-Bir Gezginin Güncesi II - 6. Bölüm
Tarih: Kasım 17, 2003 - 22:53:20
Konu: Hikayeler


ELF

“Yakında orman elfleriyle birlikte ziyafette olacağız!”

“Yola çıktığımızdan beri aynı şeyleri söylüyorsun, fakat ben yaklaştığımızı bile sanmıyorum.”

“Belki öyle olmasını istediğim için söylüyorumdur.”

“Ben ne için söylediğini bilmiyorum; ama ziyafete katılacak kadar zamanımızın olmadığına eminim. Esgaroth’da herkes meraktan çatlamıştır-başımıza bir şey geldi diye.” Biraz durduktan sonra ekledi: “Gerçi başımıza gelmeyen kalmadı ya neyse!”



ziyafete katılamayacağımız gerçeği bir kez daha Aldor’un kulaklarına çarptığında omuzları düştü. Bana dönerek: “Belki ilkbaharda buradaki elflerin şölenlerine katılabiliriz.” dedi umutla.

“Öhöm! İlk önce şuradan tek parça halinde çıkalım da ilkbahar şölenini sonra düşünürüz.” Verdiğim bu cevap üzerine hevesi kursağında kalmıştı. Üstelik, buradan Elrond’un evine dönüş yolculuğunu düşünmek bile istemiyordum. Sonuçtan bir tek Mulch memnun olmuştu.

Bir süre yine sessizleştik. Rüzgar estikçe ağaçlar uğulduyor, dallarındaki karlar omuzlarımıza dökülüyordu. Açılan atkımı tekrar boynuma doladım. Nefes alıp verirken ağzımdan ve burnumdan duman çıkıyordu. Ben dumanlarımla oyalanırken, bizimkiler çoktan ilerlemişlerdi bile. Gölge’nin dizginlerini çekiştirerek hızlandım. Ormanın bu bölümü sanki daha ferah ve daha aydınlıktı. Gerçi bütün ağaçlar çıplaktı ya! Az ilerden sesler duydum. Biri Crusis’in coşkulu sesiydi, diğeri ise Aldor’un sakin sesi. Ama üçüncü ses de neyin nesiydi?

Biraz daha ilerleyince beyaz paltolu ağaçların arasından üçüncü kişiyi de gördüm. Tahmin edeceğiniz gibi bir elfti bu. Yanlarına yaklaşınca atımdan indim. Karşılıklı selamlaştık. Ben inince Mulch Gölge’nin üzerinde kalakalmıştı atın üzerinde; bacakları yetişmediği için kolay kolay inemiyordu. Şimdi orman elfinin önünde sıkıntıyla oflayıp pufluyor, üzengiye yetişmeyen ayaklarını iki yanda sallıyordu. Elfin gözleri kocaman açıldı. Gobline soğuk soğuk baktı. Sonra Aldor’a döndü: “Çok ilginç bir yol arkadaşınız var Bragolant? Neden o sizinle geliyor? Onun bu bölgeye adım atması bile suç. Onu şimdi yakalatıp zindana attırmam gerekirdi. Eğer o sizin gerçekten yol arkadaşınızsa bana biraz açıklamalısın.” dedi. Aldor elf dilinde konuştu onunla. Mahtan birazcık sakinleşmiş görünüyordu. Ona yolculuğumuzu anlattık. Bizi ilgiyle dinledikten sonra Aldor’un sabırsızlıkla beklediği o soruyu sordu: “Bu kış son kez vereceğimiz şölene katılmak istemez miydiniz?” Elf bir yandan da kendisine göz dikmiş olan goblini kolluyordu-ona göz ucuyla uyarıcı bir bakış attı. Aldor benden dirsek yemeseydi Mahtar’ın teklifini kabul edecekti.

“Daha sonra sevgili Mahtan. Şu an Göl’de merakla beklenmekteyiz. Bu günler zor geçen günler. Savaş güneyden önce buraya yaklaşmakta, bunu biliyoruz. Sizi alıkoymasak iyi olur.”

“Siz bilirsiniz. Ormanın bitimine kadar size eşlik etmek isterdim; ama benim gördüğünüz gibi görevim güneyde. Umarım bu kötülük dolu günler geçtikten sonra buluşuruz.” diye karşılık verdi Mahtan kibarca ve vedalaştık. Karların üzerinden uçarcasına yürüdü.

Aldor savaşın güneye yaklaşmakta olduğunu söylediğinde içim cız etti. Bu düşünmekten bile kaçındığım bir gerçekti. Orda olup Gondor’la birlikte cenk etmek isterdim. Belki orada olabilirdim; ama karanlık ordular benden önce oraya ulaşmış olacaklardı. Bu yüzden bütün umudumu yitirdim. Aldor daha fazla elfe yakalanmadan ormandan çıkmamızın iyi olacağını söylüyordu. Mahtan ne de olsa dostuydu ve onları hoş görmüş olabilirdi. Diğer elfler Mulch’ı görecek olurlarsa kesinlikle onu geçirmezlerdi.

Bir akşamüzeri sakin sakin otururken Mulch ciyaklayarak kalktı. Karşısındaki ağaca koştu. Çevresinde dolandı. Sonra bize dönüp bağırdı: “İşte burada! İşte işaret! Ah güzel işaretim. Onu burada bırakmıştım bana evimin yolunu hatırlatması için.” Ağacın kabuğuna oyulmuş ev şeklini gösteriyordu. Pis yüzündeki gözleri parladı. “Şimdi tek yapmak gereken güneye ve doğuya gitmek!” Birden eliyle ağzını kapadı yanlış bir şey söylemiş gibi. “Daha fazla sır yok! Artık gizli. Tabi ziyaret etmek isterlerse başka.”

“Hani senin evin yoktu?” dedim.

“O yeni evdi ama! Sonra o yeni evde oturmadan önce onu inşa etmem gerektiğini hatırladım. Benim işte yeni evim yok. Hep eskisi vardı!” Aslında bu cümleleri öyle karışık söylemişti ki tek kelimesini anlayamamıştım.

“Efendim?” dedim.

“yapılmayı unutmuştu benim unutkan yeni evim!” yine aynı şekilde söylemişti.

“Bir daha söyle!”

“O lanet şeyi yapmayı unutmuşum!” diye bağırdı bu sefer tane tane. Crusis’le Aldor’a döndü. Onlar biraz sert bakıyorlardı. “Eveeet! Veda zamanı. Tekrar görüşürüz umarım dostlarım.” Sonra onlara sarılarak yanaklarından şapır şupur öptü. Benim de önümde durarak yerlere kadar eğilip reverans yaptı. Son kez el salladı ve kara ağaçların arasında gözden kayboldu.

“Umarım bu son vedalaşma olur!” dedi Crusis. “Eh artık biz de kalksak iyi olacak. Azıcık yolumuz kaldı.” Birden ayağa kalkınca bir şeyleri eksik gibi geldi ona. Ellerini ceplerine atınca yüzü sertleşti ve bağırdı: “Hey! Benim kesem nerde?” altın kesesi bir anda kaybolmuştu! Aldor da ayağa kalktı:

“Benim de bıçağım kayıp!” Ben de ayağa kalkıp eşyalarımı yokladım:

“Benden de biraz yiyecek azalmış!”

“Niye böyle yaptı anlayamıyorum. Orkların hapsindeyken bizi kurtarmış olabilir-yiyeceğimizi paylaştığımız için teşekkür olarak. Ama son anda soymanın anlamı neydi bilmiyorum. Bu sorunun cevabı basitti aslında:

Goblin her yerde bir goblindir!







Bu yazının bulunduğu yer: Yuzuklerin Efendisi / Turkiye LOTR / Turkey
http://www.yuzuklerinefendisi.com

Bu yazıyı bulabileceğiniz URL adresi:
http://www.yuzuklerinefendisi.com/article.php?sid=1442