Orta Dünya ve Alegori Üzerine
Tarih: Ekim 18, 2006 - 15:40:27
Konu: Editörün Seçimi / Özel Yazılar


Hiçbir zaman yeterince uzak değil ve bir o kadar çekici. Hayatımızın birebir içinde ama şiddetle reddettiğimiz… Biraz önceki tanıma uyabilen bir tek kelime geliyor aklıma, o da sınırsız hayal kurma gücü; yani ”Fantezi”.

“Fantezi”’ye veya daha temelinde “Fantastik” öğelere indiğimizde karşımıza yaklaşık insanın dünya üzerinde bulunduğu zaman kadar bir zaman, konuştuğu kelime kadar yaratı çıkıyor.

Homeros’un halkı etkilemek için yaptığı bazı benzetmeler, bize “fantastik” gelen paganizmi ve tanrılarını daha da fantastikleştirerek, halka görmeyi tahayyül edemeyeceği şeylerin olduğunu söylemesi buna örnek gösterilemez mi? O zamanın insanları bunların hiçbirini görmüşler miydi? Bu onlar için fantastik değil miydi? Türk mitolojisinde Gök Tanrı, toprak tanrısı Ülgen’e üzerinde durması için bir taş vermişti, Ülgen de onu sonsuz suya atmış ve üstüne oturmuş böylece dünya oluşmuştu. Aynı şekilde Yunan mitolojisinde ise Kaos’tan doğan Gaia ve Uranos yani Toprak ve Gökyüzü idi. Mitler, efsaneler, destanlar… Türk, Yunan, Roma, İskandinav… Fark etmiyor. Hepsinin temelinde tek bir şey yatıyor. Ulaşılması imkansız olan bir şey. Bir hayal, ve yine: fantezi.

Fantezi’den bütün ilahi olmayan dinler etkilenmişler, ama günümüze doğru gelirken, modern çağlarda kurgu öğesi yavaş yavaş kendini göstermeye başlamış. Odysseus’un kahramanlıkları, Wells’in zaman makinesi, Doktor Jekyll ve Mr Hyde ve Anglosaksonların efsanevi yaratıkları, elfler, cüceler, goblinler, vampirler, kurtadamlar. İşte yavaş yavaş burada ortaya çıkıyor her şey. Halk aslında gördüğünün yanında görmediğini, olanın yanında olmayanı da istiyor. Böylece kurgu edebiyatı dediğimiz tür ortaya çıkıyor.

Ancak kurgu’da geleceğe dayalı tahminlerle, yüz yıl sonrasının dünyasının anlatılmasıyla, tamamen farklı dünyalar yaratmak arasında dağlar kadar fark olduğu anlaşılıyor ve ikiye ayrılıyor bu tür: Fantastik Kurgu ve Bilim Kurgu.

Bilim kurgu 19. yüzyılın ortalarından itibaren gerçekten cazip bir edebiyat dalı haline geliyor. Özellikle H. G. Wells’in Zaman Makinesi ve Görünmez Adam’ı bu konularda çığır açıyor. Ve aslında tarihi şekillendiren, “olanın kurgusu” veya “geçmişin kurgusu” fantastik kurgu, bilim kurgu’nun altında eziliyor.

Fantastik Kurgu’nun yükselişi yıllarımıza kadar çok yavaş bir süreçten geçmiştir. Doğuşunu ise kabaca John Ronald Reuel Tolkien ile belirleyebiliriz. Dünya üzerinde gelmiş geçmiş en çok satan ikinci kitabı –ki birincisi İncil’dir- yazmıştır bu yazar: Yüzüklerin Efendisi.

Yüzüklerin Efendisi muhafazakar, misyoner bir ailenin çocuğu olan, Katolik bir Oxford profesörünün elinden çıkmış olmasına rağmen, 1960’ların çiçek çocuklarının başucu kitabı olmuşlar. Çünkü muhafazakâr veya değil, “yeni bir dünya, yazarına bakmadan eseri radikal yapmıştır”.

Yüzüklerin Efendisi o dönemler herkesin elindeydi, bir ellerinde Hermann Hesse kitapları taşırlarken öbüründe Yüzüklerin Efendisi taşırlardı denir Yüzüklerin Efendisi’nin arka kapağında. Hesse gibi bir savaş karşıtının kitabı, 1. Dünya Savaşı’na gönüllü giden bir Yazar’la aynı anda nasıl beğenilerek okunabilirdi?

Tek bir açıklaması var, o da insanların savaşlardan sıkıldığı kadar, üzerinde savaş yapılan –ama yaşanıldığı unutulan- bu dünyadan da sıkılması. Bir nevi kaçış, ki Tolkien de buna uygun olarak kendi yazdığı eserlere “Kaçış Edebiyatı” ismini vermiş.

Peki kurgu bu kadar rağbette de Bilim Kurgu nerede? 1970lerdeki o altın çağı geride kalmış bilim kurgunun. Artık astronomik gelişmeleri ağzı açık izleyecek bir okur kitlesi yok. Yıldız Savaşları serisini hariç tutarsak –ki film sayesinde bu popülerliğe erişmiştir- bilim kurgu ve fantastik kurgu üzerin çalışan bir yayınevinin satışlarının yüzde 80’i Fantastik Kurgu’dan geliyorsa bu belki bir problemdir, belki de bir tercihtir.

Tercih olması çok daha kuvvetle muhtemel, zira bu ülkede ve bütün dünyada artık bilimsel gelişmeler kimseyi etkilememektedir. “Ama hala ejderhalara, orklara, elflere inanabiliriz. Alegorinin ve metaforun çağı geçmiyor çünkü.” Bir örnek vermek gerekirse Yüzüklerin Efendisi filmi çıktığında o tamamen farklı olan dünya (orta-dünya) haritasında, Avrupa’nın izlerini aramıştır. İnsanlığın büyük düşmanı Sauron doğuda yaşamaktadır, yanında savaşan insanlar fillere benzeyen hayvanlara binerler, esmer ve kısa boyludurlar. İnsanların ister istemez alegoriye başvurması kaçınılmaz. Tolkien son nefesine kadar “bu roman alegorik değildir” dese bile…

Alegori’nin bir sınırı olmaması belki de fantezi ve bilim kurgu’yu cazip kılan. Şu ana kadar yapılan “dünya-dışı” her kurguda gerçek dünyanın öğelerine yer verilmiş olmasını ummak, belli karakterlerin altını aramak bundandır kesinlikle. Yüzüklerin Efendisi ve Yıldız Savaşları bunlardan en önemli ikisidir. Yukarıda söylediğim “bilimsel gelişmeler kimseyi etkilememektedir” sözü ise Yıldız Savaşları için geçerli değildir. Zira Yıldız Savaşları, Bilim Kurgu değildir benim gözümde. Fantastik Kurgu’nun en önemli örneklerinden biridir hatta ve hatta. Neden derseniz, bilimsel gelişmeleri temel alarak ve bir çeşit ileriye dönük Fantezi kurması başka bir şeydir, bütün gelişmelerin gidişatıyla paralel bir post-evren kurmak çok başka bir şeydir. Burada birincisi akla yatkın gözüküyor Yıldız Savaşları söz konusu olunca.

Yüzüklerin Efendisi ise Fantastik Kurgu’nun en önemli yapıtıdır dememiz boşa değildir. Bir laf vardır: Bir kitap, okuyucuyu kitabın içinde hissettirebildiği raddede başarılıdır. Ne kadar doğru ne kadar kabul edilebilir bir sözdür bu tartışılır. Ama özet olan, asıl olan şudur: Gerçek dünyada yazılan hiçbir roman, fantezi kadar zemin hazırlayamaz insanın kaçışına.

İnsan kaçtıktan sonra dönmek de isteyebilir, ironiktir ki o kaçış için zorlanan zihinler alegori ile kendi dünyasına döner. Bu nedenledir, Yüzüklerin Efendisi’nin birçok alegorik zemini vardır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, Belgrad’ın alınışı, Viyana Kuşatması, İstanbul’un Fethi, Kudüs’ün Fethi… Dünyasına dönmek isteyen bir dimağ rahatlıkla birine tutunup dönebilir. Her zaman yolcu alacaktır bu çeşit benzetmeler.

Ne yazık ki bunlar eserin değerini düşürmekte, eserin içine en az giren insanları önce elemektedir. Filmler ve oyunlar ile gergin pamuk iplikleriyle bağlanmış binlerce kişi bir yapıtın değerini ancak bu kadar kolay unutabilir. Konuşmalar çok rahat gözümüzün önünde canlanabilir. “Ah sen de mi Yüzüklerin Efendisi’ni okuyorsun, orada Sauron Hitler’miş.” Olabilir. Ama bu, yazarın yazdığı eseri sadece bu dar ve küçük insan görüşüne sıkıştırmaya çalışmaktır. Eserin değerine ket vurmaktır.

Bülent Somay’ın Diyarbakır’da bir konferansta, bir gençle sohbetinde söylediği gibi, “Alegori cıva gibidir, ele avuca sığmaz, hiç aklınıza gelmeyecek yerlere sıçrayabilir bazen. Fantezi bu yüzden çok ama çok önemli bir tür, bir nevi gizli silah – kullanmasını bilene.”

Evet, Fantezi gizli bir silah çünkü kimsenin sizi sorgulayamayacağı bir dünyadasınız, başka bir zaman diliminde, başka bir toprakta yürüyorsunuz, başka dillerle konuşuyorsunuz. Kimse size soramayacak ‘neden böyle yazdın?’ diye. Bunu da en iyi kullanan birkaç isim olduğunu görmek muhtemel. Bugün hakkında konuşmak istediğim kişi ise J.R.R. Tolkien.

Tolkien Güney Afrika doğumludur, misyoner bir ailenin çocuğudur, katoliktir vs vs vs. Bunları herhangi bir sitede rahatlıkla bulabilirsiniz. Bizim için önemli olması gereken Tolkien’in “Katolik” olması veya “İngiliz” olması olmamalı. Bizim için önemli olan, bu büyük ve etkili eseri yazarken neleri taban almış, nelerden esinlenmiş olduğudur. Katolik olduğu için İslamiyeti kabul etmiş halklar ile Harad ırkını özdeşleştirmiş olabilir. Tarihsel bir kimliğin getirdiği herhangi bir önyargıya sahip olması normaldir. Bize sadece bu eserden tat almak düşer.

Yine de irdelemenin bir problem yaratacağını düşünmemekteyim. Dedik ya kurgu bir silah. Toplumun her kesimini, hiçbir yere dokunmadan rahatlıkla etkileyebilmenin kesin yolu. Başka hangi edebiyat eserinde Sauron’un askerlerinin çarpıklığından bahsederek, Hitler’e gönderme yapılabilir ki? Belki amaç bu değildi. Ama bunu yaratan da insan beyni değil mi? İnsan dimağı sonsuz bir deliğin dibindeki en küçük parçacığı hayatıyla şekillendirebilir. Bugün eğer istersek Sauron Bush olur. İstersek tarihsel bir araştırma yaparken de içinde rahatlıkla Osmanlı Hükümdarlarını bulabiliriz. Bunlar sadece bize kalmış ve işte: temelde fantezinin ama aslında Yüzüklerin Efendisi’nin gücü burada yatıyor.

Orta Dünya temelde Dünyamız iklimlerine sahip bir coğrafyadadır ki bu da bize anlamakta kolaylık sağlamakta. Evet, bir bakımdan Avrupa Haritasının öncülüdür, neden böyledir dersek bildiğimiz veya öğreneceğimiz gibi Orta Dünya iki kez yıkım görmüş ve harita tamamen değişmiştir. Bir tanesi tamamen kıtaların kayması ve en doğudakinin kıtanın ortalarına gelmesiydi. Ki Tolkien’in şu sözü açıklamakta belki her şeyi: “İnsanların hükümranlığı süresince geçen yüzyıllar sonucu, dünya tahrip olmuş ve günümüzdeki hale gelmiştir.” Bu alegoriye ne kadar kapalı, ne kadar da dinsel ve içgüdüsel! Bütün dini kitaplarda olan şey vuku bulmakta, yeni bir hayatın doğması için eskisinin tamamen yok olması. Kıtaların kayması, uygarlığın çökmesi…

Alegoriye kapalı mı demiştim gerçekten de? Hayır, elbette ki insan zihnini tekrar ele alınca hiç de değil. Tolkien’in bu çeşit bir zihin saptırmasıyla amacına ulaşması çok zordu. Irksal benliği yazdığı eserlerin pek çoğunda ortaya çıktı tabi ki. Mesela İngiltereli Ælfwine sonunda Tol Eressea topraklarına kabul edildiğinde, “Elf Dostu” olabilmiştir. Ve hatta İngiltereli olabilmiştir. Eh Tol Eressea’nın elflerin yaşadığı bir ada olduğunu da bildiğimize göre kafamızı çok da çalıştırmamız gerekmiyor…

Valinor umutların ötesi, umutların yeşerdiği Tanrıların Diyarıdır. Ama güneyindeki topraklar tehlikeli ve metrukdur. Amerika Birleşik Devletleri? Arjantin? Falkland? Biraz düşünmek yeterli. Her şey İngiltere’nin etrafında dönüyor ama bu kimseyi rahatsız etmemeli.

Yine de Yüzüklerin Efendisi ve daha özetle Orta Dünya, bir umut merkezi. Bir kaçış noktası. Elimizde tutup tutabileceğimiz hiçbir şeyin olmadığı ama yine de yaşamaktan zevk aldığımız bir yer. Modern Fantezi’nin doğduğu yer, Devrim’in rahatça yapılabildiği bir yer ve kılıçlarımızı alıp Kıyamet Dağı’nın eteklerinde savaşa katılabileceğimiz bir yer. Bu yer hem büyük bir kaçış merkezi, hem de büyük bir edebi eser.

Tabi ki Yüzüklerin Efendisi’ne tapanlar dışında –ki böyle insanların olduğunu bilmek garip geliyor insana- bu roman dizisi ve Orta Dünya tabanlı kitapların hiç biri tanrısal değil. Bunu umursamayabilir insanlar ama şunu bilmelidir: Orta Dünya’da çok fazla tutarsızlık vardır. Orta Dünya’yı dünyaya uyarladıktan sonra elinizde kalan açıkları kapatamazsınız. Çünkü o sadece bir insanın beyninden kopmuştur. Ama bu açıklar o kadar güzel saklanır ki, gördüğünüz zaman önemsemezsiniz bile. İşte Orta Dünya’nın başarısının bir sırrı da bu. Bir kutsal kitap halinde okursanız sevebileceğiniz bir kitaba ev sahipliği yapar. Yanlış bir konuya yanlış bir yerden daldım gibi görünüyor olabilir ama unutmayın ki her ırk bir zamanlar paganlara inanırdı. Zira pagan inanışı rahattır. En kolay çözümlenebilen düsturdur. Her gücün arkasında bir güç kaynağı bulmak rahatlatıcıdır. Her gücün arkasında “tek” bir güç kaynağı bulmak ise kaygı vericidir.

Şüphesiz ki, Yüzüklerin Efendisi daha doğrusu Silmarillion ve diğer kitaplar bir gün mitoloji haline gelecekler. Ve belki de İngilizlerin sonunda bir mitolojisi olacak, zira Tolkien’in en temel amaçlarından biri de bu zaten, kendi deyimiyle: “Bu kitap bittiğinde belki de halkımın bir mitolojisi olabilir.” Olacaktır da. Eğer yozlaştırmadan saklanabilirse. Belki bir gün unutulacak. Dünya Silmarillion’da olduğu gibi yer değiştirecek. Ve kütüphanenizde Yüzüklerin Efendisi veya Silmarillion bulunacak. Herkes Manwë ve Varda’ya tapmaya başlayabilir. Bunu düşünmek ne kadar zevkli değil mi? Hem de bu dinin yaratıcılarından birinin döneminde yaşadıysanız. Yukarıdan bakıp gülümseyebilirsiniz.

Sanırım yıllarımı Orta Dünya ile harcadım desem yalan olmaz. Hakkında birçok bilgi edinmeye ve paylaşmaya çalıştım ve sonunda Orta Dünya’nın “bitemediğine” kanaat getirdim. Konular ve olaylar bitebilir, ama Orta Dünya bariz bir şekilde bir dünyadır ve bitmesi imkânsızdır. Üzerine artık roman yazılabilecek bir dünya değil elbette, üzerinde yaşayabilecek bir dünya. Bastığın toprağa, suya, havaya etki eden bir dünya. Buradan FRP için gerekli materyal’in olduğunu çıkarabiliriz elbette ki. Ama bilinen bir diğer şeyse orası diğer dünyalar (Forgotten Realms, Dragonlance) gibi yapma bir dünya değildir. Orası kısıtlıdır –dünyamız gibi- çünkü gerçektir. Bir gün böyle söyleyebileceğim aklıma bile gelmezdi ama evet; Orta Dünya denilen bir yer vardır. Güzel bir yerdir. Güzel ormanları ve çağlayan nehirleri vardır. Nimrodel gidip görülmesi gereken bir nehirdir.

Bu yazıyı yazarken arka planda Blind Guardian’ın Nightfall in the Middle-Earth albümü çalıyor. Hatta bu kelimeleri hayatımda dinlediğim en iyi şarkı diyebileceğim Nightfall şarkısıyla yazıyorum. Nasıl büyük bir keyif, nasıl güzel bir his anlatamam. Var o yüzden Orta Dünya. Müziğini ve destanlarını dinleyerek hakkında bir şeyler karalayabilir, bunu konuşan insanlar arasına girebilir, sonra biraz da kutsal kitabını okuyabilirim. Ainur’un müziğini bazı şeylere uyarlayabilirim. Kafamdan her türlü alegorik öğeyi geçirebilirim. Suç da işleyebilirim. İstediğimi yapabilirim. Çünkü Orta Dünya sahiplenilebilir bir dünya. Herhangi yapay bir fantezi dünyası değil. Eksikleri olan ama güzel bir dünya. Benim dünyam.

Evet, biri gerçekten de size veya bana, “biraz düzgün işlerle, dünyayla uğraşsana” diyebilir. Onun için yapabilecek bir şey belki vardır. Eline Yüzük Kardeşliği’ni veya Hobbit’i tutuşturun. Eğer okumayacak kadar ahmaksa problem ondadır. Ama okursa çok büyük bir ihtimalle Gandalf’ı da Feanor’u da sahiplenecektir. Belki size Forlindon yöresinden türküler bile söyleyebilir. Bir Orta Dünya’lı daha kazandırmış olursunuz Dünya’ya.

Çirkin bir dünyada yaşayan güzel bir dünyalı daha… Ne umut verici!




Not: Bu yazı, önceden Düş Defteri'nde yayınlanmıştı. Ancak site kapanmak üzere ve ben de bu yazının daha çok yakışacağı yere yani yuzuklerinefendisi.com'a yollamanın iyi bir fikir olabileceğini düşündüm. Anlayışınız için teşekkürler.





Bu yazının bulunduğu yer: Yuzuklerin Efendisi / Turkiye LOTR / Turkey
http://www.yuzuklerinefendisi.com

Bu yazıyı bulabileceğiniz URL adresi:
http://www.yuzuklerinefendisi.com/article.php?sid=2020