Öfke Savaşı
Tarih: Haziran 07, 2004 - 11:28:22 Konu: Hikayeler
Selamlar; işte yeni bir bölüm, Hikayenin bir kısmına Elentary`den aldığım bir kaç kelime eklemek istedim çünkü çok hoşuma gitti. Umarım hoş karşılar (izin alma teşebbüsünde bulunmadığım için.)
Öfke Savaşı
Bölüm 2: Tanrıların Kutlu Diyarı Valinor
Her şey Morgothun sadık Eldarı Tanrılara karşı kışkırtmasıyla başlamıştı ve aralarına uzun zaman boyunca yok olmayacak nifak tohumları ekti. O sırada Ağaçların Kutlu Işığını uyumlu bir şekilde kullanan Feanor, silmaril denen o elmasları yarattı. Morgoth belli etmemesine rağmen Silmarilleri sevdi aynı zamanda da onu yapan Yüce Feanor dan nefret etti. Tanrılar bile; işlerinde kullanabilmek için Laurelinin ışığını fazla terbiye edememişlerdir. Denir ki; sadece ilk zanaatkarlar, ki bunlara Feanor da dahildir, Altın ışığı terbiye edişindeki sırrı biliyorlardı. (şimdi ise nerdeyse yok denecek kadar sayıları az olan bu zanaatkarların bilgelikleri ve yetenekleri yaşlarıyla doğru orantılıdır.)
Lakin bazı yüce eserler vardır ki sadece bir kez yapılabilir, Tanrılar için bile olsa. İşte Valinorun geniş düzlüklerini aydınlatan Ağaçlar da Tanrıların bir kez yapabildiği kadim bir eserdir. Fakat Morgothun zehirli sözleri, Ardanın şekillenişi sırasında Dünyaya inen ve dev bir örümcek vücudu içine kötü bir ruh hapsedilmiş olan Ungoliantın zehriyle birleşti ve Ağaçlar bir daha ışıldamamak üzere zehirlendi. Ama kötülüğü bu kadarla da bitmedi Feanorun büyük bir emekle yaptığı, içine ruhundan bir parça kattığı silmarilleri (her şey den daha çok arzuladığı) ve daha nice eşi benzeri olmayan elmasları alarak kaçtı. Bu olaydan sonra karanlığa bürünen Aman da yaşayan herkes yasa boğuldu. Ağaçların iç parçalayan halini gören Tanrılar ağladılar ve matem tuttular. Fakat yürekleri öfkeyle doldu. Eldarın çoğu ise Morgothdan korktu, ama tek bir Elf artık dünya üzerinde parlayan ışığın canlı bir şekilde yayıldığı silmarilleri çalan, ruhunu parçalayan Morgotha nefret duydu.
İşte orada, Tanrıların ağaçların yanında, yas tuttukları zamanda, elflerin şehri Korda, Noldorun güçlü karanlığı aydınlatan cılız meşaleleri altında, sert yüz ifadesini belirginleştiren çatık kaşları, karanlıkla yarışan siyah gözleri, suratının ortasında muazzam bir güzellikte duran ince kemerli burnu ve iri vücudu, çekiç kaldırmaktan aşırı derecede kaslaşmış olan kolları, nasırlı ama şaheser yaratan elleri olan, Ungoliantın yarattığı yoğun sisin dağılmasını sağlamak için Manwenin nefesi sayesinde odun alevinin ışığı altın da savrulan altın sarı saçlarıyla Feanor tüm heybetiyle halkının karşısına çıktı. Denir ki; Feanor, Noldorun prensi, halkına öyle bir konuşma yapmıştı ki Noldoru (bir ulusu andıran kalabalığıyla) Morgothu kovalamak için arkasından Doğunun karanlık topraklarına gitmeye ikna etmişti, çünkü Feanor sözcüklerin efendisidir ve sözleri her ne kadar da Eldarın bir üyesi de olsa Tanrılar kadar büyülüdür.
İşte orada yemin ederler gün doğmadan ölümü getirmek için silmarilleri çalanlara, saklayanlara veya elinde tutanlara, ve sonrada Amandan ayrılmak için gemilerini vermeyen Solosimpiyi katlederler. İşte budur akraba kıyımı, bu yüzdendir Eldarın Noldora duyduğu öfkesi, hiçbir denizcinin (Tek biri hariç) geçemeyeceği büyülü adaları yapan, hiçbir dağcının tırmanamayacağı pürüzsüz dağları bir duvar gibi yükselten, dünyada ki tüm yollardan kısa olan ölüm yolunu yapan, işte budur Tanrıların Valinoru saklamaları. Earendilin ise Batıya ulaşma umudu. İşte budur Melkorun zülmü.
Güneşin cılız ışıkları Earendilin dar ama kullanışlı kamarasının penceresinden sabahın geldiğini haber verircesine içeri dalıyor ve tüm gece boyunca uyuyamamış olan Elwingin sarı saçlarına çarparak altın gibi parlamasını sağlıyordu. Elwing gemiye geldiğinden beri çok az yiyor ve neredeyse hiç uyumuyordu. Şüphesiz halkını ve tutsak oğullarını düşünüyor, onlar için dua ediyordu. Kamarasından nadiren çıkan Elwing boynunda taşıdığı Silmarili; artık tek umutlarının Batının Efendilerinden yardım istemek için Valinora ulaşmak olduğunu düşünen kocası Earendile vermişti. Earendil Silmarili alnına takmıştı. Tayfaları hayrete düşüren olaysa: Çoğu kişinin dokunmaya bile cesaret edemediği, en cesurlarının dokunduğunda bile derilerinin parlak alevin ateşiyle yandığı, Valinorun kutsal ağaçlarının uyumlu ışığını içinde barındıran bu küçük elmas nasıl olmuştu da Earendilin kendisine dokunmasına, hele alnına takmasına izin vermişti. Tayfaların emin oldukları tek şeyse Silmarilin Earendilin bedenine güç verdiği, ruhunu beslediği ve onu ışığıyla tanrısallaştırdığı idi. Çünkü Earendil günler boyunca Huş ağacının ak ahşabından yapılmış, parıldayan gemisi Vingilotun altın pruvasında bir heykel gibi duruyordu ve nadiren oradan ayrılıyordu. Karanlığın hüküm sürdüğü gölgeli denize karşı tek başına göğüs geriyor, gölgelerle savaşıyor ve onları yeniyordu. Mücevherin gücü yardımıyla, Eärendil sarp kayalıkların dalgalar tarafından acımasızca dövüldüğü bir yerden geçerek daha önce başaramadığı şeyi, ağ gibi denizin üstünü kaplayan büyülü adalardan geçmeyi başarmıştı Bu adalar Gölgeli denizlerde Vaların isteğiyle Osse tarafından yükseltilmişti. Herhangi bir tekne aralarından çok zor geçerdi, çünkü dalgalar tehlikeli sesler çıkararak, sonsuza dek sislerin içinde gizlenen karanlık kayaların üzerinde soluklanıyorlardı. Alacakaranlıkta denizcilerin üzerinde büyük bir yorgunluk, denizden nefret gelirdi; adalara bir kez ayak basan herkes orada tutsak edilir ve Dünyanın değişimine dek Ossenin eşi Denizlerin Hanımı Uinen tarafından tatlı bir melodiyle uykuya dalarlardı.
Geminin tayfaları Vingilotun altın pruvasında duran efendilerinin Batıya ulaşmak için gösterdiği hırsı, yaptığı fedakarlıkları ve Silmarilin en derinde olsa bile görülebilen parıltısından çıkan enerjiyi gördüklerinde hayrete düşüyorlar ve hiç olmazsa yüreklerindeki hüzün biraz diniyor, acıları nefrete, sevgileri hırsa dönüşüyordu. Artık onlarında tek bir amacı vardı; Batı Efendilerinin diyarını bulmak ve sonrada Maedros ve Morgothdan intikam almak. Şüphesiz ki amaçlarına ulaşmak için Earendil yaptıklarıyla onlar için eşsiz bir liderdi.
Sıcaklığını iyice hissettiren güneş ışıklarının parlaklığı ufku gözlemek için Vingilotun ana direği üstüne çıkmış olan Ak Aerandilin solgun cildini parlatıyordu. Fakat Aerandilin Ak lakabı ona teninin bu denli beyazlığından dolayı verilmemişti. Kalbinin temiz olmasından dolayı verilmişti. Çünkü o tüm dostları tarafından dürüst, çalışkan, ailesine bağlı bir kişi olarak tanıyordu ve Earendil bu lakabın ona uygun olduğunu çok iyi biliyordu.
Aerandil uçsuz bucaksız ufku gözlerken kendini düşüncelere kaptırmıştı. Karısı Güzel Narenendeli düşünüyordu. Acaba yerine getirilmemiş yeminin ağırlığı altında kalan Maedrosun kalbinin hışmına mı uğramıştı? yoksa kaçmayı başarıp Cirdanın gemileriyle hür hakların son temsilcisi Kral Gil-Galadın şehri Balara mı ? sığınmıştı. Tabii ki kalbi ikinci seçeneğin olmasını istese de, bu düşüncelerin içini kemirmesinin engelleyemiyordu. Yaşadıkları şeyler onu o kadar üzmüştü ki, Silmarilin kutsal ışığının parçacıkları bile bu hüznü silemiyordu. Aerandilin düşünceleri, gözlerini sonsuz ufkun Batısına boş boş bakmaya zorluyordu. Ancak birkaç dakika sonra ufkun sonsuzluğuna ve boşluğuna bakmadığını anladı. Çünkü güneşin tüm parlaklığıyla göründüğü bu öğle saatinde güneşten daha parlak bir şekil yeşil gözlerine adeta ben buradayım diyormuşçasına parlıyordu. İlk başta bunun bir yıldız olduğunu düşündü. Fakat sonradan eğer bu bir yıldızsa neden göktekiler gibi yüksekte ve asılı değil dedi kendi kendine ve gerçek birkaç dakika sonra Sulimo Manwenin nefesiyle yelkenlerin gemiyi hızlı bir şekilde ilerletmesiyle anlaşıldı. Aerandil geminin altın pruvasında duran Earendile telaşlı ama bir o kadar da heyecanlı bir sesle:
- Efendim! Dedi.
Earendil:
- Ne var? Aerandil, elf gözlerin neler görüyor söyle bana!
- Eğer elf gözlerim beni yanıltmıyorsa efendim ileride büyük bir ada var ve güneşin içinde değişik ama bir o kadar da tatlı bir tonla parıldayan Kadim Ak Kuleler görüyorum.. sanırım bu Valimar, Evet Valimar olmalı çünkü hiç bu kadar güzel parıldayan ak kuleler görmemiştim, sonunda bulduk. Dedi.
Sevinçten neredeyse geminin ana direğinden düşecek olan Aerandil son anda yelkene bağlanan halatlardan birine tutunmayı başardı. Fakat Earendil hiçbir tepki vermedi ve tekrar eski yerine, geminin pruvasına doğru ilerledi. Aerandil yaptığı hatanın ancak birkaç dakika sonra farkına varabildi. Çünkü ağıtlarda ve atalarının küçük ve deneyimsiz bir elfken ona anlattığı hikayelerde, Amanın kıyılarına ulaşmadan önce bir adanın olması gerektiğiydi. Bu ada Eldamar koyunda, dış denizlerin ve tüm akarsuların Tanrısı Ulmo tarafından yaratılmıştı. Eldarın üç soyunun Valimara gitmek için kullandığı ve Eldarın denizlerin kralı, Ulmonun maiyeti Osse tarafından çok sevilen klanı olan Telerinin Valinora gitmeden önce uzun bir süre yaşadığı, Ak kuleleri, güneşin ışıklarının Orta Dünyadan olmayan bir güzellikle parlayan bu adanın adı Yalnız adaydı. Valinorun saklanmasından sonra Teleri gemilerinin dışında hiçbir geminin bulamadığı bu ada Eldar dilinde Tol Eréssa olarak bilinirdi. Ama kim bilebilirdi ki; Melko ile yapılan büyük savaşların ve Gondolinin yıkılışının ardından, Çağlar önce Teleri elflerinin Eldamar Koyuna göçmesiyle beraber, uzun zaman boş kalan Tol Eressea adasının; Orta Dünyayı terk ederek Batıya dönen pek çok Noldor ve Sindarinin yeni yurdu olacağını, adanın tam ortasına ağaçlar tarafından kuşatılan bir şehir inşa edeceklerini, Amanda ki Korun anısına Bu şehrin adını Kortirion koyacaklarını ve efendileri İngwe oglu İngil tarafından diğer beyaz kulelerin parıldamasını yutacak kadar görkemli ve o ana kadar görülmemiş yükseklikte gri bir kulenin yükseltileceğini, ayrıca Dönen elflerin yerleşmek için adayı seçeceğini, adayı Aman topraklarının Doğu ya bakan son penceresi olarak göreceklerini.Ve bu pencereden hala Doğuyu, her gün doğudan yükselen ışıkları izleyen gözlerin olacağını kim bilebilirdi.
Şiddetini arttıran rüzgar geminin inanılmaz bir hızla ilerlemesinin sağlıyordu ve adaya iyice yaklaştıkları bir anda Earendil Vingilotun pruvasından ayrılarak, sevinçten havalara uçan ve aynı zamanda da dümenin kontrolünü sağlamaya çalışan tayfalarının yanına gitti. (geminin dümeni diğer gemilere nazaran daha büyüktü ve çok iri yapılı insanlar hariç, ki buna Earendil de dahil, ancak iki kişi kontrol edebiliyordu. Dümen dayanıklı ve sert bir ağaç olan gürgenin ince elf ellerinde büyük bir ustalıkla yontulmasıyla yapılmıştı. Büyük bir daireyi andıran bu dümenin etrafında değişik, altın ve yarı kıymetli taşlarla süslenmiş Tanrısal deniz betimlemeleri yer alıyordu. Bu betimlemelerde hemen dikkati çeken Suların Efendisi Ulmoyu temsilen, mavi-yeşil akit taşlarıyla bezenmiş, kenarları altın kaplamalı uzun bir trident figürü vardı. İnanışa göre bu trident denizcileri kötü güçlerden, bilhassa Ossenin kızgınlığından koruyordu. Diğer dikkati çeken betimleme ise; altın renginin mavi taşlarla süslenip bezenmiş olan dev bir balinanın, Uin, figürü vardı. Bu balina Ulmonun hayvanı, sadık hizmetkarı ve en yakın dostu olmasıyla birlikte gölgeli denizlerin gölgelerinde kaybolmuş denizcilere yardım ettiğine inanılıyordu. Dümenin aşağıya doğru inen bir kıvrımında ise; Earendil tarafından zarif bir el yazısıyla kazınmış elfçe bir yazı dikkati çekmeye değerdi. (Dolen-i Vad onin: Yolum benden gizlenmiş) Earendil bu yazıyı Batıya yaptıkları yolculuğun başarısızlıkla sonuçlandığını anladıktan sonra büyük bir hüzünle kazımış ve ardından geminin pruvasını doğuya doğru çevirmişti.)
Tayfalar sevinçlerinden yerlerinde duramıyorlardı, çünkü uzun zamandan sonra bir kara parçası görüyorlardı ve nihayet biraz dinlenebileceklerdi. Fakat Earendilin (onların aksine) katı varlığını hissettiren ve düşünceli görünen suratı onların sevinçlerini kursaklarında bırakmıştı. Anlaşılan bir sorun vardı.
- Efendim ters giden bir şeyler mi var? Neden bu kadar endişelisiniz? Dedi Falathar şaşkın bir ses ifadesiyle.
- Erzağımız ne durumda? Dedi Earendil. Anlaşılan Falatharın gür sesini duymamıştı yada duymamazlıktan geldi.
Tayfalar bu soruya çok şaşırmışlardı. Anlaşılan akıllarından en son geçen, olmasını istemedikleri için hiç ihtimal bile vermedikleri bir olay gerçekleşecekti. Bu sefer sessiz Erellont sessizliği şaşkın konuşmasıyla bozdu.
- Yiyecek stokumuz bizi uzun bir süre idare eder fakat güneşin bu sıcaklığı devam ederse suyumuz 3 güne kalmaz biter. Dedi efendim kızmayın ama bu soruyu neden sordunuz? Yalnız Adadan her ihtiyacımızı karşılaya biliriz. Bunun bir sorun olacağını zannet mi yorum.
Earendil tayfaların şaşkın ve endişeli bakışları altında sessizliğini korudu. Bir müddet düşündükten sonra:
- Vingilotun pruvasını Batıya çevirin, tam yol ileri. Dedi
Earendilin bu son sözleri şaşkınlığın daha da artmasına ve bununla birlikte ikinci bir sessizliğe sebep oldu. Tekrar, sessizliği bozan Sessiz Erellont oldu.
- Ama neden? Efendim, bedenimiz çok yoruldu, ruhumuz hüzünlü, neden burada biraz dinlenmeyelim, ne kaybederiz ki?, ayrıca hemen yola çıksak bile suyumuz yetmeye bilir. Tamam bende Amanın yakında olduğunu biliyorum. Fakat ya tahmin ettiğimiz kadar yakında değilse? O zaman ne yapacağız? Susuzluğun pençesinde ölümümü bekleyeceğiz? Dedi.
Earendil sakin bir tavırla cevap verdi:
- Burada oyalanamayız. Çünkü bizler ölümü ve köleliği reddeden iradenin umutlarını taşıyoruz. Diyen Earendil konuştukça sözcüklere hükmeden sesi giderek artıyor ve tayfaların kalbine işliyordu.
- burada oyalanamayız. Çünkü bizler Eldarın ve Edainin hür haklarını ve kaderini taşıyoruz. Burada oyalanamayız ÇÜNKÜ BİZ VALİNORUN KURUYUP GİDEN AK AĞAÇLARININ UYUMLU IŞIĞINI TAŞIYORUZ. Dedi.
Ve bu etkileyici konuşmasıyla tayfalarına cesaret verdi. Sonunda geminin kuğu biçimi verilmiş altın pruvası yüzünü tekrar Batıya döndü. Earendil alnındaki Silmarili uzun bir zamandan sonra tekrar çıkardı ve demir bir kutuya koyduktan sonra kapağı kilitledi. Earendil geminin ortasında bulunan dar ama kullanışlı kamarasına girdi. Solgun görünen Elwing içeri giren kocasına karşı en ufak bir tepki vermedi. Çünkü o kamaranın penceresinden, uzaklaşan Tol Eresseaya bakıyordu ve sonra sanki aynı şeyleri söylemekten bıkmış bir ses ifadesiyle adalara bakarak arkasındaki kişiyle konuştu.
- Ah Falathar ah. Yine mi? Bu kaçıncı yemek getirişin bana, sana daha öncede söylemiştim anlaşılan yine dinlememişsin. Kulaklarını iyi aç ve dinle o zaman:
BEN, ŞU ANDA AÇ DEĞİLİM, AÇ OLURSAM ŞAYET KENDİ YEMEĞİMİ KENDİM ALABİ... tam sözünü bitirecekti ki bir el onun zarif kolunu tuttu ve arkasına çevirdi. Elwing konuşmak istedi ama odada sadece sen... kelimesi cılız bir şekilde duyulabildi. Çünkü karşısında ki kişi kocası Earendildi ve ona fırsat vermeden dudaklarına yapışmıştı. Elwing ihtiyaç duyduğu enerjiyi kocasının dudaklarından almış gibiydi ve Earendilin güçlü kolları arasına kendini bıraktı. O sırada Sulimo Manwenin nefesi dar ama kullanışlı kamaranın kendisi kadar dar penceresinden girdi ve üzerine askılı bir elbise giymiş olan Elwingin sol omzunun askısını aniden düşürdü. Bir an öpüşürken kapattığı gözlerini açıp Earendille göz göze gelen Elwing, onun kendisini yatağa taşımasına ses çıkarmadı. Ee ne de olsa kocasıydı ve kutlu ışığı taşıyordu.
Tol Eresseadan ayrılalı iki gün olmuştu ve öğlen vaktiydi. Falathar her zamanki gibi Geminin altın pruvasında alnında Silmarille Batıya bakan efendisine doğru ilerledi. Halinden tereddüt ettiği belli olan Falathar Earendilin yanına geldiğinde:
- Efendim, rahatsız ettiğim için beni bağışlayın ama suyumuz bitmek üzere ve Aerandilin elf gözleri ufkun sonsuzluğundan başka bir şey görmüyor. Artık geriye de dönemediğimize göre ne yapacağız.? Dedi
- Sabredin Falathar, sabredin, hissediyorum çok yaklaştık, su meselesine gelince eminim Tanrıların yardımıyla bu sorunu da halledeceğiz. Dedi.
Yarım saat geçti veya geçmedi güneşin yakıcı ışıkları bulutların arkasına gizlendi ve tatlı bir rüzgar tenlere değdi. Birkaç dakika sonra hafif bir yağmur çiselemeye başladı. Bu durumu gören tayfalar sevinçle doldu ve bulabildikleri işe yarar şeyleri yağmur suyunu doldurmak için kullandılar. Artık tayfaların içi rahattı çünkü gördükleri kadarıyla göklerin efendisi onların gelişini dört gözle bekliyordu.
Tol Eressea dan ayrıldıklarının 3. günün şafak vakti ana direğin üstünde nöbet değişimi yapılmıştı. Nöbeti devralan yeşil gözlü, uzun boylu, beyaz tenli, ince, kemerli burnu, uzun kulaklarıyla heybetini tamamlayan bu yüz Ak Aerandile aitti. Ana direğin en üstüne çıkmış olan Aerandil güneşin doğuşunu izlemek için bir an bakışlarını doğuya çevirdi. Güneş engin denizin sonsuzluğunu aydınlatmakta pek gecikmedi. Aerandilin gözleri güneşin ilk ışıkları karşısında kısılmadı. Çünkü onlar Silmarilin kutlu ışığına alışmıştı ve güneş onun gözlerini pek etkilemiyordu. Güneşin doğuşunu büyük bir hayranlıkla seyreden Aerandil bakışlarını ensesinin tatlı sert sabah rüzgarıyla okşandığı batı tarafına çevirdi. Fakat ufku gören gözleri gördüğü manzara karşısında fal taşı gibi açıldı. O kadar şaşırmıştı ki, olduğu yerde donup kalmıştı. Ve ne yapacağını bilemiyordu. Ancak birkaç dakika sonra gördüklerinin bir rüya olmadığını anlayıp aklı başına gelince tüm gücüyle bağırmaya başladı.
- Uyanın, uyanın, bulduk bu o, Amanı bulduk, Valinora geldik, Ak kıyılara ulaştık.
Earendil geminin pruvasından ayrılarak Aerandilin yanına çıktı. Şimdi o da heyecanlanmıştı. Çünkü o ana kadar hiçbir insanın görmediği şeyleri görüyordu. Karşısında hiç bu kadar yükseğini görmediği dağlar olan Pelori dağları bulunuyordu. Anlatıldığına göre Valar Amana varır varmaz Morgoth ve emrindekileri uzak tutmak için kuzeyden güneye hilal biçimli, Pelori dağları adı verilen bir duvar yaratmışlardır. Dünyadaki en yüksek dağlar olan duvarların keskin uçurumları derin, bir bıçak kesmişçesine pürüzsüz yüzeyleri karanlıktı. Ve işte orada, sıra dağların en yükseği olan, zirvesinde Manwe ve Vardanın sarayının ve tahtının bulunduğu Taniquetil bulunuyordu. Onun heybetli zirvesi Oilosse (Ebedi-kar-beyazı) yıl boyunca erimeyen ve hiçbir yerde bu kadar beyaz ve saf olmayan karlarla kaplıydı ve onlarında üstünde büyük ve yüce kartallar uçuşuyordu. Gemi ak kıyılara doğru biraz daha yaklaşınca orta dünyadaki sonradan doğanların sadece rüyalarında dar bir patikadan yolculuk ederek ulaşabildikleri ak kıyıların gerisinde, Valinorun saklanışından sonra Pelorinin duvarı andıran ardı arkası gelmez sıra dağları arasında, bir geçit bulunuyordu (iki dünyayı birbirine bağlayan bir geçit). O geçitten, denizin engin sularından bir anlık görülebilen yeşil bir tepe görünüyordu. Elflerin Kor diye adlandırdıkları, üzerinde bir zamanlar bir ulusu andıran kalabalığıyla Noldorun bulunduğu şimdi ise; çok azının yaşadığı, gümüş kubbeleri, ak kuleleri, elmas tozuyla parıldayan sokaklarıyla Kadim Tirion bulunuyordu.
Denir ki; Vaların, Valinorun saklanışı sırasında, o geçidi kapatmamasının sebebi, sadık Eldar yüzündenmiş, çünkü Finarfin hala yeşil tepe üzerindeki (Kor) Tirion şehrinde kalan Noldoru yönetiyormuş ve elf ırkından olan herkes, hatta Vanyar ve efendileri İngwe bile, zaman zaman dışarıdaki havayı, denizin üzerinden doğdukları topraklardan gelen rüzgarı solumalıymış; ve Valar, Teleriyi akrabalarından tamamen ayırmamış.
Tatlı-sert esen rüzgarın yelkenlerine can verdiği Vingilot, görülmemiş bir hızla ak kıyılara, Eldamar koyuna, doğru ilerliyordu. Denizin üzerinde adeta uçan Vingilotun güvertesi bayram yerine dönmüştü. Genç Erellont ve Geniş yüzlü Falathar dans etmeye başlamışlardı. Aerandil ise soğuk kanlılığını korumaya çalışıyor ve onları izliyordu. Işıtısı artık gözleri kör edici bir parlaklığa ulaşmış olan Silmarili alnından alan Earendilin suratı ciddi ve sıkıntılı görünüyordu. Ama neden? Onun da diğerleri gibi sevinmesi, dans etmesi gerekmiyor muydu, çünkü onlar (Solosimpi hariç) hiçbir denizcinin ulaşamadığı Aman kıyılarına, Tanrıların Kutlu diyarı Valinora ulaşmamışlar mıydı? Earendilin bu hüzünlü haline bir anlam veremeyen tayfalar hayrete düştüler ve moralleri birden sıfıra indi. Çünkü en son Earendilin ciddi yüz ifadesini gördüklerinde sevinçleri şimdiki gibi kursaklarında kalmış ve Tol Eressaya ayak basamamış sadece bakmakla yetinmişlerdi. Anlaşılan yine bir sorun vardı.
|
|