bunu bilmiyorum.”
“Nerede bulunduğunu biliyor musunuz?”
“Hayır, ama bunun üzerinde yoğunlaşırsam tespit edebileceğimi sanıyorum.”
“Rüyalarınızda başka kimlerle temasa geçiyorsunuz?”
“Hiç kimseyle.”
“Bu doğru değil. Elimizdeki veriler böyle söylemiyor.”
“Ben temasa geçmiyorum, sadece dinliyorum.”
“Peki, neler duyuyorsunuz?”
“Çok anlamlı şeyler değil.” Karanlıkta duyduğu konuşmaları anlattı.
“Ve ‘kendi dış dünyasını bilinç dışı etkilemek’ ifadesi sizin için bir anlam içermiyor öyle mi?”
“Hiçbir şekilde.”
“Peki, rüya görürken size anlamlı gelmiş olabilir mi Bay Maynard?”
“Evet, o zaman çok mantıklı bulmuştum.”
“Ah!” Kingman ellerini birleştirdi ve belirsizce gülümsedi. “Bay Maynard, daha dün uzmanlarımızın gözü önünde yeni keşfettiğiniz yeteneğinizi sergilemek üzere, tam altı defa dış görünüşünüzü değiştirdiniz. Üstelik bunu, kısa süre önce düşmana karşı yapılan başarılı operasyonda da en az ondokuz defa tekrarladığınız biliniyor. İncelemelerimiz sonucunda bunun tamamen hipnoza dayalı bir yetenek olduğunu biliyoruz. Bunu nasıl yapıyorsunuz?”
“Bilmiyorum, sadece yoğun bir şekilde nasıl görünmek istediğimi düşünüyorum ve insanlar da beni öyle görüyorlar.”
“Aha!” Yine gülümsedi, “Demek bu yeteneğinize bir isim koyamıyor ya da onu tanımlayamıyorsunuz.”
“Hayır.”
“Hayır!?... Doğrusu bunu biraz tuhaf buluyoruz Bay Maynard, çünki bizler bu sıradışı yeteneğinizin, bal gibi de, kendi dış dünyasını etkileme yeteneği olarak tanımlanabileceğini düşünüyoruz.”
Maynard, mide boşluğunda bir soğukluk hissetti. Burada oyun oynanmıyordu! Öylesine söylenmiş gibi görünen ‘yabancı düşman’ ifadesi kasıtlı düşmüştü.
Sorgulama grubunun arkasındaki aygıtlardan, peş peşe bip sesleri çıkmaya başladı.
Sandling ayağa kalkıp, ekrandaki verilere göz attı.
“Duygusal yüklenme. Denek, maksadımızı anladı ve korkuyor.”
Kingman ince ince sırıttı ama özür dilemedi.
“Eğer akıllıysanız Bay Maynard, şimdiye kadar yaptığınız gibi sorularımıza doğru cevap verirsiniz. Eğer öyle yapmazsanız size baskı uygulamak zorunda kalırız.”
Konuşmasına ara verip, bardağından bir yudum su içti. “Şimdi de, bize katılmadan önce gördüğünüz rüyalar hakkında bilgi almak istiyoruz. Geçmişinizi iyice araştırdık Bay Maynard ve herhangi bir sapmaya işaret edecek hiçbir şey bulamadık. Buradan da, daha önceki rüyalarınızda kimseyle temasa geçememiş olduğunuz sonucuna varıyoruz.”
“Temasa geçmek mi?”
“Evet, temasa geçmek. Bana öyle masum masum bakmayın lütfen. İnsan türünden olmayan zeki bir yaratık ya da yaratıklar grubuyla iletişim içindesiniz.”
“Ne!” Bu sözler Maynard’da şok etkisi yaptı. “Bu lanet olası bir yalandan başka bir şey değil.” Öfkeyle yerinden kalktı. “Tahmin yürütüyor, karanlıkta dolanıyorsunuz, bunun için en ufak bir kanıtınız yok.”
“Oturun yerinize!” Bir güç, koltuğa geri oturması için zorladı. Ve birden soru bombardımanına tuttular. Adamlar gözlerini ayırmış, bağırarak üzerine geliyorlardı.
“Sizi gerçeği söylemeye davet ediyorum. Siz, yabancı bir yaşam formuyla anlaşmaya girdiniz.”
“Hayır, hayır - ben - “
“Bunun karşılığında size ne teklif ettiler?”
“Hiçbir şey -“
“Ne demek hiçbir şey? Dış görünüşünüzü değiştirebilme kabiliyeti hiçbir şey değil midir sizce?”
“Rüyalarınızın hepsini hatırlıyor musunuz?”
“Tabii ki hayır.”
“O zaman anlaşma yapılıp, arkasından da buna ait bilgiler hafızanızdan silinmiş olabilir - öyle değil mi?”
“Böyle bir soruyu nasıl cevaplamamı bekliyorsunuz?”
“Sizin başka bir zeki varlık adına ajanlık yaptığınızı iddia ediyorum.”
“Hayır.”
“Peki, bu dünyanın savunma teşkilatına katılmanız bir tesadüf müydü? Rüya halindeyken rapor veriyorsunuz, öyle değil mi?”
“Hayır.”
“Cisterin hakkında verdiğiniz bilgiler ve düşmanla başarılı geçen çarpışmanız güvenimizi kazanmak içindi.”
“Hayır, lanet olsun hayır.”
“Hayır deyip durmayın Maynard, bunun tersini kanıtlayamazsınız.”
“Sizin de hiçbir kanıtınız yok.”
“Bizim sizden şüphelenmek için elimizde yeterli veriler var. Normal insanlar, ne böyle rüyalar görür, ne de en zor durumlarda bile düşmanı tanıma yetisi geliştirirler.”
“Siz casussunuz!“
“Hala bir insan olduğunuza dair deliliniz var mı?”
“İnsan olduğunuzu ispatlayabilir misiniz?”
“Konuşun Maynard, hemen konuşun ve bizi ilaç kullanmak ya da baskı yapmak zorunda bırakmayın. Size, hevesli küçük bir çocuk gibi tüm gerçekleri söyletmeyi biliriz.”
Maynard’ın kafasını kızıl bir sis gibi sarmalayan öfke ve haksızlığa uğramışlık duygusu bir anda dağılmaya başladı. Kendini tuhaf bir şekilde halsiz hissediyordu ama aynı anda içinde çelik gibi bir sükunet yayıldı.
“Pekala konuşacağım - ama şartlarım var.”
“Siz bize şart koşamazsınız, Maynard.”
“Bana gözdağı vermeye çalışmaktan vazgeçin Kingman. Aklı başında adamlarla uğraştığımı düşünmüştüm. Önce şartlarımın ne olduğunu dinleyin.”
Kan beynine fırladı Kingman’in.
“Bu ne cüret! Bizi ne sanıyorsunuz?”
“Sonuç almaya çalışıyoruz, öyle değil mi?” Sandling’in sesi sert ve kesin çıkmıştı. “Evet, Maynard?”
“Reed’in burada olmasını istiyorum. Şu ana kadar konuşulmuş olan her şeyi öğrensin, ondan sonra istiyorsanız sorgulamaya devam edersiniz.”
Sandling gözlerini kıstı.
“İlginç bir şart. Reed’in size yardıma koşacağını mı sanıyorsunuz? Unutun bunu. Böyle birşeyin iması dahi olsun, sizi anında vurur, ben istediğim takdirde.”
“O zaman isteğimi geri çevirmek için bir nedeniniz yok.” diye tespit etti Maynard.
Sandling, çatık kaşlar ve tereddütle baktı, sonra başını salladı.
“Pekala, bundan hoşlandığımı söyleyemem ama red etmek için bir vesile göremiyorum.”

Reed kayıtları ifadesizce dinledi, omuzlarını silkti ama bir yorumda bulunmadı. Maynard’a bakmaktan kaçınıyordu. Duvara yaslanıp gözlerini tavana dikti.
“Evet, artık konuşun lütfen.”
Yeniden sorgulamaya başladılar, ama bu sefer konuya başka bir yönden yaklaşıyorlardı. Cihaz ve monitörleri kontrol ettiler ancak çıkan ölçüm sonuçlarından tatmin olmamışlardı.
“Son operasyonda, düşmanı tanıyabildiğiniz için başarılı olmuştunuz. Onları size kim gösterdi?”
“Hiç kimse.”
“Ama ben, sizin temas halinde olduğunuz şu dünya dışı zeki varlıkların, sizi telepatik yoldan uyardığını iddia ediyorum.”
“Hayır.”
“Öyleyse onları nasıl tanıyabildiniz?”
“Onlar farklı görünüyorlardı.”
“Bu çok belirsiz bir ifade. Nasıl farklı görünüyorlardı?”
“Bir şekilde çarpık ve insani olmayan bir görünümde.”
“Ne bakımdan insani olmayan?” O ana kadar fazla soru sormamış olan psikiyatrist, hemen öne eğildi.
Maynard, derin bir nefes aldı. Yaşamının, vereceği cevabın biçimine bağlı olduğunu biliyordu.
“Aynı hayvanlar gibi.”
“Bu hala çok belirsiz.”
“Üzgünüm, o zaman size ayrıntılı bir tarif vermem gerekecek.”
Bir an için Kingman’in gözlerine kızgınlıkla, dik dik baktı.
“Sorduğunuz sorular bana oldukça kişisel gibi geldi, öyleyse ben de üzerime alınacağım.”
“Öyle yapın.” diye hırladı Kingman Maynard’a.
“Benim de niyetim bu.”
“Konuşmanıza dikkat edin!” Sandling, aralarındaki kişisel düşmanlığı fark etmişti.
“Tabi.” Maynard, ciddi bir yüz ifadesiyle anlatmaya başladı. “Onların çok geniş ve yassı burunları var. Köpek dişleri belirgin olmakla kalmayıp, alt dudaklarını aşağı itiyorlar. Tırnakları aşırı derece uzun, ayrıca kaba, kahverengi bir kürk ellerinin üzerini örtüyor.”
“Düşmanın tüm adamlarını böyle mi gördünüz?” Psikiyatrist, etkilenmişti.
“Hayır, değişiyorlardı.” Rahat bir şekilde geri yaslandı. “Yalnızca Bay Kingman öyle görünüyor, ama aramızda bulunanlardan da yalnızca Bay Kingman düşman ajanı.”
“Bu ne rezalet!” Kingman hışımla ayağa kalktı. Rengi benzi atmıştı. “Bu, bu... Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz, beni nasıl suçlarsınız? Sizi lanet olası...”
“Oturun!” Reed’in sesi sakin ve ifadesizdi. “Oturun dedim. Silahımı sırtınıza doğrulttum.”
Kingman, yavaşça oturdu. Nefes nefeseydi ve başının sol tarafında mavi bir damar kabarmış, nabzı atıyordu.
“Üzgünüm efendim.” Reed, Sandling’e dönmüştü. “Maynard işin içinden sıyrılmak için blöf yapıyor olabilir ama bu riski göze alamayız, öyle değil mi?”
“Hayır, hayır.” Sandling’in yüzü bembeyaz olmuştu. Elini salladı sinirli sinirli. “Haklısınız Reed, çok haklısınız.” Öfkeyle Maynard’a baktı. “Pekala, bunu nasıl kanıtlayacağız?”
Maynard, omuzlarını kaldırdı.
“Bilgiçlik taslamak istemem ama bu çok basit. Bütün bu cihazlar, cevaplarımı inceledi ve ‘doğru’ ya da ‘yanlış’ olarak tanımladı. Yani Kingman’in inkar etmesi yeterli. Bir soru, bir cevap.”
Sandling, kızgın bir bakış fırlattı Maynard’a. Bunu kendisi de düşünebilirdi.
Kingman, yerinden kalktı.
“Bunu kabul edemem. Suçlanan kişi tarafından sorgulanmayı red ediyorum. Böyle bir şey daha önce ne duyulmuş, ne görülmüş. Ben yıllardır bu teşkilatın mensubuyum ve daha iki ay önce yeniden tetkik edildim.”
Reed, birden arkasındaydı ve silahını ensesine dayadı.
“O zaman korkacak bir şeyiniz yok, öyle değil mi?” dedi sessizce.
Psikiyatrist ayağa kalktı ve cihazlardan birini ayarladı.
“Mantıklı bir istek, Bay Kingman. Sadece evet ya da hayır demeniz yeterli. Lütfen şimdi bana söyleyin, düşman için mi çalışıyorsunuz, evet veya hayır?”
Kingman öfkeyle tısladı, “Hayır, hayır, hayır ve siz de bunu gayet iyi biliyorsunuz.”
“Çok iyi,” dedi psikiyatrist. Şalteri hareket ettirirken yüzünde hiçbir ifade yoktu. “Bunu şimdi göreceğiz.”
Cihaz konuşmaya başladı. Makinadan çıkan cansız ses, küçük odada olağan dışı yüksek çıkıyordu.
“Sorgulananın cevabı analiz edildi. Tüm yalanlamalar abartılı olup, sesinde korku izleri tespit edilmiştir. Ayrıca ses tonundaki hiddet ve infial, sahte olarak sınıflandırılmıştır. Red eden cevabı, bu nedenle yanlış olarak tanımlanmak durumundadır. Sorgulanan gerçeği söylememiştir. Hatta, gerçeği kendi gördüğü şekliyle dahi söylememiştir. Söz konusu olan, bir savunma yalanıdır.”
Sandling döndü. Yuvarlak yüzü taş kesilmiş, bakışları buz gibiydi.
“Çıkarın onu buradan.”
İki adam gelip, Kingman’i dışarı çıkarıncaya kadar bekledi, sonra Maynard’a baktı.
“Üzgünüm, bu henüz bir şey kanıtlamıyor. Sayenizde bir casusdan kurtulduk ama bu durum masumiyetinizi kanıtlamaz. Tersine, normal insanlarda bulunmayan yeteneklere sahip olduğunuzu gösterir ve sorun şu ki, bu yetenekleri nasıl elde ettiniz?”
İç geçirip cihazlara yaklaştı. “Bizi endişelendiren, doğruyu söylüyor olmanız, ancak bu da bir şey ıspatlamaz. Mantıklı bir insan olarak, siz de kabul etmelisiniz ki, rüya halindeyken bilinçaltınıza girip, dünya dışı zeki bir varlıkla anlaşma yapmaya zorlanmış ya da hipnotize edilmiş olabilirsiniz, hem de bundan bilinç seviyesinde haberdar olmadan. Üstelik bizim için yalnızca bir güvenlik riski değil, aynı zamanda da tehlikeli mal haline geldiniz. Önümüzdeki aylarda, bir tek sizi korumak için yüzlerce insan hayatı riske edecek ve hiç şüphesiz kaybedeceğiz. Hayatınızı korumak bize milyonlara mal olacak ve bütün bunlar, haberi bile olmadan -sizin bilinçli düzeyde masumiyetinize inanmaya hazırım- dünyadışı gizli bir örgüte hizmet eden bir adam için.”
Odanın öbür ucuna gitti ve kendini koltuğun üzerine bıraktı. “Her zaman adil bir insan olduğuma inanmışımdır, kendime ve diğer insanlara karşı dürüst. Herhangi bir öneriniz var mı, yani kendi görüşünüze göre bize ve kendinize yardımcı olabilecek bir şey?”
Maynard, mide boşluğunu cendere gibi sıkan çaresizlik duygusunu yeniden hissetti.
“İki tane önerim var. Psikiyatrik bandları ana bilgisayara incelettirin ve benimkine benzer sapmalar gösteren başka kimse olup olmadığını öğrenin.”
“Tamam.”
“İkincisi, bana birkaç gün kendi içime dönüp, düşünmem için izin verin.”
“Ona da tamam. Ama sizi uyarmalıyım Maynard. Sonuçlar pozitif çıksa bile güçlü delillere ihtiyacım var. Birincisi, sizin türünüzde binlerce norm sapması bulsak dahi bu bize bir şey kanıtlamaz. Tersine bu durumda kendimi şimdiye kadar olduğu gibi bir değil, binlerce dünyadışı ajanla karşı karşıya görmem daha akla yatkın olacaktır. İkincisi, rüya halinde aldığınız tüm bilgilere şüpheyle yaklaşmak zorundayız.”
Konuşmasına ara verdi ve sinirli bir şekilde elini salladı. “Hareket serbestinizi kısıtlamak zorundayım. Şu andan itibaren oda hapsindesiniz.”

Rüya görüyordu ve rüyasında aynı kadın Maynard’a sesleniyordu ama Maynard onu göremiyordu.
“Zavallı Pete, şu anda her şey çok zor ama uzun sürmeyecek.”
“Neredesiniz Lia?”
“Kelimelerle söyleyemem, ama size şehri kuş bakışı gösterebilirim. Görüntüyü lütfen aklınızda tutun.”
“Neden söylemek istemiyorsunuz?”
“Dinliyorlar canım, tüm rüyalarınız dinleniyor ama görüntüleri kaydedemezler.”
Sesi ve şehrin görüntüsü, daha sonra solup uzaklaştı.
Şimdi başka bir rüyadaydı. Görünmeyen eller onu havaya kaldırıp, dikkatlice ayaklarının üstüne bırakmışlardı sanki. Sert bir rüzgar yüzüne çarpıyor, güneşin tenini yaktığını hissediyordu. Rüzgar, beraberinde kokular taşıyordu, yabancı ama tuhaf bir şekilde tanıdık kokular. Çürüyen bitkilerin, -yoksa çiçeklerin kokuları mıydı? Rüzgar bazen başka yönlerden esiyor ve yeni, hatta bilindik kokular getiriyordu -iyot muydu bu? Küçük bir oğlanken duymuştu bu kokuyu. Islak taşların üzerinde ıslak alglerin, ıslak kumun, gelgit olayının geride bıraktığı kokular. Deniz!
Rüyasında gözlerini açtı ve artık Maynard değildi. O Hollis idi, Boyd Hollis, ve Boyd Hollis organizasyona bağlıydı. Eskiden ölçüm pilotuydu, ancak karlı kaçakçılık işleri için ortaya çıkan fırsatlar oldukça cazip gelmişti. Mesleği gereği gittiği bazı gezegenler, geride bırakılamayacak kadar kıymetli mineraller ve yeraltı hazineleriyle doluydu.
Ve sonra kaçınılmaz olan gerçekleşti. İllegal mallarını satabileceği bir tek yer vardı, o da organizasyondan başkası değildi. Organizasyon bağımsız çalışanlar istemiyordu ve böylece kısa ama acılı bir kabul töreninden sonra organizasyonun kanatları altına alındı.
Bir süre sonra ölçüm dairesi yaptıklarının farkına varınca, onursuzca işten çıkarıldı.
Durumu iyileşmişti. Organizasyon, daha iyi bir uzay gemisi vermiş, daha fazla para ödüyordu, ayrıca mesleği çok yönlü olmuştu. Hazine avcılığı, kaçakçılık ve şüpheli mal ve uyuşturucu teslimatçılığı yapıyordu. Ölçüm ve keşif işleri artık yan işti. Zengin madenlere sahip görünen bir gezegen ya da planetoid bulduğunda organizasyona haber vermesi yeterliydi. Gerisiyle onlar ilgileniyordu. Yaptığı keşfin kazançlı olduğu anlaşıldığında, gelirinin yanı sıra kardan da pay alıyordu.
Hollis, Samanyolu’nun dışarsında çalışmaya alışkındı ve kolonilerin madde göndericilerinden hoşlanmıyordu. Bir adam, böyle bir yerde, içindeki tertibatın arada sorun çıkardığı bir hiper-uzay gemisinde, kendini kanıtlayabilmeliydi. Tıpkı şimdi bilgisayarın arızalanıp, hatalı veriler çıkardığı zaman ki gibi. Bu yüzden rotalarından yaklaşık yedi ışık yılı sapmış ve yıldız haritalarında yer almayan bir güneş sisteminin yakınına düşmüşlerdi.
Yıllar boyu edindiği tecrübeler, “E” tipi gezegenlere şüpheyle yaklaşmayı öğretmişti. En hassas aygıtların bile tespit edemediği çok şey vardı. Aygıtlar havayı teneffüs edilebilir, bakteri ve radyasyon mevcudiyetini ise negatif olarak sınıflandırabilirdi, ancak gemiden inildiğinde, bataklık, sis ve kötü kokulardan oluşan bir alanda dolaşan, apartman sitesi büyüklüğünde canlılarla karşılaşılaşma ihtimali vardı.
Diğer bir tip gezegense, gelen bilgisayar verilerine göre toz pembe bir imaj çizen, ancak sonraları, rüzgarın sakin günlerde saatte yüzseksen kilometre hızla estiği anlaşılan türden çıkabiliyordu. Taş, kum, çer çöp ve mevcut tüm çöller bu rüzgarla birlikte, üstelik denizlerin yarısıyla beraber havada uçuyor olabiliyordu.
Ancak şimdi bulduğu gezegen piyangodan çıkmış gibiydi. Bunu kemiklerinde hissediyordu. Yer altı zenginlikleri olmasa da, kolonizasyon imkanları sağlayabilirdi ve organizasyon bu imkanları etraflıca değerlendirecekti. On yıl içinde organizasyon -ya da tarafsızların kullanımı için ticaret dünyası- bu gezegeni büyük kazançlar sağlayacak bir tatil cennetine çevirebilirdi. Düşük otel fiyatları ama yüksek yemek ücretleri, çok eski bir hile. Yabancı bir gezegendeki lüks bir otel için, günlük yalnızca yedi para birimi! Aptallar sürüler halinde düşüyorlardı bu tuzağa ve altı üstü bir fincan kahve için neredeyse aynı miktarı ödemek zorunda kalınca akılları başlarına geliyordu.
Hollis başparmaklarını kemerine geçirdi ve tekrar etrafına bakındı. Yüksekte, düz bir kayanın üzerinde duruyordu. Mavi-yeşil parlayan güneşin ışınları yüzünü yakıyor ama rahatsız etmiyordu. Arkasında duran uzay gemisinin, bulunduğu yere uymayan hantal siyah kütlesi, güneşten pişmiş çıplak bir kayanın üzerinde duruyordu. Hemen önünde bir orman uzanıyordu, ama bu, dev ağaçlardan, bataklıklardan ve birbirine dolanan liyanlardan oluşan bir tropik orman değildi. Bir minyatür ormandı. Bulunduğu yerden yassı ve neredeyse pürüzsüz görünüyordu, ancak yüksekliği orta boy bir adamın iki katı kadardı.
Orman yeşil değil, altın rengiydi, pastelimsi altın, tıpkı Dünya’da yetişen altın kına ağacı gibi. Yaprakları güneşin altında göz kamaştırıcı pırıltılar saçıyordu. Her yer ormanlık değildi. Ufka doğru orman biterken, Hollis’in hayatında gördüğü en etkileyici ve dehşet uyandıran sıra dağlar başlıyordu.
Bu dağlar volkanik olmalıydı, ancak biçimleri inanılmazdı. Gelişigüzel birbiri üzerine yığılmış devasa kaya kütleleri, aniden ortaya çıkan fırtına bulutları gibi göğe yükseliyordu. Üzeri çatlaklarla kaplı, orada burada çıkıntılar oluşturan kahverengi kayalar, sanki biri Dünya’daki tüm katedrallerin kulelerini sökmüş, doğumgünü pastasındaki mumlar gibi, çıplak kayaların üzerine yerleştirmişti.
Rüzgar yön değiştirdi ve yeniden iyot kokusu geldi burnuna. Sağına döndü. Geniş bir koy ve devamında denizi çevreleyen gümüş bir sahil uzanıyordu. Dünya’daki hiçbir denize benzemeyen, tarifsiz, zümrüt yeşili bir deniz. Gel git olayı yoktu anlaşılan. Ama dalgalar güneşin altında dans ediyor, zaman zaman da pırlantalar saçan minik fıskiyeler sıçratıyordu havaya. Hollis bunları seyrederken -ki hiç de hayal gücü olan bir insan sayılmazdı- gözünde deniz kızları ve efsanevi limanlara doğru yelken açmış, masalsı gemiler canlandırabiliyordu.
Bütün bu yerin yalnızca bir tuhaflığı var, diye düşündü, büyük hayvanlar yoktu. Taşların üzerinde koşuşturan, soluk renkli, yakut kırmızısı gözleri olan küçük canlılar görmüştü ama büyük hayvanlar yoktu. Uzaklarda kuş olabilecek uçan yaratıklar fark etti, ancak aslan, kaplan, at veya koyun gibi hayvanlar göremedi. Görebildikleri en iri hayvan, yaklaştıklarında zıplayarak minyatür ormana kaçan, tavşan büyüklüğünde, altı bacaklı, kahverengi yaratıklardı.
Bunun yerine dikkatini çeken başka bir garip yaratık oldu. Zaman zaman ağaçların üzerinde yükselen, kanatları yırtık pırtık kartal büyüklüğünde bir hayvandı. Çoğunlukla hantal bir şekilde kanat çırparak en yüksek dalların hemen üzerinde duruyor, sonra aniden pike yapıp, gözden kayboluyordu.
Hollis, bir an için kaşlarını cattı. Bu çok ilginçti, hiç hayvan yok. Beş kişilik ekibiyle gelir gelmez radarla etrafı taramışlardı ama hiçbir şey bulamamışlardı.
Omuzlarını silkti, her dünya farklıydı. Gelişimin belirli bir plana uyması gerektiğine dair bir yasa yoktu. Bu gezegen iyiydi, yaşlılığında buraya yerleşmemesi için hiçbir neden yoktu. Organizasyon bunu onaylardı; mutlak hakimiyetinin bulunduğu bir yere yerleşilmesine bir diyeceği olmazdı. Ancak biri tesadüfen ya da bilerek önemli bilgileri ağzından kaçırabileceği yerlere çekilmek için ısrar ederse, organizasyon buna itiraz etmez ama dikkafalıyı, derhal ve kesin olarak emekliye ayırırdı.

Maynard, birden yine kendiydi ve hala rüyada olduğunun ayrımındaydı. Bu sefer hiçbir şey görmüyor, duymuyor ama algılıyordu.
Rüyada bile çok tuhaf bir duyguydu bu. Göremediği halde arkasında birilerinin durduğunu bilmek, varlıklarını hissetmek gibi bir şeydi. Bu bilgiydi, ama kafasında değerlendirebildiği kadarıyla, kendisine bildirilen bir bilgi değil, sanki her zaman var olmuş, hep orada durmakta olan bir bilgiydi ve o biliyordu - o biliyordu!
Aniden soldu rüyası ve biri tarafından sarsıldığı bilincine uyandı.
“Uyanın, Sandling sizi görmek istiyor.” Reed idi.
“Tamam, hemen üstümü giyineyim. Hazırım.”
“İyi, hadi çabuk.” Reed arkasını döndü ve o anda Maynard vurdu. Yumruğunu sağ taraftaki sinir merkezine denk getirmişti, tıpkı öğrendiği gibi.
--o0o—

Bölüm V

“Bay Reed girdi, Bay Maynard çıktı.” Nöbetçinin yüzünde kızgınlıkla karışık bir şaşkınlık ifadesi vardı.
“Tamam tamam gidebilirsiniz.” Sandling arkasından öfkeyle baktı ve söylendi. “Tam da burnumuzun dibinde.” Sesi kızgın ve hayalkırıklığına uğramış gibi çıkıyordu. “Biliyor musunuz Reed, işte bu bizim zayıf noktamızı gösteriyor. Bu kadar çok lanet olası akıllı ve olağanüstü hassas aygıtımız var ama hiç biri insanlar dışarı çıkarken kontrol etmiyor.”
“Kim düşünebilirdi ki dışarı çıkacak kadar aptal olacağını.” Reed ağrıyan yerini parmak uçlarıyla yavaşça ovdu. “Tanrım, amma kötü vurdu.”
“Hiç önemli değil, yazılı olarak özür diledi ya.” Sandling patlamak üzereydi. “Buna bile vakit bulmuş, elini kolunu sallaya sallaya çıkmadan önce.”
“Evet, evet bunu yapmayı ihmal etmemiş.” Pencereye yaklaşıp, aşağıdaki caddeye baktı. “Aşağıda ne kadar hayatta kalabileceğini sanıyorsunuz?”
Sandling, kendini toparladı ve başını salladı.
“Normal bir insan belki on dakika, ama Maynard’a sahip olduğu yetenekleriyle üç saat verebilirim. Onu fark ettikleri anda bölgeyi en az on adam derinliğinde bir gangster kordonuyla çevreleyeceklerdir.”
“Belki, belki de değil. Körü körüne ortalıkta koşturursa, yarım saatten fazla kaçamaz ama belki de bir hedefi vardır.”
Sandling alnını kırıştırdı, sonra gözleri faltaşı gibi açıldı.
“Rüyasındaki kız, Lia -neydi adı? Ah evet Sternway.”
“Onun var olduğuna inanıyor musunuz?”
“Cisterin’deki genç adam, Matt Kern, o inanıyordu. İsmi ana bilgisayara vereceğim, o bulsun. Dünya endeksinde bir yerde kayıtlı olmalı mutlaka.”

Maynard binayı fark edilmeden ve tanınmadan terketti. Elinde gazetesiyle yoluna çıkan yarı maymun tipli biri ona bakmadı bile. Beşinci sınıf işine gitmek üzere olan sefil bir tarafsızdı.
Maynard, nereye gitmek istediğini iyi biliyordu, problem nasıl gideceği idi. Düşman ulaşım sistemini kontrol altında tutuyordu. Taksi ve uçaklar tüm yolcuları kontrol ediyordu. Öyle bir taşıta bindiği anda tele-gözler onu tanıyacak ve kapıları kilitleyip, alarm verecekti. Aynı tehlike umumi taşıtlarda da söz konusuydu. Metro ve tren istasyonları uzaktan kumandalı kameralarla gözetleniyordu. Kameraların bağlı olduğu tanı bandlarına görüntüsü ulaştığı anda, aletler çıldırmalıydı.
Bir tek yol var, diye düşündü acı acı, onlara karşı koyamıyorsan katılacaksın. Ancak gerçekte öyle bir niyeti yoktu, yalnızca kanunları kendine göre biraz eğip bükecekti.
Bir yer altı oto parkına girdi ve etrafına baktı. Özellikle tarafsız olduğu bilinen, içinde tele-gözlerin bulunmadığı tanınmış bir alış veriş merkezini seçmişti. İşletme tabi ki yüksek miktarlarda haraç ödüyordu, ama tarafsız kalmaya devam ediyordu. Bu durumu koruyabilmek için yaşlanmış bir gangsteri bekçi olarak işe almak zorundalardı. Bu da bütün şehirde yaygın olan küçük şantaj işlerinden biriydi. Aklı olan, aracını bırakırken bekçiye cömert bir bahşiş verirdi. Bu çok gerekli nezaketi göstermeyen akılsız kişiyse, geri döndüğünde arabasını çizilmiş ya da arkası içine göçmüş vaziyette bulabilirdi.
Tabi ki hiç kimse bundan sorumlu olmazdı.
“Ben her an burada durmuyorum ki, efendim, benim de arada bir yemek yemem lazım.”
Ve akılsız kişi çabuk öğreniyordu.
Bekçi sallana sallana geldi. Bazen işi iyi kıvırırsa iki kere alırdı. Ama bu sefer tam sinir merkezinin üzerine bir tane aldı ve olduğu yere yığıldı.
Maynard, baygın adamı bir köşeye sürükleyip, uygun bir araba seçti. Boşuna teknisyen değildi. Arabanın alarm sistemini devre dışı bırakıp, direksiyon kilidini çözmesi iki dakikasını almıştı.
Parmağıyla starta dokunur dokunmaz, araç enerji yastıklarının üzerinde yükselip, hızlandırıcıya basılmak üzere hazır konuma geldi.
Tam da ana caddenin trafiğine katılırken, kalabalığı tarayan otomatik tanı cihazına yakalanması talihsizlikti. Kamera sadece bir resim çekebilmişti. Maynard’ın şansına ikinci görüntüsü yakalanmadan görüş alanından çıktı ama bir tanesi de yeterdi.
“Alarm, aranan biri, öncelikli!”
Organizasyon, resme baktı.
“Bir tek bu resim mi var?”
“Evet bir tek bu. Yer aracıyla gittiğini tespit edebildik. Bilgisayar kamerası yüzünü camdan yakalamış ama aracın ne modelini ne de rengini biliyoruz. Üstelik nereye gittiği de belli değil.”
Ama buna hayıflanmadılar, çünki böyle durumlar için uyguladıkları etkili yöntemler vardı.
“Emniyet teşkilatına ait bilinen araçların yerlerini tespit edin...”
“Tüm kimlik teşhis detektörlerini devreye sokun...”
“Çevre kentleri haberdar edin...”
“Tüm devriye arabalarının, bölgedeki bütün sokak ve caddeleri aramalarını istiyorum, anlaşıldı mı?”
“Çalıntı araçlar kontrol edilsin...”
“Pilotlar alarma geçirilsin, elimizdeki tüm cihazlar devreye girsin.”

Maynard, aldığı eğitim sayesinde, olabilecek her şey hakkında bilgi sahibiydi ve buna göre davranıyordu. Görüntüsünü yakaladıklarını bilmiyordu, ama en büyük risk buydu ve o da bu durum gerçekleşmiş gibi hareket ediyordu.
Kenar mahalleleri arkada bırakır bırakmaz hız şeridine geçti. Önce ekspres düğmesine, ardından da pedale bastı. Oldukça pahalı, neredeyse yepyeni ve son derece hızlı bir araçtı. Yeterli olduğuna karar verinceye kadar saatte dokuzyüz kilometreye ulaşmıştı ve yüz kilometre daha çıkacak kapasitedeydi. Ana arterlerden geçen stabilisatör akımları aracın etrafında, rüzgar direncini kıran ve diğer yüksek hız araçlarıyla çarpışmaları önleyen bir güç alanı oluşturuyordu.
On dakika sonra aracı, tarafsız bir dinlenme tesisinin park yerine sürdü ve en arkadaki sıraya bırakıp ortadan kayboldu.
Kelimenin tam manasıyla ortadan kaybolmamıştı. Bu bölgeye eskiden kırlık bölge denirdi ama şimdi elde kalan diğer boş yerler gibi tabiat koruma alanı deniyordu. Burada arazi biçimsiz ve toprak humus yönünden fakirdi. Tabiat, burada gelişigüzel gelişerek, neşeli bir keşmekeş oluşturmuştu. Kurumuş ağaçların dalları birbirine girmiş, içinde sayısız böceğin vızıldadığı ot ve çalılık adam boyuna ulaşmıştı.

Aracını, bıraktıktan onbeş dakika sonra bulmaları, organizasyonun ne kadar etkin çalıştığının kanıtıydı.
“İşte bu kadar basit, adam kaçtı.”
“Bunu anlamak kolaya ama onu bulmak o kadar kolay olmayacak. Şu karmaşaya bakın, bütün bunlar cihazlarımızı bloke edecek.”
“Er ya da geç tekrar çıkmak zorunda, öyle değil mi?”
“Elbette, ama bu bölge Norristown ve Granton’a kadar uzanıyor. İkisinden birine gidiyor olmalı ve yürüyerek altı saatte ulaşabilir.”
“O zamana kadar onu bulmuş oluruz.”
“Bu ormanın içinden aygıtlarımızı taşıyamayız, yukardan da görülmesine imkan yok. Acayip çok adam lazım.”
Toparladılar. Bir saat içersinde birçok uçuş aracı yüzlerce silahlı adam indirdi boş alanlara. Bölge üçgene benziyordu ve kısa süre sonra her kenarından adamlar içeri sızmaya başladılar.
Şehir dışında oldukları için makineli tüfeklerle kısıtlı değillerdi ve insanlığın bildiği, tahrip gücü en yüksek el silahlarından bazılarını taşıyorlardı. Beraberlerinde başka şeyler de getirmişlerdi, diğer gezegenlerden gelen ama Dünya’da da korkunç bir imha gücüne sahip şeylerdi.
Adamlar üç taraftan da, düzgün sıralarla ama dikkatlice birbirlerine doğru ilerlemeye başladılar. Maynard, eğitim görmüştü, dolayısıyla tehlikeliydi, üstelik silahlıydı ve kullanmasını iyi biliyordu.
Avlarının dış görünüşünü değiştirebildiğinden de haberdardılar ve bu durum birkaç olayda üzücü sonuçlar yaratmıştı.
Amatör bir botanikçi ağaç fidelerini inceliyordu. Zieker tabancasından çıkan enerji ışını, bedenini neredeyse ikiye böldü.
Acıyla çarpılmış suratını, en ufak bir teessür hissetmeden incelediler.
“Hmm... Maynard değilmiş, öyleyse devam ediyoruz.”
İçki kokan bir serseri, ağacın altında uyurken bulundu ve aynı kaderi paylaştı.
“Neden riske girelim ki?”
Bu arada kendi adamlarından da yedi kişiyi yanlışlıkla yere sermişlerdi ama bu onları rahatsız etmedi. Çember gittikçe daralıyordu ve Maynard ortasında olmalıydı.
Gerçektende oradaydı, ama işler planlandığı gibi gitmedi.
“Hey, oradaki Koyle.”
“Ölmüş mü?”
“Ölmemiş ama epey hırpalanmış; gafil avlanmış olmalı.”
“O zaman buralarda bir yerde ol-...” lafın ortasında sustu ve yüzü koyun yere düştü.
Beş adamdan oluşan grup, birkaç dakika sonra başka bir ekip tarafından bulundu.
“Narko-ok, ölmemişler.”
“Ama önümüzdeki iki üç gün, bize yardımcı da olamayacaklar.”
“O çok yakınımızda.” Avcılardan biri yelken bezinden yapılmış sırt çantasını omuzlarından sıyırdı ve yeşil oval bir cisim çıkardı. “Eğer şu karşıdaki ağaçların arkasındaysa, bu onu oradan çıkaracaktır.”
Kolunu kaldırdı ve hemen sonra öbür eliyle bileğini tuttu.
“Düşürme!”
Çığlıkla gelen uyarı çok geç kalmıştı ve işe yaramayacaktı. Bilek kemiği tek kurşunla paramparça olmuştu.
Yeşil oval yere düştü. Yeşilimsi bir sis, girdap halinde yukarı fırladı ve çıktığı gibi kayboldu.
Yerdeki otlar yok oldu, çevredeki ağaçlar eriyen mumlar gibi içlerine çöktü ve çıplak toprakta kayboldu. Geriye arazide kel bir boşluk kaldı, sanki orada büyük bir ateş yakılmış, sonra kendi kendine sönmeye bırakılmıştı.
Yumurta şeklindeki cisim düşmeye başladığı anda, diğerleri oradan kaçmaya başladılar ama kimse kurtulamadı. Daha onbeş adım atmadan, tenleri ve kıyafetleri yeşil bir ışıltıyla parlamaya başladı. Birkaç saniye içersinde yeşil, onları tamamen kaplayan, kalın bir mantar tabakasına dönüştü. Yere düştüler, balık gibi çırpındılar ve yığılıp toza dönüştüler. Geriye kemikleri, kemer tokaları, dolma kalemleri ve çalışır vaziyetteki kol saatleri kaldı. Hepsi bu kadardı.
Maynard, makineli tüfeğini çantasına koydu ve midesi bulanarak yoluna devam etti. Spor-bombalarını duymuş ama nasıl etki ettiklerini görmemişti.
Bu mantar, kolonilerin birinden, Lugos II’den geliyordu. Belli şartlar altında inaktive edilip bir kabın içine dolduruluyor, sonra silah olarak kullanılıyordu. Açığa çıktığı anda öyle korkunç bir hızla parçalıyor ve yiyip bitiriyordu ki, çevresindeki organik herşey bir anda çözülüp yok oluyordu. Bilimin henüz açıklaması gereken bir nedenden dolayı, bölünme siklüsü aniden sona eriyordu. Sporun çoğalması sona eriyor ve birkaç saniye içersinde ölüyordu. Anlaşılan geldikleri gezegende, sınırlı kalmalarını sağlayan doğal düşmanları vardı.
Organizasyonun idari birimlerine hoş olmayan haberler ulaşmaya başlamıştı.
“Birim iki. Maynard bize zorluk çıkarıyor, otuz adamımızı kaybettik...”
“Burası birim yedi. Onaltı kaybımız var, sekizi tekrar kullanılabilir -narko-oklar, ama bu şekilde hiçbir işimize yaramıyorlar.”
Çember daraldıkça, durum iyiye gitmek yerine daha da kötüleşti. Adamların morali iyiden iyiye bozulmuştu.
“Arkamızda!”
“İmkansız, aramızdan bir fare bile geçemez.”
“Joe’ya bakın, kürek kemiklerinin arasına narko-ok saplanmış.”
Akıllarına başka ihtimaller gelmeye başladı.
“Eğer bu Maynard başka insanlara benzeyebiliyorsa, herhangi bir cisme de benzeyebilir. Karşıdaki kütük olabilir, ya da bir ağaç, ya da gölge ya da bir hiç...”
Farkına varmadan gerçeğe parmak basmışlardı ama ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Adamlarından dört kişi daha yere serildi, sonra altı, sonra oniki, sonunda panik çıktı ve düzensiz gruplar halinde sessizce geri çekilirken, onsekiz kişi daha kaybettiler...

“Üç saat diye konuşmuştuk,” dedi Sandling, “Şimdi üç gün oldu ve hem bizim, hem de düşmanın elinden kaçmayı başardı.” Belirsizce sırıttı. “Hazretlerin sinirleri alt üst olmuştur. Altmışyedi ölü, kırküç baygın ve bunların içinde yetersizlikden dolayı temizlenecek yüzden fazla adamı daha saymadım.”
Birden suratını ekşitti. “Lanet olası bilgisayardan bu kadar. Sternway adında sekizyüzdoksanüç kişi var bu gezegende ama bir tane Lia yok. Özellikle kadınlara göre programladım ve sayıyı ikiyüzotuzüçe indirdim. Hala bir Lia yok. Biliyor musunuz Reed, Maynard’ı ilk gördüğüm andan itibaren içimde bütün her şeyin yerinden oynadığı duygusu uyanmıştı. Neyse, şuna bir bakın, bir saat önce elime geçti. Maynard’ın harika bir gezegen hakkında gördüğü rüyayı hatırlıyor musunuz? O gezegen hakikaten mevcut ve koordinatlar uyuyor. Bir uzay gemisi gönderdik, daha doğrusu ölçüm bürosu gönderdi. Tabii ki çok geç. Gezegen üzerinde bir düşman şirketi, ‘Gezegen-Gelişim-GmbH’ tarafından resmen hak iddia edilmiş. Ama mesele bu değil. Gemi gezegene ulaşıp, hatta söz konusu koyu ve sıradağları bulduğu zaman, tuhaf bir uyuşmazlık ortaya çıktı. Bildiğiniz gibi ölçüm pilotları önce resmi bir tarif yaparlar, sonra kişisel görüşlerini bildirirler. Bana söylendiğine göre, daha sonra bu kişisel görüşler bir psikiyatrist tarafından incelenir ve kendilerine göre her türlü sonuçları çıkarırlar. Şimdi de kişisel görüşünü ifade eden rapor. Lütfen dikkatle dinleyin.”
Bir tuşa bastı.
“Şu anda tam Hollis’in durmuş olduğu yerdeyim. Kendi kendime, onun bu kadar çok hoşuna giden neydi, diye soruyorum. Bana kalırsa buradaki her şey onun olsun. Burası bana fazlasıyla ürkütücü geliyor.
Coğrafik tanımlamaları uyuyor ama buradaki atmosfer çok farklı. Dağlar söylediği kadar yüksek ama çok kasvetli ve tarif edemeyeceğim bir biçimde tehditkar görünüyorlar.
Ormanın altın rengi olduğu doğru, ancak yağlımsı bir parıltısı var ve yırtık pırtık görünen uçan yaratıklardan parçalar kopup düşüyor, sanki daha havada çürüyorlarmış gibi.
Yakut kırmızısı gözleri olan yaratıklar, yarı sıvı gibiler ve iğrenç görünüyorlar.
Ormandan da, denizden de öyle inanılmaz kötü ve mide bulandırcı kokular geliyor ki, derin nefes almamak için gayret etmek zorunda kalıyoruz.
Denizin rengi anlattığı gibi ama oldukça durmuş bir görünümü var. Denizin yüzeyi gözün ulaşabildiği yere kadar bölük pörçük sis buğularıyla kaplı ve eşit aralıklarla yüzeye yağlımsı kabarcıklar çıkıyor ve boğuk bir sesle patlıyor. Belki Hollis bunların içinde pırlanta görüyor olabilir ama şeytan alsın beni eğer ben de aynı şeyler görebiliyorsam.” Sandling cihazı kapattı.
“Ne düşünüyorsunuz bu konuda?”
Reed kaşlarını çattı ve düşünceli bir halde kulağını çekti.
“Benim aklıma bir tek fikir geliyor. Maynard rüyayı görürken Hollis’in gözleriyle bakıyordu.”
“Bu neyi kanıtlar?”
“Bunun bir şey kanıtladığını iddia edemem ama ben her zaman düşmanların her şeyi bizden farklı görüp, hissettiğini düşünmüşümdür.”
“Bu fikre nasıl kapıldınız?”
“Bu kendiliğinden anlaşılır değil mi? Siz soğukkanlılıkla, erkek, kadın, çocuk demeden insan öldürebilir misiniz? Bir kerecik bile vicdan azabı duymadan insanları tehdit eder, şantaj yapar veya şiddet uygulayabilir misiniz?”
Sandling isteksizce ve alnını kırıştırarak söylenenleri düşündü.
“Elbette, onlar insan gibi görünüyorlar ama düşünce biçimlerinde bir şeyler değişmiş, hatta bir şey eksik olmalı.” Sinirli biçimde başını salladı. “Kahretsin bu benim de zihnimi kurcalıyor. Bununla bir şey kanıtlayamayız ama insan düşününce... Bu adamlar hipno-eğitim kursu alıyor, diksiyon öğretmenleri çalıştırıryorlar ama yine de bana hiçbir zaman doğru düzgün konuşamıyorlarmış gibi gelmiştir. Zihinlerinde, kültür sözcüğünü hala ‘c’ harfiyle heceliyorlar ve kalite denen şey konusunda sürekli boşluğa düşüyorlar. Aşırılığı zevklilik, altın çatal bıçağı estetik ve edepsizce kabalık etmeyi özgüven zannediyorlar. Söylendiğine göre eskiden, birkaç yüzyıl önce, suçluların bile biraz iyilik varmış içlerinde ama bu artık söz konusu dahi olamaz.” Sustu ve dalgın dalgın ileri baktı. “Bütün bunlar varsayımdan başka bir şey değil.”
Birden konuyu değiştirdi. “Maynard’ı henüz bulamadığımızı konuşuyorduk, öyle değil mi? En iyisi bilgisayara federasyondaki tüm gezegenlerin endekslerini vermek.”
“Bu durumda Maynard hiçbir yere kaçmayacaktır,” dedi Reed sessizce. “Bence o...” Birden sustu ve kaşlarını çattı. “Şimdi aklıma kimlerin isminin endekste kayıtlı olmadığı geldi, efendim. Ben kayıtlı değilim, siz de değilsiniz. Kendi isimlerimizle kayıtlı değiliz. Bizler gizliyiz, teorik olarak yokuz.”
“Yani, bizden biri olabilir, demek istiyorsunuz!” Sandling, yanaklarını şişirdi. Bunu hiç düşünmemişti. “Bu mümkün olabilir öyle değil mi? Hemen kontrol edeceğim.” Bir tuşa bastı. “Yetki seviyesi 6D, Lia Sterway için endeks taramasını durdurun, aynı isim için gizli listeleri tarayın.”
Cevap, hakarete uğramışcasına hızlı geldi. Lia Sternway, namı diğer Dorothy Vilo. Işın araştırmacısı, teknik enstitü. Beyaz, kadın, yaş yirmiyedi yıl, altı ay, dört gün...”
Sabırsızlıkla adresi beklediler ve geldiğinde Sandling, “Oraya ulaşmak için ne kadar zamana ihtiyacınız var?” diye sordu.
Reed omuzlarını çekti.
“Normalde iki saat ama beni tanıyan ve takip etmek isteyebilecek birilerini atlatmam gerekirse sekiz saat sürebilir. Ne şekilde hareket etmemiz gerekiyor?”
“Onu canlı istiyorlar.”
Reed acı acı güldü.
“Ah, ben onu canlı olarak bulurum, ama siz onu tekrar öyle geri alabileceğimi garantiler misiniz?”

Reed, kapıya vardığında zor kullanmanın daha akıllıca olacağına karar verdi. Lia Sternway, enstitüye yakın, küçük ama nezih ve tespit edildiği üzere tarafsız bir apartman sitesinde yaşıyordu.
Eli gevşek bir şekilde cebinde olduğu halde, ziyaretçi düğmesine bastı. Eğer silahla tehdit edecek olursa, Maynard vazgeçip teslim olabilirdi. Böyle taktiklerden pek hoşlanmazdı, düşmanın yöntemlerine fazlaca benziyordu, ancak çatışmaya girmektense böyle yapmak daha akıllıca geliyordu. Narko-oklarla otomatik tabancaya karşı koyulamazdı.
“Olduğun yerde kal eski dost,” dedi arkasında tanıdık bir ses. “Ellerini yavaşça başının üzerine kaldır ve bana doğru gel.”
Reed, seçeneğinin olmadığını kabul etti ve emre uydu.
“Teşekkürler, tabanca lütfen. Şimdi de yüzüğü yere bırakın, evet ve dolma kaleminiz. En iyisi bütün ceplerinizi boşaltın. Teşekkür ederim.” Maynard bir iskemleye işaret etti. “Oturmaz mısınız? Kelepçelerinizi alırsam kızmazsınız değil mi? İskemleye bağlı olursanız kendimi daha rahat hissedeceğim.” Sırıttı. “Böyle daha iyi, sadece bir eliniz açıkta kalacak -içecek?”
“Viski.” Reed suratsız suratsız baktı. “Pek hızlı oldu.”
“Aslında değil. Sadece karşı daireden bu tarafa geçtik. Zile basıldığında burası çalıyor.”
“Akıllıca.” Reed sinirli hareketlerle bardağı aldı.
Bir kadın girdi odaya. Maynard, “Ziyaretçimiz var sevgilim, davetsiz misafir.” dedi ve birbirleriyle tanıştırdı.
Kadın başıyla selam verdi, gülümsedi ama bir şey söylemedi.
Reed, kadına merakla baktı. Uğruna düşmanların arasından tehlikeli bir kaçışı göze aldığı rüya kızı buydu demek. Etkilenmemişti, gözleri koyu renk ve güzeldi, dudakları da zarif ve dolgundu ama 3D yıldızı sayılmazdı. Hatları çok yuvarlak ve hafif tombuldu.
“Bana ne yapacaksınız?”
“Hiçbir şey, sadece bir süre burada tutacağız.”
“Buradan kurtulacağınızı mı umuyorsunuz. Şehirde asla başaramazsınız.”
Maynard, omuz silkti.
“Belki de o zamana kadar gerek kalmayacaktır.”
“Ben sizi buldum. Düşman da ikiyle ikiyi toplayabilir.”
“Biliyoruz, ama artık bir aradayız.” Maynard genç kadının elini tuttu ve o anda bir şey oldu.
Reed’e sanki, ışık saçılıyormuş gibi geldi ama bu ışık değildi, bu... Tarif edecek sözleri bulamıyordu. Aşık bir kadın yüzünün, sevgiyle içten dışa ışıldadığına önceden de şahit olmuştu ama değişim geçirdiğini ilk kez görüyordu. O kısacık anda, artık tombul değil, zarif ve olağanüstü güzeldi, ve sanki elle tutulur bir şey onları birbirine bağlıyordu.
Görüntü neredeyse oluştuğu hızla kayboldu ama Reed’i etkilenmiş ve huzursuz bir halde geride bıraktı. Burada insan üstü bir şeyler vardı ve tuhaf bir biçimde kendisini de değiştirmişti. Sanki içindeki bir şey uyandırılmıştı. Bu yalnızca hoş bir duygu değildi. Hem korku, hem de anlaşılmaz sebeplerle bastırmaya çalıştığı bir hafiflik duygusu hissediyordu.
Boğuk bir sesle, “Cevap vereceğinizi sanmıyorum ama tahminlerimiz doğru muydu? Yabancı bir varlıkla birleştiniz mi, yoksa kendiniz yabancı bir varlık mısınız?”
Maynard ciddi bir ifadeyle baktı.
“Ben hiç kimseyle anlaşma yapmadım ve ben insanım.”
“Doğa üstü güçler konusunda, hakkınıza düşenden fazlasına sahip görünüyorsunuz.”
“Hayır, yalnızca benimki ve bilginiz için Lia’nınkiler biraz daha erken gelişti.”
“Neden söz ettiğinizi bilmek isterdim.” Reed sarsılmış gibiydi ve her an kontrolünü kaybedebilirdi.
“Özür dilerim, ama daha fazlasını söyleyemem. Bu, zamanı geldiğinde kendi kendinize öğrenmek zorunda olduğunuz bir şey. Üzgünüm, böyle olmak zorunda. Sıranız geldiğinde, siz de daha az gelişmiş kişilere ihtiyatla yaklaşacaksınız.”
“Çok açıklayıcı.” Reed, serbest kalan eliyle sigara çıkardı cebinden ve alt dudağına yapıştırdı. “Hiç değilse bir ipucu verseniz çok şey mi istemiş olurum?”
Maynard, düşündü.
“Pekala, ancak belirsiz bir ipucu verebilirim. Daha basit yaşam formlarında hiç itirazsız metamorfoz olayını kabul ediyorsunuz. Tırtıldan kelebeğe doğru meydana gelen olağan üstü geçiş, çok bariz bir örnektir. Düşünün ki bir insan -tırtıldan çok daha karmaşık ve gelişmiş bir yaratıktır- sonsuza kadar ot gibi böyle yaşayıp devam eder mi? Er ya da geç, bir değişim meydana gelecektir.”
“Evolusyon,” dedi Reed ders verir gibi, “bilim dünyasının çok iyi bildiği bir prosedür olup,...”
“Üzgünüm, lafınızı bölmek durumundayım ama burada söz konusu olan, salt fiziksel değişimden daha başka bir şey.”
“O zaman biraz çabuk olsa iyi olur, çünki düşmanın bizi bulması ve deliğimizden dışarı çıkarması uzun sürmeyecek.”

Başka bir şehirde arama harekatı ele alınıyordu. Organizasyonun ileri gelen adamları, bir araya gelmiş ve bir sonuca varmışlardı.
Brinker’i aradılar.
“İstediğiniz kadar adam alabilirsiniz, ayrıca her tür donanım ve silah. Makul bir çerçevede kullanılmak üzere boş çek veriyoruz, ancak Maynard’ı bulacak ve yok edeceksiniz, anlaşıldı mı? Eğer onu bir hafta içersinde ortadan kaldırırsanız, yarım milyon ve sendikada bir koltuk vereceğiz, tamam? Size ondört gün zaman tanıyoruz, daha fazla değil.”
Bağlantı anında kesildi ve Brinker, yumuşak koltuğunda geri yaslandı. Şişman bir adamdı, garip bir biçimde armut tipli, seyrek saçlıydı, ileri çıkık alt dudağı ve ablak yüzünde kaybolan, küçücük gözleri vardı.
Ondört gün sonra ne olacağını sormadı -o biliyordu.
Brinker’in avantajı, embesil görünüp, aslında ürkütücü derece keskin bir zeka ve kararlılığa sahip olmasıydı.
Organizasyon, Maynard’ın Granton’da olduğundan emindi, öyleyse Granton titizlikle taranacaktı. Bütün her yer, kapı kapı, ev ev, hatta gerekirse tüm atık su kanalları teker teker aranacaktı.
Bir tuşa bastı.
“Bilgisayar verisi, konu halk sayımı.” Bir an bekledi. “Eee, Granton şehrinin nüfusu.”
“Yedimilyon sekizyüz altmışüçbin dokuzyüzon sürekli nüfus sayısı.”
“Kırksekiz saat içersinde her binayı ve içindeki her bir daireyi arayabilmek için kaç adama ihtiyacım var?”
“Veriler yetersiz. Arama ifadesi belirli bir zaman dilimini kapsıyor. Ayrıca, sorunun yanıtı için, binadan binaya geçiş süresinin de dikkate alınması gerekir.”
“Bir dakika programcımı getireyim. Walsh, ana bilgisayarla bağlantı istiyorum. Öğrenmek istediğim şey konusunda size bilgi verecektir. Parkins!”
“Efendim?”
Koruma-uşaklarından biri hemen içeri geldi.
“Eee, bin mil içersindeki tüm patronları arayın, Parkins. Onlara bir saat içersinde ellerindeki adamların yarısını bana yollamalarını söyleyin.”
--o0o—
"

 
Oturum Aç
Takma isim

Parola

Henüz bir hesabınız yok mu? Yeni bir tane yaratabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yöneticisi, yorum yönetimi ve kendi adınızla yazı girişi gibi imkanlardan faydalanabileceksiniz.

İlgili Linkler
· Editörün Seçimi / Özel Yazılar Hakkında
· Yayınlayan Editör: iarwainbenadar
· Ana Sayfa


Editörün Seçimi / Özel Yazılar Hakkında en çok okunan :
Muhiddin-i Arabi'nin Eserleriyle Lotr ve Silmirallion'a Bakın


Yazıcı Dostu Sayfa  Bu Yazıyı bir Arkadaşınıza Gönderin

"Çeviriler: KELEBEKLER GEZEGENİ (Devam)" | Oturum Aç/Yeni Hesap Yarat | 0 yorum
Puan
Yorumlar gönderene aittir. İçeriğinden hiçbir şekilde site ve site yönetimi sorumlu tutulamaz.
Bu site filmin, kitapların, veya yazarın resmi sitesi değildir.Tamamen Türk yüzük dostları tarafından hazırlanan konu odaklı bilgi, haber, düşünce ve materyal paylaşımını amaçlayan bir fan sitesidir.
Sayfada yer alanlar ancak izin alınarak ve kaynak gösterilerek kullanılabilir.
Lord of The Rings - Turkish Fan Site
yuzuklerinefendisi.com / 2001 - 2012