J.R.R. TOLKIEN ve J.K. ROWLING
Tarih: Aralık 28, 2003 - 11:00:05
Konu: LOTR / J.R.R. Tolkien


Herşeyden önce belirtmeliyim ki, bu yazi, LOTR - HP arasinda bir “karşilaştirma / kapiştirma” yazisi degil. Olay, her iki fantastik kurgu eserinden de büyük keyif almiş bir okurun durum tespitinden ibaret. Zaten kronolojik olarak daha sonra gelen HP için “LOTR taklidi” demek, bu özgün yapita haksizlik olur. Bu yazidan bir sonuç çikarmak için israr edecek olursak varacagimiz yargi, ancak fantezi edebiyatinin genel özellikleri hakkinda olabilir.

Hemen her büyük yapıtta olduğu gibi LOTR ve HP’da ilk göze çarpan şey, bu eserlerin derin felsefi soru ve kavramlar üzerine kurulmuş ve geliştirilmiş olması. LOTR için ilk anda akla gelen “güç” kavramı, HP’da da kendini sıkça gösteriyor. Özellikle de güç ve irade arasındaki bağlantı açısından iki eserin de aynı yolda olduğu söylenebilir: Kahramanlar, iradeleri ile verdikleri savaştan galip çıkmadıkça güçlerini sınamış sayılmıyorlar. Buna en belirgin örnek olarak LOTR’deki Tek Yüzük’ü ve HP - Felsefe Taşi’ndaki Kelid Aynasi’ni gösterebiliriz. Yüzük sahibine güç verdigi gibi sonsuz bir yaşam da sunuyor; Kelid Aynasi da ona bakan kişinin en büyük arzularini göstererek büyük bir mutluluk veriyor. Harry aynada ailesini gördügü için Voldemort, Felsefe Taşi karşiliginda ona bu istegini vaadediyor. Frodo ise yolculugu boyunca Yüzük’ü takmamak için kendiyle savaş halinde. Kahramanlar, vaadedilen bu “kolay” mutluluklara karşi koymayi başardiklari anda hikayenin kaderi de önemli ölçüde degişiyor.



LOTR ve HP’da karşimiza çikan bir diger önemli konu da “yaşam - ölüm - ölümsüzlük” üçgeni içinde ele alinabilir. LOTR’de Elf irkinin ölümsüzlügü ve Numenor Krallari tarafindan buna duyulan özlem, bu üçgenin içini dolduran önemli noktalar. Bir anlamda “Tanrının, Iluvatar’ın, Çocukları” olan Elfler, ölümsüz olmayı gerçekten de isteyip istemediğimizi sorarcasına bize bakıyor sayfaların arasından. Numenor’un taşidigi özlem, HP’da düşmanin “ölümü fethetme” arzusuyla karşimizda. Buna ek olarak, Felsefe Taşi’nin sonsuz yaşam iksiri için kullaniliyor olmasi ve Voldemort’un taşi bu yüzden istemesi, ilk andan itibaren Tek Yüzük’le ve ömrüne ömür kattigi karakterlerle birlikte anilabilir. Örnegin, Voldemort yaşamak için başka bedenlere ihtiyaç duyuyor ve Ateş Kadehi’nin sonuna kadar bir bedene bürünemiyor, hizmetkarlarının bedenlerinde deyim yerindeyse “sürünüyor” ama varlığını da sürdürüyor. Aynı şekilde Sauron da bedensiz, “göz” formunda, düşüncelerini dile getirecek bir “agzi” var, Palantir yoluyla da iletişim kuruyor; ama ortada Sauron yok, yalnızca düşüncesi ve iradesi söz konusu; herşeyi hzimetkarlari araciligiyla yapiyor. Bu durumda üçgenimize bir ilave yaparak “varlık - irade ilişkisi”ni de işin içine katabiliriz.

Hazır Felsefe Taşı ve Tek Yüzük’ün adları anılmışken, bu iki nesne arasındaki ilginç benzerliklere de değinelim: Bu iki “arzulanan” nesnenin kullanılmaları, büyük felaketlere neden olabiliyor. Bu arada, biz okuyuculara da “gücü istemek, gücü kullanmak” gibi konular hakkında düşünme fırsatı çıkıyor. Bu nesneler arasındaki bir diğer benzerlik de yapıcılarıyla aralarındaki bağ: Felsefe Taşı’nın yapan Nicholas Flamel’in, bu taşın yok edilmesi sonucu yaşamından olacağını biliyoruz ve aynı ilişki, Tek Yüzük ile onu yapan Sauron arasında da mevcut. Yalnız, arada önemli bir fark var: Flamel’in kaderi yaptığı nesneye bağlı değil. Flamel, yaşam iksiri için kullandığı Taş yok edilince, ömrünü uzatan bu iksirden mahrum kalacak ve “doğal” yolla ölecek; ancak Sauron’un kaderi tamamen Yüzük’e bağlı ve Yüzük yok edildiği anda yapıcısı da bunun etkisini yaşayacak.

Yukarıda bahsi geçen tüm bu felsefi kavramların dışında, her iki eser de güçlü edebi yönleriyle ilgi çekiyor. Her ne kadar HP çocuk edebiyatının en iyileri arasına girmişse de, kendine has fantastik bir dünyası olan bu eseri (çıkış noktası Hobbit gibi bir çocuk kitabı olan) LOTR’den çok farklı bir yere koymuyorum. Şimdi, bu iki eserde karşımıza çıkan “edebi yaratımlar” arasında bazı ilişkiler saptayalım:

HP’da, az önce üstünde durulan Elf ırkını andıran bir yaratım göremiyoruz. Yine de kusursuz Elfler ile safkan Slyterinler arasında “tipleme” olarak bir ilgi kurmak mümkün. Ancak bu, Elf ve Slyterin tiplerinin taşıdıkları “soyluluk, kibir, mükemmeliyetçilik” gibi kavramlardan öteye gidemez; hele ki “iyilik - kötülük” anlamında bir ilgi hiç kurulamaz. Çünkü, biliyoruz ki, LOTR’de Elfler deyim yerindeyse “kutlu ırk” olarak sunuluyor. Oysa HP’da Slyterin topluluğu, karanlık büyücüler çıkaran “günah keçisi” durumunda. Eserlerin sinemaya aktarımında bu “tiplemeler” arasındaki benzerlik “kusursuz fizik, soğuk tavırlar, kibir ve asil hareketler” ile kendini yeterince gösteriyor. Orta Dünya’da ırklar arasında yaşanan çekişmeleri ve bunların “söz düelloları” şeklinde dile getirilişlerini, Hogwarts’da 4 ayrı bina ve özellikle de bunların Quidditch takımları arasındaki rekabet ile hatırlıyoruz. Buna paralel olarak, “Muggle - sever” Gryffindorlar ile “gönlü şen” Hobbitler arasinda benzerlikler bulmak olası. Zaten kahramanlarımız, Harry ve Frodo da bu iki topluluktan seçilmiş bireyler. Ayrıca, kahramanlarımızın başka benzerlikleri de var:

İkisi de öksüz ve yetim olan Frodo ve Harry, akrabaları tarafından büyütülüyor. Elbette sevgi dolu bir ebeveyn olan Bilbo’yu, Harry’nin hayatını cehenneme çeviren Dursley’lerle bir tutmuyorum; ama küçük yaşta anne ve babasını kaybetmiş olan Tolkien ve eşinden ayrılıp çocuğunu bir ebeveyninden yoksun büyütmeyi seçen Rowling'in kahramanları arasındaki bu benzerliği de şaşırtıcı bulmuyorum. Bunun yanında, her iki yazar da, baş karakterin dogum günüyle başliyor anlatisina. Hatta LOTR'de bu kullanima iki kere rastlıyoruz: Hem eserin başındaki “Dört Gözle Beklenen Davet” bölümünde, hem de Frodo’nun yola çıkmak için (kendisinin ve bir önceki taşıyıcı Bilbo’nun) doğum gününü bekleyişinde. Buna paralel olarak, Harry’nin de doğum gününde Hogwarts’a doğru yola çıktığını belirtmek gerek. Bir çift söz de, bu iki kahramanın düşmanları arasındaki benzerlikler hakkında söylenmeli: Sauron ve Voldemort, kendi dünyalarında adları dahi anılamayacak kadar korkunç düşmanlar ve biri “O” diye anılıyor, diğeri ise “Kim Olduğunu Bilirsin Sen” olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca, kahramanlarımızın düşmanlarıyla bağ kurma biçimleri arasında da benzerlikler var: Biliyoruz ki, Frodo Yüzük’ü taşıyor olduğu için onu kendinden önce taşıyanlara ve en önemlisi de onu yapana bir şekilde bağlı. Bunun benzeri olarak, Voldemort Harry’yi öldürmeye çalışırken (istemeden de olsa) ona kendi gücünün bir bölümünü aktarıyor; böylelikle Harry zaman zaman onu rüyasında görebiliyor ve düşmanı da onun zihnini etkileyebiliyor. Bu bağların önemli bir parçası da Frodo ve Harry’nin bedenlerindeki hasarlar: Frodo, düşmanın bıçağıyla ömür boyu taşıyacağı bir yara alıyor; ama durum benzer bir yarayı bebekliğinden beri taşıyan Harry için biraz daha zor: Çünkü ona sık sık acı veren yarası hikayede önemli bir yer tutuyor (Tabi ki burada hangisinin hasarının daha büyük olduğunu sorgulamayacağız.).

Kahramanlarımız arasındaki bir önemli benzerlik de maceralarında onlara yardımcı olacak dostlarının bulunması. İki öyküde de arkadaşlık üzerine söylenebilecek hemen herşeyi bulabiliyoruz. Yardımcı karakterler arasındaki benzerliklere gelince... önce yakın dostlardan başlayalım: Frodo ve Harry'nin maceraları sırasında en büyük yardımcıları kuşkusuz ki Sam ve Ron. Bu iki güvenilir dost, başlangıçta göze pek faydalı gelmeseler de, olaylar ilerledikçe kendi içlerinde gelişerek büyük işler başarıyorlar. Onların değişimi, bizler için başlı başına birer "olgunlaşma öyküsü" olsa gerek. Yardımcı karakterlere dair bir ortak nokta da, Legolas ve Gimli'nin başlangıçta kanlı-bıçaklı olup zamanla birbirlerinin farklılıklarına hoşgörü göstermeyi öğrenmesi. Bunun benzerini, Ron ve Hermione arasındaki atışmalarda da görebiliyoruz. Bu çekişmeler, bir yandan da güldürü öğeleri olarak okuyucuyu rahatlatıyor. Bir başka önemli konu da, kahramanlarımızın arkadaşlık kurdukları yetişkinler... Frodo, Yolgezer olarak tanıdığı Aragorn'a büyük bir güven duyuyor. Dört Hobbitin Ayrıkvadi'ye ulaşması konusunda Aragorn'un çabası küçümsenemez. Maceranın sonraki bölümleri için de diyebilirz ki, biri Hobbitleri taşıyacaksa Frodo mutlaka Aragorn'un sırtında gidiyor; kayıklara dağılacakları zaman Frodo yine Aragorn'un bulunduğu kayıkta yolculuk yapıyor. Aynı şeyi, Azkaban Tutsağı ve sonrasında Harry ile "vaftiz babası" arasındaki ilişki için de söylemek mümkün. Başı sıkışınca ona danışmak isteyen ve onu gerçek bir baba gibi görüp zaman zaman özleyen Harry, bu sevgisiyle "babasının en iyi arkadaşı" için büyük bir tehdit oluşturuyor. Frodo ve Harry'nin bu iki yetişkinden aldıkları yararlı öğütleri de unutmayalım. Yine yardımcı karakterler demişken, her iki kitapta da beklenmedik yerlerden gelen beklenmedik yardımlar ile şaşırmak olası. Yaşlı Orman'da ve Höyük Yaylaları'nda Bombadil'in Hobbitleri kurtarması ve Galadriel'in Lothlorien'de kardeşliği ağırlayıp onları öyküde önemli yer tutan hediyelerle uğurlaması, LOTR'in keskin virajlarından denebilir. Harry içinse Gryffindor bina sorumlusu Profesör McGonnagall'ın önemi yadsınamaz: Cezalandırılmayı beklediği sırada Gryffindor Qudditch takımına arayıcı olması, Şamarcı Söğüt'e zarar verdiği için okuldan atılması gerekirken daha hafifi bir cezayla yırtması gibi konular bunun en büyük kanıtı.

Karakterler konusunda son olarak, tüm yardımcı karakterler arasında özel bir yer tutan "akıl hocalarımız"a değinmeden geçmeyelim: Gandalf ve Dumbledore, temsil ettikleri kavramlar anlamında birbirlerine çok yakın iki karakter. Bu iki büyücü de yılların deneyimiyle olaylara bakıp çoğu yerde son sözü söyleme misyonuyla yüklenmişler. Ayrıca güçlerinden ve büyüklüklerinden beklenmeyecek derecede az başvuruyorlar büyüye. İşlerini bir "hokus pokus"la halletmek yerine, düşünüp taşınıyor ve kafalarını kullanıyorlar. Elbette kendilerine bahşedilmiş bazı "görü"leri gözardı edemeyiz. Yine de bu iki önemli karakterin bizlere anlattığı çok önemli birşey var: "aklın önceliği ve üstünlüğü" LOTR'de Gandalf, Frodo'yla konuşurken ya da kendine dair seçimlerini yaparken büyüye fazla başvurmuyor. Uzun uzun düşündüğü, olayları araştırdığı, ölçüp biçtiği gün ve geceleri anlatmaya burada zamanımız yok. Aynı şekilde Dumbledore'un da Harry'ye verdiği öğütlerle yardımcı olduğunu görüyoruz; ama nedense(!) Zümrüdüanka Yoldaşlığı'nın son bölümü hariç onu büyü yaparken görme şansı bulamıyoruz. Elbette etrafı görmek için asanın ucundan çıkan bir küçük ışık huzmesi gibi basit büyülerden bahsedilmiyor burada; olayların akışını etkileyecek kadar ciddi durumlarda ve yol ayrımlarında, nadiren büyüye başvurulmasından dem vuruluyor.

Karakterler dışında bazı ayrıntılar arasında da ilgi kurmak mümkün. Örneğin LOTR'in Shelob'uyla HP'ın Aragob'u düşmanla işbirliği yapmadıkları halde kahramanlarımıza saldırıyor. Tek amaçları karınlarını doyurmak. Bu haklı bir istek de olsa, "av"ın tarafında olan bizler için bu iki yaratığı sevmek mümkün değil. Ayrıca, Yaşlı Orman'daki Söğüt Ağaç ile Hogwarts'ın köklü Şamarcı Söğüdü'nü ve kahramanlarımızın bunlardan yedikleri dayakları unutmayalım. Bunun yanında, dile yüklenen anlamlar arasındaki benzerlik de düşündürücü: LOTR'de Mordor'un ağza alınmayan lisanı ile HP'da büyücüler için bile hoş karşılanmayan Çataldil bir araya gelince, düşüncenin dilden doğduğu fikri de bunları izliyor. Bir ilave de Palantirler ve Riddle'ın güncesi arasındaki bağ: Bu iki aracı nesne, düşmanın bir karakteri kontrol etmesine yardımcı oluyor. Biliyoruz ki Palantir, Denethor'un sonunu hazırlamıştı. Benzer şekilde, Riddle'ın güncesi de Sırlar Odası'nda Ginny'nin ölüme çok yaklaşmasına yol açıyor. İki eserle ilgili bir ayrıntı daha: HP'da geçen "ifrit"lerin kitabın aslındaki karşılığı troll; "ev cini" olarak gördüğümüz biçimsiz yaratıkların adları ise "home elf". Yine yaratıklardan gidersek, Nazgullar ve Ruh Emiciler konusunda utanmasak "birbirinin kopyası" diyebiliriz. Her gittikleri yere korku ve dehşet götüren, ne canlı ne diri Nazgullar ile insanın umudunun bir anda yok eden, yaşama sevincini emip alan Ruh Emicilerin kahramanlarımızı etkileyiş biçimleri de birbirine çok benziyor.

Bu eserlerin sinemaya aktarımındaki benzerliklere gelince... Elbette ana malzemesi benzeyince, filmler arasında benzerlikler olması da doğal. Elfler ve Slyterinler arasındaki "görsel" benzerliğin sözü edilmişti. Bunun yanında, Saruman'ın casusu Grima'nın ilk anda Hogwarts'daki karanlık sanatlar meraklısı İksir hocası Snape'i andırdığı yadsınamaz. LOTR'in kara süvarileri Nazgulları ile Azkaban Tutsağı'nın Ruh Emicileri de ayırdedilemeyecek kadar benziyor perdede. Zaten bu ikisinin okuyucuda uyandırdığı izlenim de hemen hemen aynıydı.

Sonuç olarak, her hikayenin bir kahramanı ve etrafında akıl hocaları, yardımcıları var. Tüm bu karakterlerin belli özellikleri olmak zorunda. Büyük eserlerin ve büyük dünyaların yaratım süreci sırasında ister istemez ortak noktalar olacaktır. Yine de, tek şanssızlığı Tolkien'den sonra yaşamak olan Rowling'e fazla yüklenilmemesi gerektiğini düşünüyorum.

Henüz Tolkien kadar olmasa da, Rowling gözümde iyi ve büyük bir yazardır.

...ve henüz LOTR kadar olmasa da, HP gözümde büyük bir yapıttır.





Bu yazının bulunduğu yer: Yuzuklerin Efendisi / Turkiye LOTR / Turkey
http://www.yuzuklerinefendisi.com

Bu yazıyı bulabileceğiniz URL adresi:
http://www.yuzuklerinefendisi.com/article.php?sid=1470