Masal...
Tarih: Ekim 25, 2004 - 12:57:14
Konu: Hikayeler


“Biraz önce derin bir uykudan uyandım. Çok yorulmuştum. Ne yapacağımı bilemez halde dolandım biraz. Sonra son bir defa yüzerek geçmeyi denemeye karar verdim, denizi. Bir şekilde karşıya geçmeliydim. Buraya geldiğim sandal; kıyıda idi. Geçtim… Şimdi bu kıyıdayım. Hiç engel çıkmadı karşıma, tek dalga bile. Şimdi bu kıyıdayım ama sanki bir şeyler kayboldu. İçimde derin bir boşluk var. İçimde çok derin bir boşluk var. Beni tamamlayan parçalardan biri kopup orada kaldı. Tekrar mı gitmeliyim, bilmiyorum. Şu an hiçbir şey bilmiyorum, artık seni bile bilmiyorum. Aradığım seni hatırlamıyorum, tanımıyorum. Kendimi bile tanımıyorum. Aynada ki suret benim değil. Bu kalemi tutan parmaklara ben hükmetmiyorum. İçimi acı da kavurmuyor. Buz mu tuttum ne? Çıkıp dolaşacağım biraz.”


“Çıkıp dolaştım sokakları, parkta biraz oturdum yaşadıklarımı düşünerek. Aklım karışıktı. Kaybettiğim yarıyı özlüyordum. Ne olduğunu bilmediğim o his kafamı kurcalıyordu. Bir şeyler yakın, hissediyorum. Bir ara yanıma bir kadın yanaştı. Ya da o öyle sandım. İçimi öyle bir tedirginlik kapladı ki, kadına bakmadan banktan kalktım, kaçar gibi uzaklaştım. En sonunda odama döndüğümde, Zihnimin bana oyun oynadığına karar verdim. Ölmüş bir sevgilinin peşinde olmayacak hayaller yüzünden yok yere vakit harcıyordum. Ölmüş
“özür dilerim hayatım, özür dilerim bir tanem. Neden böyle düşündüm bilmiyorum, neden seni unutmaya çalışıyorum bilmiyorum? Galiba korkuyorum. Galiba çok korkuyorum. Yoruldum. Ne olduğumu karıştırır oldum. Yalnızlık beni bunalttı. Ailemin yanına dönmek istiyorum. Birileri beni sımsıcak sarsın istiyorum. Birileri beni düşünsün istiyorum. Yeniden sevildiğimi duymak istiyorum. Yalnızlık beni yordu, özür diliyorum. Bugün son bir defa daha çıkacağım bu odadan. Sahile gidip denize gireceğim, yerel yemekler yapan restoranda bir yemek yiyeceğim.Sonra eski müzeyi gezeceğim, görsen çok seversin; o eski kalelerden biri restore edilmiş, müze yapılmış. Sonra, sonra biletimi alıp ailemin yanına döneceğim.” ---“Dediğimi yaptım. Çıktım, biraz dolaştım. Denize girdim. Hava serindi üşüdüm, restorana gittim, yemeğimi yedim. Oradan müzeye gittim. Bina hem yüksek hem de genişti. Yaklaşık 42 odası vardı, vaktiyle çok daha büyük olduğu söyleniyordu. Denize bakan kısmı yıkılmıştı. O tepedeki yüksekliğinin yedi katlı bir apartmana eşdeğer olduğu söylentisi çalındı kulağıma. Duvarlar el yapımı ipek halılarla , yerler mermer kaplıymış. Vaktiyle en güzel kraliçe için yaptırılmış. Hiç anlaşılmayan bir sebepten ortadan kaybolana kadar da orada yaşamış kraliçe. Öylesine güzelmiş ki insanlar sadece bir saniye yüzünü görebilmek için çok uzak diyarlardan gelirlermiş. O gittikten sonra kral ikinci bir evlilik yapmış. Adam çok şansızmış. Yeni eşi çocuğunu dünyaya getirirken ölmüş. Kendisi ortadan kaybolmuş. Krallık kardeşine geçmiş. Bunların hepsini nereden mi öğrendim, güldürme beni. Tabi ki müzenin kitapçığında okudum. Ama hikaye sana da çok tanıdık geldi değil mi? Çok fazla tanıdık. Yarın tekrar gideceğim oraya. Hani bu odadan son kez çıkacaktım ya… Gülüyorum…
“Günaydın sevgilim… Bak bugün ne kadar neşeliyim. Öyle huzurlu, öyle derin bir uyku uyudum ki, şen, neşeli olmamam mümkün değil. Günlerdir hissettiğim huzursuzluk meğer uykusuzluktanmış. Bugün de uyuyacağım. Balkonda denize bakan bir şezlong var onu sildim biraz önce. Battaniye ile yumuşattım, şimdi üstündeyim, mmmh, uyuyorum. Görüşürüz tatlım.”
“Tuhaf bir rüya gördüm biraz önce. Bugüne kadar gördüklerimin en tuhafı. Rengarenk giysilerin için de canlı neşeli bir çizgi film karakteriydim ben, aslında her şey öyleydi; canlı, neşeli. Pek mutluyduk, gülüyor eğleniyorduk. Sonra biri geldi. Tam hatırlamıyorum. Beni aldı ve bir kapıdan dışarı fırlattı yada pencereden veya neyse işte bir aralıktan fırlattı beni. 3-5 metre yükseklikten bir yerden düştüm. Düşerken tuhaf bir şey oldu, renklerim alındı benden, etiyle kanıyla bir insan oldum. Sonra düşüşün etkisiyle bir süre nefessiz kaldım, şoktaydım. Ve başımı kaldırabildiğimde gördüm, seni. Sanki önceden tanımıyordum da ilk kez görüyordum. Ilık bir şeyler doldu yüreğime, ılık ılık aktı. Konuşuyordun, gülüyordun. Seslendim sana, haykırdım, duymadın. Adını nereden biliyordum?
Hala o canlı renkler sarmalıyordu seni… Mutluydun. Ama gerçekten mutlu muydun? Atıldığım taraf değildi senin tarafın. Karşıdaydın. Geniş bir ırmak ve o ırmağın kemirerek derinleştirdiği bir uçurum vardı aramızda. “İnsan ırmağa gözlerini diktiğinde her dakika nasıl da derinleştiğini görebilir” dediklerini anımsadım, kim demişti acaba? Sonra iki tarafı birleştiren o köprüye diktim gözlerimi. İnce uzun ve çok yüksekte olan o köprüye. Tırmanmam gerek, Çabalamam gerek… Başarmam gerek” derken uyandım.” Bu rüya aklıma neyi getirdi biliyor musun? Geçen gittiğim müzede karşıdaki adayla ilgili bir yazı okumuştum. Eskiden bu kadar uzak değilmiş karayla arası. Bir deprem mesafeyi arttırmış. Neyse konumuz deprem değil… O zamanlar Ada ile burası arasında bir köprü varmış. Ya bu çok zaman öncesinin hikayesi aslında. Şatonun sahipleri bu köprüyü kullanarak gidip gelirlermiş. Sonra o depremde köprü yıkılmış. Gel zaman git zaman Şato terk edilmiş falan. Şimdi diyorum ki ben karşı taraftan atıldığıma göre; sen bu tarafta bir yerdesin. Üff, fikre bak!
Karar verdim seni bulduktan dedektif olacağım. Peh bu ne demekse… Bu durumla nasıl dalga geçebildiğimi bilmiyorum, ama içimde öyle bir neşe var ki… İyi bir şeyler olacak artık hissediyorum. Ne zamandır muhtacım buna. Artık iyi bir şeyler olsun istiyorum. Kapı çalıyor, dur bakayım. Benim kapımı kim çalabilir ki?”
‘bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde uzak çok uzak bir ülkede bir küçük kız yaşarmış. Tek başına saatlerce oturup hayaller kurarmış bu güzel kız. Yalnızmış. Ne, ne zaman doğduğunu biliyormuş ne de ailesinin nerede yaşadığını. Küçük bir evi varmış yeşil bir tepenin başında.’ “Kapımı kim çaldıysa bu notu bırakmış. Günlüğün başına batkım da anneannemin anlattığı masalın başlangıcıymış bu… Bu mümkün mü? Beni izliyor olabilir mi? Ama neden kendini gizlesin ki, aramam lazım bulmam lazım…Çıkmam lazım…
Tatlım, seni bir süre yalnız bırakacağım. Evet, o muzip gülümsemeden var şimdi yüzümde, evet, seni çok seviyorum. Hadi oyalanıyorum, çıkmam lazım.”
“Şu an nerede olduğuma inanamazsın. her şeyin başladığı noktaya ulaştım sonunda. Yeşil tepenin başında ki küçük evdeyim ben. Bulmak kolay olmadı. Vaktiyle buralarda bir orman vardı muhakkak ama şimdi her taraf inşaat. Yalnız bu tepeye ve bu eve dokunulmamış. Lanetliymiş, periliymiş, yapmamalı, etmemeliymişim. Beni buraya getiren şoförün safsataları… “Kim görmüş perileri?” dedim aval aval baktı yüzüme. Efendim? Evet, biraz sinirliyim. Bu ev, eğer O evse… Eşikten adımımı attıktan sonra seninle asla görüşemeyecek, seni asla göremeyecek olma ihtimalim var. Eşikten adımımı atmazsam seni asla bulamama ihtimalim var. İçerde bir dolu eski püskü eşyadan başka bir şey, hatta o kadarını bile bulamayabilirim yada belamı bulabilirim. Sinirli miyim, evet çok sinirliyim. Hayal kurmak geçiyor içimden…Seninle yeniden bir araya gelmişiz. O eski sevgililik günlerimize geri dönmüşüz, buraya gezmeye gelmişiz , falan işte. Sonra “eski” dediğimde takılıp kalıyorum. Ne eskisi gibi duruyor ki, biz eskisi gibi miyiz ki, eskisi gibi sevgili olacağız.
Eskiden nasıldık ki biz?
Biliyorum, biliyorum, içeri girmeliyim…”
*Eşikten adımını attı…






Bu yazının bulunduğu yer: Yuzuklerin Efendisi / Turkiye LOTR / Turkey
http://www.yuzuklerinefendisi.com

Bu yazıyı bulabileceğiniz URL adresi:
http://www.yuzuklerinefendisi.com/article.php?sid=1738