Ana Sayfa Hesabınız Yazı Ekleyin FAN ART FRP - RPG
J.R.R.Tolkien Kitaplar Galeri Biz Kimiz
Üye ol Üye girişi
Yazı aramak istediğiniz
Sitede 46 ziyaretçi, 0 kullanıcı var.
Oturum Aç
Takma isim

Parola

Henüz bir hesabınız yok mu? Yeni bir tane yaratabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yöneticisi, yorum yönetimi ve kendi adınızla yazı girişi gibi imkanlardan faydalanabileceksiniz.

Seçenekler
· Ana Sayfa
· Yazı Gönderin
· İstatistikler
· Bizi Tanıtın
· Forum
· Yükle
· En iyiler
· Linkler
· Hesabınız

YÜZÜKLERİN EFENDİSİ

J.R.R.Tolkien
Hayatı, eserleri, kronoloji, röportaj, resimler...

Kitaplar
Özetler, kapak örnekleri, incelemeler...

Resim Galerisi
Sanatçılara göre sınıflandırılmış 100'lerce resim...




Önceki Yazılar
Mart 21, 2013 - 08:08:57
· Kızıl Yolculuk (1)

Kasım 07, 2012 - 16:17:32
· Bitmemiş Öyküler Çıktı (10)

Kasım 07, 2012 - 16:00:58
· Rohan ve Türk Benzerliği Üzerine (0)

Kasım 07, 2012 - 15:56:46
· Hobbit Fragmanları (0)

Aralık 21, 2011 - 08:18:56
· Hobbit Trailer (0)

Ekim 10, 2011 - 10:09:41
· Orta Dünya Tarihi: Kayıp Yol ve Diğer Yazılar (2) (0)

Haziran 13, 2011 - 10:37:47
· Orta Dünya Tarihi: Kayıp Yol ve Diğer Yazılar (1) (5)

Haziran 13, 2011 - 10:34:53
· Hobbit Vizyon Tarihleri ve Isimleri Açıklandı! (0)

Haziran 13, 2011 - 10:18:39
· Oyun Fikirleri (2)

Aralık 03, 2010 - 08:08:20
· BBC Tolkien röportajı (0)

Kasım 22, 2010 - 11:15:26
· The Hobbit icin Gazete Ilani (2)

Ekim 22, 2010 - 11:31:19
· Hobbit oyuncuları (10)

Ekim 13, 2010 - 09:27:41
· Yüzüklerin Efendisi'nin Sırrı Ne? (2)

Haziran 02, 2010 - 07:54:36
· HOBBİT TEHLİKEDE (4)

Nisan 06, 2010 - 09:13:39
· Muhiddin-i Arabi'nin Eserleriyle Lotr ve Silmirallion'a Bakın (5)

Nisan 06, 2010 - 09:13:33
· Gölgelerin İçinden (0)

Ocak 19, 2010 - 08:58:13
· Born of Hope. LOTR Fan Filmi (11)

Ocak 08, 2010 - 15:45:13
· Hobbit'le İlgili Bazı Sorular (0)

Ocak 08, 2010 - 15:44:59
· Mucizeler Savaşı (6)

Ocak 08, 2010 - 15:44:38
· LOTR Filmlerindeki Sinir Bozucu Sahneler (18)


Eski Yazılar

Hikayeler: MELKOR (Belegûr)
Yayınlanma tarihi Nisan 23, 2003 - 12:52:05 Gönderen ringmaster

Hikayeler rundmc1982 göndermiş "Merhaba YüzükSever Dostlar, hikayemin son bölümünü tüm bölümlerle beraber yolluyorum. Kendinize iyi bakın.



1 – “GÜÇ İÇİNDE YÜKSELEN”





Düşünürken içinde bir sızı belirmişti, Melkor'un. Hizmetkarlarının en kudretlisi olan Sauron, savaşı kaybetmişti ve bu ona acı veriyordu. Dünyaların ötesindeki boşluğa hapsedilmesinin üzerinden ne kadar zaman geçtiğini anımsayamıyordu.. Çünkü orada zaman yoktu. Aslında boşluk ona en eski kalesi olan utomno’yu anımsatıyordu. Onun gibi sadece karanlık. Düşman tanımaz sadece kinin ağırlığını taşıyan bir sürü hizmetkarları aklına geliyordu. Balrog’ları, ejderhaları, orkları, ve kadim dünyanın bir sürü karanlık suretleri. Gücünü bunlarda sarfetmişti. Ama hâlâ güçlüydü. Valar’ın ondaki hükmünü sonsuza kadar devam ettirebilme kudreti vardı ama Eru’nun yazgısı nasıl şekillenir, bunu ancak, o, bilirdi. Bir an önce İlluvatar ile

konuşması gerekiyordu. Daha önce bir çok kez denemesine karşın bunu başaramamıştı. Mandos’un onu kontrol altında tutmak için koyduğu nöbetçinin kudreti çok büyüktü. Adı, Anbanakar’dı. Ağzından sadece bu kelime dökülüyordu. Melkor, ne zaman onunla konuşmaya kalksa hemen devasa tokmağını kafasına indirip anbanakar diye bağırırdı. Sesi gök gürlemesini andırıyordu. Gözlerindeki ışık, Melkor’u çileden çıkarıyordu. O yüzden yüzüne bakamıyordu. Işık... bunu en çok Varda’nın suretinde görmeyi seviyordu bir zamanlar. Ama Varda, onu reddedince, işte o zamandan beri ışıktan nefret eder olmuştu. Kini o zaman başlamıştı kardeşi olan, Manwe’ye. Varda’nın onunla beraber olması onda, Valar düşmanlığı başlatmıştı. Çağlar boyu süren savaşlardan yenik ayrılmasına rağmen tohumları hâlâ savaşı sürdürmüştü, şu zamana kadar. Zamanın başında Iluvatar ona: “Sen, Melkor. Aklının tüm gizli düşüncelerini keşfedecek, onların bütünlüğün bir parçası ve onun zaferine yardımcı olduğunu anlayacaksın.” demişti. Gerçekten de öyle olmuştu. Aklındaki tüm tasarılarını başlarda kendide bilmemesine rağmen yavaş yavaş oluşmuştu ve iyi ile kötünün savaşı o zaman başlamıştı. İşte tam bir bütünlük. Kötülük olmasa belkide iyiliğin ve güzelliğin kıymeti anlaşılamayacaktı. İşte buydu Melkor’un müziği, Ainur içindeki bir zamanların en kudretlisinin müziği. Manwe’nin, Ulmo’nun müziği neyse Melkor’un müziğide oydu. Yenilgiye tahammülü yoktu ve yaptıklarının herkes tarafından beğenilmemesi onu çileden çıkarıyordu. Gerçeği de henüz fark etmişti.. Böyle karar verdi yaratıcısıyla konuşmaya. Pişmanlığını herkese, özellikle Eru’ya kanıtlaması gerekiyordu. Bunun için elinden ne gelirse yapmaya Belegûr adına yemin etti.

Melkor kudretli bir şekilde;

- Babaaaa!!! diye bağırdı.

Ses boşlukta defalarca yankılandı. Anbanakar, bile irkilmişti. Ama kontrolü elinden bırakmadı ve Melkor’un yayına gitti.

- “Aaaanbanakaaaar!!!.” diye atıldı ve Melkor’un başına o devasa tokmağını indirdi. Yine indirdi. Ama Melkor susmuyordu. Devamlı:

- “babaaaa, babaaaa, beni sen yarattın ve bir başkası benim hakkımda hüküm veremeeeez.” diye bağırıyordu.

Anbanakar bile şaşırmıştı. Daha önce bir tokmakta susan melkor, sanki her tokmakta sesini biraz daha yükseltiyordu. Vurmayı bıraktı ve sordu:

- Ne istiyorsun? Daha önce bir çok kez denedin, fayda vermedi. Seni karanlık ruh. Hak ettiğini buldun.

Daha önce hiç konuşmamıştı. Bu Valar’ın hükmüne karşı çıkmaktı ama o anda başka bir çözüm yolu bulamamış ve sinirinden olsa gerek kendini tutamamıştı. Melkor, başını kaldırdı ve ona bakan parlayan gözlere baktı, kendi kapkara olmuş gözleriyle.

- Sen anbanakar, babam ile konuşmama mani olamazsın, çekil yolumdan !!! Unutma ki ben hâlâ bir Vala’yım. Neyi hak ettiğime sen karar veremezsin. Yorumlarını kendine sakla.

Anbanakar gür bir sesle:

- Hayır melkor, Mandos’un hükümlerinde senin buradan çıkman yasaklanmıştır ve ben görevimi en iyi şekilde yaparım. Dediğim gibi hak ettiğini buldun.

Melkor inanılmaz bir şekilde bağırıyordu. İluvatar ile olan konuşma isteği tokmak yedikçe artıyordu. Artık bu bağırmanın sonu olmayacağını ve babası gelene kadar susmayacağına kendi içinden Iluvatar adına yemin ediyordu. Cevabı tabî ki karşılıksız kalmayacaktı... ve kalmadı da... Bir anda boşluktan içeriye inanılmaz bir ışık hüzmesi girdi. Anbanakar şaşırıp korkmasına rağmen Melkor’da en ufak bir endişe bile yoktu. Çünkü biliyordu bunun babası olduğunu. Sonunda muradına ulaşmıştı. Işık hüzmesinden inanılmaz yükseklikte bir ses şöyle yankılanıyor, yasların kraliçesine kadar uzanıyordu boşluktan.

- Söyle Valar’ın bir zamanlar en güçlüsü, içlerinde en çok ihsanı ve bilgiyi verip bunları diğer kardeşlerini, ilkdoğanları ve insanları üzecek şekilde kullanan oğlum, söyle.

Melkor’un kara yüreğine sanki bu sözler bir melhem gibi gelmişti. Çünkü o kara yüreğinde en başta Varda ve yaratıcısına olan sevgisi vardı. Bu sevgi zamanla kine dönüşse de, bunu doğuran ona olan sevgisiydi. Iluvatar, bunu en başından beri biliyordu ama bu düşüncelerini Ainur’un müziğinde açığa vurmamıştı. Melkor, Iluvatar’a olan sevgisini dünyada hiçbir zaman göstermemişti. Elflerden, ork ırkını yaratması, Iluvatar’a, olan en büyük ihaneti olarak gösteriliyordu. Ondan sonra orklar her zaman kötülüğün uşağı olmuş, hiçbir ırk tarafından sevilmeyen ve çok çabuk kanan bir iradeye bürünmüşlerdi. Ortadünya’da tüm insan,elf ve cüceler tarafından sevilmeyen, görüldüğü yerde öldürülen bir ırk olup büyük çoğunluğu kuzeyde Demir Dağlar’da yaşıyordu. Orklar Melkor’un eseriydi. Nasıl Aule Cüceleri yaratmışsa Melkor’da elflerden orkları yaratmıştı. Melkor Iluvatar’a:

- Baba, beni yok olmayan ateşinle sen yarattın. Dünya’da kibirime yenik düşüp sana asi davrandım. Elflere ve insanlara bahşettiklerini, bana daha iyilerini nasip etmiş olduğun halde kıskandım. Sana olan kinimden dolayı elflerden orkları yarattım. Dünya’ya Valar’a olan nefretimden dolayı büyük tahribatlar verdim. Yeni bir şey yapmaktan çok yıkmakla uğraştım. İnsanların büyük bir bölümünü ve orkları kendi çıkarlarım için kullandım. Orklar baba, benim yüzümden şu anda sevilmeyen bir ırk oldu. Ve kimseyi sevmeyen. Senden bunları düzeltmem için bir fırsat istiyorum. Cezamı çektiğime inanıyorum. Beni ortadünya’ya geri yolla yaptığım yanlışlar için. Sana olan bağlılığımı göstermem için bana bir fırsat ver.

Eru ileride olacakları biliyordu. Melkor’unda bir iradesi vardı ve Vala olduğundan doğruyu bulması imkansız değildi. En çok sevdiği Manwe’nin kardeşiydi. Her bir Vala’nın içinde onunda payı vardı.

Alçakgönüllü, bağışlayıcı Eru, hükmünü vermişti.

- Sen Melkor güç içinde yükselen, Dünya’ya dönmene izin verilecek. Yalnız geçmişinden ötürü güçlerinin büyük bir kısmını kullanamayacaksın. Valar’ın senin üzerinde hükmü olmayacak. Kendince bir takım özelliklerin olacak. Sana orkların yazgısını değiştirmen için bir fırsat veriyorum. Sana sunduğum şartları kabul ediyormusun.

Iluvatar Melkor’un evet diyeceğini biliyordu. İçindeki kıpırdanmayı hissediyordu. İlk doğanların deyimiyle kara yüreğindeki ışığı görmüştü. Başka kim görebilmişti ki, yasların kraliçesinden başka esaret yıllarında. Yine esaret yılları sona ermişti, lâkin eskisi gibi olmayacaktı.

- “Evet.” Dedi, Melkor. Sadece “evet”

İşte böyle başlıyor, bir zamanların en kudretlisinin yolculuğu.





2 – “ÜSTLENİLEN GÖREV”





Uyandığında kendini bir dere yatağının yanında buldu. Şelaleden akan suyun hışırtısı onu uyandırmıştı. Dünyanın başında iradesine alamayıp hüküm veremediklerinin en önemlisiydi, su. Nedense, su onda tarif edemediği bazı duygular uyandırmıştı. Ama bu duygulara anlam veremiyordu. Buraya nasıl geldiğini bir türlü hatırlayamıyordu. Üzerindeki elbiselere baktığında, sadece siyah ve beyazlar içinde olduğunu gördü. Altında beyaz deriden bir pantolon,ayaklarında göz alabildiğince parlak deriden bir ayakkabı vardı. Üstünde, gümüş rengi, kolları uzun bir giysi ve onları saran gri deriden kukuletalı bir pelerin vardı. Kukuletası, omuzlarından beline kadar iniyordu. Bu ona heybetli bir görüntü veriyordu. İçinde büyük bir su içme hissi uyandı. Dere kenarından su içerken suda yüzünün yansımasını çok net görüyordu. Yüzünde çok keskin hatlar vardı. Kulakları elf kulaklarına benziyor, fakat onlar kadar zarif değildi. Daha çok onda ork kulaklarını anımsatıyordu. Burnu, çene yapısı ve ağzı çok keskin hatlarla belirlenmişti. Yüzü, elflere özgü güzelliği ve orklara özgü korkutuculuğu bir arada barındırıyordu. Kemer burunluydu ve gözleri ateş renginde bir kırmızılıkla palıyordu. Ama gözbebekleri beyaz rengindeydi. Değişik bir siması vardı. Yüzündeki değişiklikten olan şaşkınlığından beyaz olan kısa saçları şimdi gözüne çarpıyordu. Ayağa kalktı ve çevresine bakındı. Dere yatağı güneye doğru akıyordu. Kuzeyinde çok uzaklarda olmasına rağmen dağları rahatlıkla görebiliyordu. Batısında engin sığ bir orman gidiyor, doğusunda ise uzun bir vadi uzanıyordu.

Sadece “nerdeyim ben?” diye, şaşkınlığını ifade etmeye çalıştı.

Uzaklardan bir ses “Görevinin ne olduğunu zamanla öğreneceksin. Şimdi güneye doğru yol al. Yolda yardımcılarımdan fısıltılar halinde bazı sesler duyarsan dikkatli dinle. Ve kementari’nin affına maruz ol.

Duyduklarına bir anlam veremiyordu. Konuşan kimdi, bu görevde neyin nesiydi. Şu, Kementari, dediği de kim oluyordu. Neden affını isteyeceğini düşünürken, aklının en ucra köşelerinde beyaz ve kocaman bir ağaç belirmişti. Ağaçtan kelimelerle ifade edilemeyecek kadar güzel mevyeler sarkıyordu. Oda ne, birden ağaç solmuş ve üzerine karanlık çökmüştü. Kuleyi andıran uzunlukta bir yaratık ile dev bir örümcek ağacı zehirliyorlardı. İşte böyle kararmıştı beyaz ağaç ve diğerleri. Kuleyi andıran ve bakılamayacak derecede kokunç bir yüzü olan, uzaklardan derin bir ses Morgoth diye bağırdı. Evet, Morgoth... mızrağa benzeyen asasıyla ağaçları delip deşiyor, akan hayat sularını da dev örümcek “Ungoliant” diye tekrarladı bir ses, içiyordu. Sanki bir bulmacayı andırıyordu. Kimdi bunlar ve Kementari ile ne tür bir alakası olabilirdi.

Birden tökezledi. Küçük bir tümseğe çarptığının farkına vardı. Sağ tarafındaki ağacın kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü. Bir ent diyebildi. Ağacın gözleri çok derinlerden gelen bir hüznü yansıtıyordu. Gövdesi kalıncana, kolları çok biçimsizdi. Lâkin, yaprakları çok gösterişliydi ve güneşte çok güzel parlıyorlardı. Ağaç onun yayına geldi ve eğilerek fısıltı halinde konuşmaya başladı.

- Görevinin ne olduğunu bilmek istiyorsan beni takip et.

Doğuya doğru gitmeye başladılar. Melkor ağaçla konuşmak istiyor fakat konuşamıyordu. Sesinden ent hanımı olduğu anlaşılıyordu. Kendisine bir çeşit büyü yapıldığını düşünüyordu. Gönülsüzce, fakat bastıramadığı merakından dolayı ent hanımını takip etti. Böylece iki mil yol boyunca yürüdüler. O sırada melkor etrafına bakınıyordu. Ent hanımı;

- İşte burası benim bahçem, kadim zamanlardan kalan tek yer. Burası en kudretlinin Taniquetil’den sonra kötülüklerini saçamadığı yegâne yerlerden birisidir.

Kendisine söylenenlerin hiç birini anlayamıyordu. İçinden, “ne demek istiyorsun” gibilerinde söylenmeye çalışsa da, başaramıyordu. Sanki başka bir dünyaya gelmiş gibi hissetti kendisini. Uzun vadiyi bir anda yürümüşlerdi, belkide şaşkınlığından ötürü ona öyle geliyordu. Açıklık ve etrafı ağaçlarla çevrili bir meydana gelmişlerdi. İleride iki kişi vardı. Biri beyazlara bürünmüş bir elf, diğeri ise siyahlara bürünmüş bir orktu. Gittikçe yaklaştılar ve elf olan konuşmaya başladı.

- Hoş geldiniz efendi Darkmenathar. Benim adım Etessar. Bugün, çok mutlu bir gün. Kötülüğün tohumlarının kökten temizlenmeye başladığı zamanlar nihayet geldi. Karanlıklar efendisi Sauron, savaşı kaybetti. Elflerin çok büyük bir bölümü batıya kutsal topraklara yolculuklara başlamak üzere. Zaman insanların zamanı oluyor. Yüce kralları Arathorn oğlu Aragorn ve arkadaşları irfan sahibi kişiler.

Ork orada hemen lafa girdi:

- Tabi, son söz henüz söylenmedi. Orkların kaderini tayin edecek zaman yaklaştı. Bunu da ancak siz başarabilirsiniz. Aradaki barışı sağlarsa, ki Iluvatar’a bu yönde yazgısını şekillendirmesi için her gün dua ediyorum, barışı ancak sizin yardımınızla sağlayabiliriz. Kardeşlerimin hürriyetini ortadünya’ya saçtıkları kötü ünvanlarını sadece, onların yaratılmasına vesile olan siz temizleyerek, siz kazandırabilirsiniz.

Melkor, bütün bu bulmacaların içinde kendine bir yer bulmaya çalışıyordu. Anlatılanların hepsini henüz anlamaya başlamıştı. “Neden ben ?” diyebildi.

- “Neden mi siz? Saçtığınız kötülüğün tohumlarını temizlemek size kaldı da ondan” diye cevap verdi Etessar. “Zamanın başında dünyayı karanlığa gömdünüz. Kötülükleriniz yüzünden nice kanlar aktı. Ağıtlar yakıldı. Elf ırkından karanlık zindanlarınızda seni buraya gönderen yüce yaratıcımız Eru’ya olan nefretinin bir simgesi olarak orkları yarattınız. İşte şimdi nefreti sevgiye dönüştürecek olan güç size verildi. Yaptıklarınız için defalarca özür dilemenize rağmen özrünüz kabul edilmedi. Zaman dışı boşluğa hapsedildiniz. Fakat bağışlayıcı Eru, yüce Eru size son bir şans daha verdi.”

Etessar’ın konuşmasından sonra ork olan inanılmaz bir şekilde bağırdı, haykırışı ağaçların sallanmasına neden olmuştu. Etessar, arkadaşına bakıp ondaki konuşma isteğini anladı.

- Halime bir bakın, yüzüme bakın ... gördüğün yüz, sizin orta dünyaya olan kinininizin dışa yansıması gibi, sadece nefreti yansıtıyor. Bunu temizlemek size kalmış. Aramızda hâlâ barış yanlısı, diğer orkların kışkırtmalarına uymayan bir topluluk var. Bir elf gibi görünmesekte, içimizde bir elfiz. Yaratıcımıza bir gün olsun duâ etmediğimiz görülmemiştir. Dâima içimde sizin geleceğinize dair bir ümit vardı. Sizden öğrenmek istiyordum neden bizi bu surete büründürdüğünüzü. Liderimiz Darkhes, daima şu irfan dolu sözleri söyler. “Hiçbir düşünen yaratık kötülük üzere doğmamıştır. Ona kötülüğü yaptıran doğru bildiği yanlışlardır.” İşte ben burdan yola çıkarak sizin için günlerce dua ettim. Kendimi böyle nitelendirmek istemiyorum ama diğer canlıların deyimiyle bu yabani, canavar pisliklerinizi siz temizlemek zorundasınızzz!!!.

Artık anlamıştı, Melkor... neden buraya gönderildiğini. Görevi belliydi ve zor olmasına rağmen bu ona yaptıklarını düzeltmesi için bir fırsat olarak önüne sunulmuştu. En sevdiğini kırmak istemiyordu.

- Tamam, üzülme Elminster, aklıma şimdi geliyor. Hatırlamaya başlıyorum.

Ork sevinçle bakmıştı Efendisine. Nasıl olduğunu anlayamadı ama efendisi ismini bilmişti. Melkor, Etessar ve ent hanımına dönerek:

- Lokumdal ve Etessar, sizler burada kalın... ve Elminster sen benimle geliyorsun. İki gün sonra tekrar burada buluşacağız...

İkisi bir şey söyleyemeden Melkor ve Elminster yanlarından hızlıca ayrıldılar. Darkmenathar, diğerlerine sormamasına rağmen Uzunkaynak vadisinde olduğunu hislerinden anlamıştı.

- “Nereye efendimiz!” diye sordu, ışıldayan gözleriyle Elminster.

- Beni takip et, ne olduğunu göreceksin. Yolumuz en eski kaleme, utomno’ya gidiyor. Karanlık zindanlarda göreceğim ufak bir iş var.

Böylece ikisi hızla batıya doğru yol almaya başladılar. Önünde batıda çok ilerilerde Angmar dağlarını görebiliyorlardı. Yapması gereken önemli iş onları orada bekliyordu...





3- “ANGMAR DİYARINDA”





Ne kadar yürüdüklerini kendiside kestiremiyordu. Geriye doğru baktığında baya yol aldıklarını görebiliyordu. Arkada Elminster ona yetişmeye çalışıyordu. Güldü, fakat geçmişinden duyduğu nefret... Elminster’e baktığında bunu görebiliyordu. Koşarken kendi içinde geçmişte yaptıklarının muhasebesini yapıyordu. Düşünüyordu, o olmalıydı, ama o olmak için henüz hazır değildi. Bu kadar çabuk nasıl değiştiğini kendiside anlayamıyordu. Aklına Ea’ya inişlerinden kısa bir zaman sonra Varda ile yaptığı ve o zaman içindeki öfkenin baskın çıkmasına neden olan konuşma geldi.

- Işığım, sen benim olmalısın. Ainur içindeki en kudretliye, en güzeli yakışır. Seni seviyorum. Seni kardeşimden de fazla seviyorum. Reddetme beni!!!

- Hayır, Melkor kardeşini sevdiğimi biliyorsun. Eru’nun düşüncesinde biz ikimiz için yaratıldık. Ainur’un müziğinde bu temayı bozmaya çalışman doğru değil. Senin yüzünden, Nienna yas....

Görüntü bir anda zihninden kaybolmuştu. Konuşmanın geri kalan kısmını anımsayamıyordu. Acaba Nienna’ya ne olmuştu. Nienna, evet zaman dışı boşluğa üç çağ boyunca hapis kararı verildiğinde, Anbanakar tarafından götürülürken,ilk o zaman onun yüzüne dikkatlice bakmıştı. Fakat, gözünden yaşlar akıyordu. O bakışı, uzunca bir süre unutmamıştı. Ta ki, öfkesi yine baskın gelinceye kadar. Biliyordu, arkasından sadece o ağlamıştı.

- “Efendimiz!!!” diye bağırdı Elminster arkasından. “Arkana bak, bir canavar geliyooor.!”

Melkor, durmaktansa daha da hızlı koşmaya başladı. Zihninden arkasındaki yaratığı görebiliyordu. Üç metre boyundaki büyük bir kutup trolü, elinde baltasıyla arkasından hiddetle ilerliyordu. Trol tam onu yakalayacakken, Melkor az ilerisindeki büyük bir taşa aynı anda iki ayağınıda basıp, geriye doğru, hayvanın üzerinden arkasına iki ayak üstüne düştü ve kılıcını çekerek, hayvanın sırtına sapladı. Neye uğradığını şaşıran trol, acılar içinde arkaya doğru bir yumruk salladı. Trolün arkasına doğru attığı yumruğu önceden tahmin eden melkor hızla eğildi ve keskin kılıcıyla iki bacağınıda yerinden kopardı. Bacakları kopan trol daha fazla acıya dayanamayıp düştüğü yerde kaldı. Yerdeki ölüye bakan melkor, kafasını arkaya doğru çevirdiğinde Elminster’in ona şaşkın gözlerle bakmakta olduğunu gördü.

- Sen iyimisin?

- Benin bir şeyim yok, si-siz iyimisiniz?

- Burada daha fazla kalırsak, az sonra ikimizde iyi olmayacağız. Kurtlar, kanın kokusunu alıp şimdiden buraya doğru gelmeye başlamışlardır bile. Hemen sığınacak bir yer bulalım.

Hava kararmak üzereydi. İkili, Angmar Dağlarına yakın bir yerde sığınacak bir mağara bulmuş, dinleniyorlardı.

- Efendim, yoldan beri konuşmuyorsunuz. Orada sizi bekleyen şeyimi düşünüyorsunuz?

- Hayır.! Geçmişimi düşünüyordum, yaptıklarımı... Biliyor musun buraya ilk geldiğimde, dünyanın kralı olarak diğer tüm canlıları boyunduruğum altına alacağıma yemin etmiştim. Bunun içinde ulaşılamayacak ve korunaklı bir yer inşa etmem gerekiyordu. İşte bu dağlar benim emeğimin ürünü olan yapılar. Buz gibi, keskin bir soğuk. Tabi Utomno’yu unutmamak lazım. En iyi sığınak yerlerimden birisiydi. İçinde o kadar çok mağara açtırdım ki, labirent halini almıştı, yıkılana kadar...

- O savaşlar, efendimiz. Eldar ilminden başka pek kaynağımız yok. Anlatılanlarda fazla iç doyurucu değiller. Kale yıkıntılarına, yarın gireceğimize göre anlatsanız olmaz mı!

Melkor, gülümseyen fakat ciddi bir ifadeyle;

- Bakıyorum, nasıl yenildiğimi öğrenmek için sabırsızlanıyorsun.

- Yanılıyorsunuz. Bugünlere gelmek için ödediğiniz bedeli anlamaya çalışıyorum sadece. Yaptıklarınızın size neler kazandırdığını görmek istiyorum, yada neler kaybettirdiğini...

Bu sözler üzerine, Melkor, sustu. Kıpkırmızı gözlerinin içindeki bembeyaz göz bebeklerini Elminster’e doğru çevirip içinden bir ışık saçtı. Elminster, göğsündeki zırhına akan ışığın, efendisinin üzerindeki duvara yanılsamasını çok net görüyordu. Efendisi, anlatmaya başlarken, oda görüntülere dalıp gitti.

- Korkunç bir savaştı. Cesaret edemeyip savaşamadığım savaşların sonucusu olmuştu. Daha önce buna gerek de duymamıştım. Valar her ne kadar güçlü olsada, hâlâ en güçlüleri bendim içlerinde. Balrog’larım elflerle başedebilmesine rağmen onlar kadar çevik ve cesur değillerdi. Kara Ancalagor, hizmetkarlarım arasında en güçlü savaşçımdı. Ama onu da öldürdüler. Hemde bir insan tarafından... Earendil adlı bir denizci tarafından.

Melkor, bir an sustu. Aklına Gorthaur gelmişti. Öfke savaşında, savaşı kaybetmek üzereyken onunla yaptığı son konuşma aklına geldi.

- Savaşı kaybettik, herşeyi kaybettik. Kara ejder gökten düştü ve kuleler yıkıldı. Düşman birlikte. Her yerde. hâlâ zaman varken, şimdi gidin efendim buradan çok aşağılara.

- Sende onları biliyorsun. Sizi serbest bırakıyorum, gidin. Her zaman hizmetkârım olacaksınız.

- Emrettiğiniz gibi, kralım.

- Her şeyde bir payım var. Işığı iki kere yok etmem iki sefer kaybetmeme neden oldu. Yıkıntıları arkamda bırakıyorum. Sakın derinlerdeki hazineme dokunma. Ben döndüğümde hâlâ yanımda taşıyacağım. O, kendi ihtirasının kadını. Bitti artık Gorthaur... huzurumdan uzaklara git ve yolumdan ayrılma.

- Emrettiğinz gibi, kralım.

Sauron, huzurundan ayrıldıktan sonra, Morgoth ona hitâben;

- Kardeşimin üzerinde olan payım, senin sonunun benimkinden iyi olmayacağını söylüyor, hizmetkârım.

Yukarılardan gümbürtüler eşliğinde bir ses, ki bu ses nefret ettiği Tulkas’a aitti;

- Gidiyoruz, Morgoth. Hissettiğin demirin varlığını hiç unutabilir misin.



Rüyadan uyanırmış gibi, birden kendine geldi, Melkor.

- “Gorthaurrrr” diyebildi sadece “Tulkas” diye içinden geçirmişti.

- Artık o yok. Sizden sonra kötülüklerine devam etti, hem de sizi bile aratmayan bir şekilde.

Elminster başını öne doğru eğdi, kafasını ağır hareketlerle mağrur bir şekilde kaldırarak karşısındaki uzun boylu ve heybetli Efendisine;

- Özür dilerim... öyle demek istememiştim.

Melkor, parlayan gözlerine bakarak;

- Üzülme, haklısın aslında. Onu caydıran bendim. Oda benim yüzümden karanlık tarafa geçti. Günahlarının bedelini çekecek, benim çektiğim gibi.

Efendisinin yüzüne bakan Elminster, konuşmasına devam etti.

- Tüm gücünü bir yüzüğe aktardı ki, diğer yapılan yüzüklere hükmedebilmesi için, bir buçukluk tarafından yüzüğü hüküm dağındaki ateşe atıldı ve gölge olup gitti. Bu kadar kolay olmadı tabi ki, çok büyük savaşlar oldu. Binlerce ölü verdi orklar ve insanlar. Miğferdibi savaşı, Pelennor çayırları savaşı ve en son savaş, Mordor’da hüküm dağının eteklerinde yapıldı.

- Demek öyle, bir maia’nın öldüğünü ilk defa duyuyorum. Bu mümkündür ama, bir maia’ı ancak bir maia öldürebilir. Tabi güçlerinin büyük bir bölümünü harcamamışsa... O hâlâ yaşıyor, fakat bir gölge olarak. Ruh hiçbir zaman ölmez. Dünya’da artık hiçbir şey yapamaz. Eru’ya şükrediyorum, beni bir Vala olarak yarattığı için. Bu gördüklerini kimseye anlatmanı istemiyorum. Bu ikimiz arasında bir sır olarak kalacak. Kimse benim gerçek kimliğimi bilmemeli. Zamanı geldiğinde buna gerek kalmayacak... inan bana... Şimdi uyu. Yarın bizi büyük bir iş bekliyor. Ben karanlığı yeterince hissettim.

Melkor, Elminster’a baktığında onun çoktan uyumuş olduğunu gördü. Sabaha kadar öldürdükleri ve geçmişte yaptığı kötülükler hakkında düşündü. Üzüldü ama yaptıklarından ötürü tek bir gözyaşı bile dökmedi.

Elminster, sabah uyandığında yanında yanan dalların çıtırdısını duyuyordu. Sağına doğru baktığında, Efendisi yakalamış olduğu kuşu, ateşin üzerine kızartıyordu.

Elminster kuşu tam nasıl yakaladığını soracaktı ki:

- Sakın kartalı nasıl yakaladığımı sorma... sadece ye.

Melkor kızarmış kuşun etinden bir tutam Elminster’a uzattı. Yanmış et parçasına bakan Elminster istemedende olsa eti aldı ve ağzına doğru götürdü. Nede olsa daha önce hiç kartal eti yememişti.

- Nasıl beğendin mi ?

- Çok değişik bir tadı var, sevdim, geyik eti kadar tatlı bir et.

- Al şu suyu, kızarmış etin yayında iyi gider.

Yemeklerini bitirdikten sonra, yola koyuldular. Artık utomno’nun artıkları gözükmeye başlamıştı. On binlerce yıl geçmesine rağmen, temelleri hâlâ ayaktaydı. Yıkık olan kalesine doğru bakan Melkor’un içini bir anda bir öfke kaplamıştı. İçinden gelen bir ses “Sana ve kalene bunu yapanların öcünü almayacakmısın Sana ve kalene bunu yapanların öcünü almayacakmısın Sana ve kalene bunu yapanların öcünü almayacakmısın” diye defalarca yankılanmıştı içinde.

- Efendimiz, şuradan aşağıya doğru bir yol var, bakmaya gidiyorum.

- “Dur, gitme... bekle” diye arkasından bağırdı ama geç kalmıştı.

Kendine gelebildiğinde, Elminster’in çoktan bulduğu yol olan tuzaktan aşağıya düşmüş olduğunu gördü. Melkor, hemen Elminster’in düştüğü çukurun başına geldi ve koca delikten ağaşıya;

- “Elminsteeeerrr. !!!” diye defalarca bağımasına rağmen, cevap olarak en ufak bir ses gelmiyordu.

Hemen başka bir yol aramaya başladı. Aklını toplayıp düşünmeye ve bir takım yollar bulmaya çalıştı. Elbette sadece kendisinin bildiği bir takım yollar yapmış olmalıydı ve aradığını düşüncelerinde buldu. Buraya yakın olan bir mil ötedeki gizli giriş aklına gelmişti. Burayı ondan başka bir tek Gorthaur biliyordu, bir zamanlar...



Geçide doğru hızlıca koşmaya başladı. Genelde karda yürümek zor olmasına rağmen ayakkabılarının özelliğinden olsa gerek, çok hızlı koşuyordu. Eliyle koymuş gibi buldu mağarayı ve girdi. İçerisi karanlıktı, sağ elinin işaret parmağından çıkan ışık etrafı bir anda aydınlattı. İçinden kutsal eru diyebildi. Ne zaman bir zorlukla karşı karşıya kalsa, yepyeni özelliklerini keşfediyordu. Böylece engin mağaranın içinde ilerlemeye başladı...





4 – “UTOMNO’NUN MÜCEVHERLERİ VE MYRJALA”





..... engin mağaranın içinde, derinlere doğru yürümeye başladı. Bir yandan da ayakkabılarından ses çıkarmamaya özen gösteriyordu. Mağara, giderek genişliyor, daha esrarengiz bir hal alıyordu. Az öteden su şıkırtısına benzer sesler duydu aniden. Kınından kılıcını çıkarıp, yavaş fakat kararlı bir şekilde sesin geldiği yöne dikkatle ilerledi. Dün öldürdüğü trole benzeyen başka bir trol, yere çömelmiş, tavandan akan damlalardan oluşmuş birikintiden su içiyordu. Parmağına itaatkar bakmasıyla, sönen ışığın kendini gizlemesini sağlayan Melkor, vücudunu karanlığa bırakıp, hayvana ağır ağır ilerlemeye başladı. İyice yaklaşan Melkor, hiç beklemediği bir anda arkasına bakan hayvanla göz göze geldi. Kalbinde kaçmaya yeltense de, başka bir irade kalması için zorluyordu. Ona yönelen trole bakan melkor, kılıcıyla trol’ün karnına doğru bir kılıç darbesi indirdi. Fakat kılıç hayvanın önünden girip arkasından çıktı. Hiçbir şey olmamış gibi yürüyen hayvan Melkor’un içinden geçip yoluna devam etti. O zaman fark etti, Melkor, görünmez olduğunu. Kendi halince giden trole bakarak, yoluna devam etti.

Saatlerdir yürüyordu. Bu dipsiz mağara yolu boyunca, duvarlarda hatırlayamadığı bazı garip tasvirler görmüştü. Ondan sonra da bu mağaraya giren olmuş olmalıydı. Belki de hâlâ burada yaşayan bazı yaratıklar vardır diye düşünüyordu. Lakin yolda trolden başka hiçbir canlıya rastlamamıştı. Nihayet gizli geçidin sonuna zorda olsa ulaşmış, kulağına bir akarsuyun sesi gelmeye başlamıştı. “Evet”, diyebildi sadece. Parmağındaki ışığın gücünü biraz daha arttırmış, mağaranın sonuna doğru yürüyordu. Yolun sonuna geldiğinde, kaynağını sadece Ulmo’nun bildiği akarsuya baktı. Burada karşıya geçebileceği bir köprü olması gerekiyordu. Fakat köprünün kapı tarafındaki çıkıntısı hâlâ sağlamdı, ama mağara çıkışındaki tarafı tamamen yıkılmış görünüyordu. İçinden “son savaşta yıkılmış olmalı” diye geçirdi. Burası, Utomno’nun en dip mağaralarının da altındaydı. Karşıda, zamanında kendisinin yaptığı ve üzerine kimse bulamasın diye Feanor’un bazı mücevherlerini işlemiş olduğu kapıyı gördü. Muhteşem mücevherler, zamanın eskitemediği mücevherler, Valar’ın kutsadığı mücevherler, oradaydı ve hâlâ parlıyorlardı. İçinden gülümsedi ve iki elini de açarak gözlerini mücevherlere dikti. Mücevherler işlendiği kayayı zorlayarak, açılmış olan ellere doğru düştüler. Ellerine gelen mücevherleri alan Melkor, onları, pelerininin arkasındaki gizli bölüme koydu. Karşıya nasıl geçeceğini düşünmeye başladı. Gözlerini kapadı ve kadim zamanlardan bildiği bir büyü ağzından dökülüverdi.

- çu lastuk nun’ure iğitteşhab nashi enitemrühüssüy çu !!!

Gözlerini açtığında kendini karşıda, kapının tam önünde buldu. Lakin kapısına da bir parola koymuştu. Bunu aldatabildiği tek cüce olan zanaatkar Gamli’den öğrenmişti. Kapıyı sanki iki eliyle açarmış gibi yapıp;

- Lıça masus lıça dedi.

Kapı büyük bir gürültüyle açıldı. Kapının açılmasıyla, içeriden inanılmaz pis bir koku yayıldı. Umduğu güçlü ruhu hissederek;

- Myrjala !!! yaşadığını biliyordum, ruhun gücünden hiçbir şey yitirmemiş.

Myrjala, Melkor’un, Gorthaur’dan sonra kandırdığı en güçlü maia’lardan biri olan Mystra’nın hayvanıydı. Sulimo’nun hizmetkarlarından karanlık tarafa çekebildiği tek maia’ydı. Daha sonraları pişman olan Msytra’nın hal ve hareketlerini sezen Melkor, onu girdiği en korkunç beden olan, sekiz başlı yılan suretinde öldürmüştü. Yılan suretindeki sekiz baş diğer sekiz Vala’yı temsil ediyordu. Bu öldürdüğü ilk ve tek maia’ydı. Myrjala sahibinin ölmesinden sonra çok huysuzlanmıştı ve Melkor, kule boyunda olan ve cüssesini büyültüp küçültebilen kartalı, utomno’nun en derinlerine hapsetmişti.

Melkor, altın kabzalı kılıcını tekrar kınından çıkartıp, dünyanın en karanlık yerlerine doğru yürümeye başladı. Parmağındaki ışığı, yanmasına rağmen çok az görüyordu. Gölgeleri hâlâ çok güçlüydü. Bu gölgeler sayesinde Manwe’nin gözlerinden, yanında İlk aşkı olmasına rağmen kurtulmayı başarıyordu. İlerledikçe içerideki dayanılmaz koku iyice kendini hissettiriyordu. Parmağındaki ışığın gücünü iyice arttıran melkor, ileride yolun ikiye doğru ayrıldığını gördü. Yukarı dümdüz devam eden yol Utomno’ya, sola doğru kıvrılan yol ise Myrjala’yı hapsettiği yere çıktığını düşünüyordu. Kararsız kalan Melkor önce Elminster’ı kurtarmaya karar verdi. Böylece yukarıya yani Utomno’ya çıktığını varsaydığı yoldan gitmeye karar verdi. Geçitten geçen Melkor’un arkasından geçit birden kapandı. Şimdi aklına gelmişti, bu yolun tuzak olduğu. Myrjala’yı beslemek için belirli aralıklarla, yanında bir çıkın dolusu et taşıyan bir orku alıp bizzat kendisi getirirdi buraya. Bu gizli geçidi kimsenin öğrenmemesi gerekiyordu. O yüzden etle beraber orkuda Myrjala’ya yemesi için sunardı. Ama şimdi kendisi yem durumuna düşmüştü.

Düştüğü bu durum karşısında Melkor, hiçbir şey olmamış gibi yürümeye başladı. İlerlerken, kemik seslerini duyuyordu. İçinden bir ses;

- Buraya kadar onun için geldin. Gitmelisin, seni bekliyor, sende Belegûr’u görecektir.

Zor zamanlarında bu ses, hep ona kılavuzluk ediyordu ve yine etmişti. Kadın sesine benzeyen bu sesin sahibinin kim olduğunu çok merak ediyordu. Sesin kime ait olduğunu düşünerek, hayallere dalan melkor, önünde duran bir çift gözü yeni fark etti. Aniden durdu, ona bakan sapsarı gözler açıp kapanıyordu. Tereddüt içinde, yavaş adımlarla kartala doğru yaklaşmaya başladı. Elini, Myrjala’nın başına doğru götüren melkor şefkatli bir biçimde okşadı. etrafı müthiş bir ışık seli aydınlattı. Işığın bir huzmesinin dahi giremediği bu yerlerde, karanlıktan eser yoktu. Şok oldu. Hapsettiğinde bembeyaz olan kartalın tüyleri simsiyah olmuştu. Kartal çok zayıflamış, ve güçsüzleşmişti. Kuş yavaşça küçülüp, ufak bir kanarya boyuna geldiğinde, kendini melkor’un ellerine bıraktı. Ellerine düşen bu muhteşem kuşun, halini gören melkor acılar içinde haykırdı. Bu öyle bir haykırma oldu ki, ağzından çıkan ışık huzmesi tavanı ve önüne gelen her şeyi delip gökyüzüne yükseldi. Sonrasını büyük sesler izlemeye başladı. Yukarılarda bir şeyler yıkılıyor olmalıydı. Elminster’i düşünmeye başladı. Sakın ona bir zarar gelmesin diye içinden düşünüyordu.

- Hissettiğim iki kudretli ruh var. Birisi sensin. Diğeride kendisine bir şey olmasına izin vermez.

Myrjala’ya bakan melkor, onun iyiye gitmekte olduğunu gördü. Sesinin deldiği yerden aşağıya akan ışık huzmesi Myrjala’nın tam üzerine yansıyordu. Işığın yansımasıyla kuşun renkleri yavaş, yavaş beyazlamaya başladı. Gözlerini açan kartal, yıllarca sahibini beklermiş gibi ona bakıyordu. Aniden ışık huzmesi kesilmişti.

***

Uyandığında ayağa kalkmaya yeltendi ama, her yerinin uyuşmuş olduğunu hissetti. Saatlerdir burada yatıyor olmalıydı. Etrafına bakındı, sadece karanlıktı. Zemine elleriyle dokunmaya çalıştı. Mermerle kaplıydı ve çok kaygandı. Buz gibi soğuğun kürklü vücuduna olmasa da ellerine verdiği acıya daha fazla dayanamadı ve ellerini çekti. Uyuşmuş uzuvlarına rağmen zorla da olsa ayağa kalkmayı başardı. Etrafına yeniden, bu sefer dikkatlice bakındı. Uyuşmuşluğun sisleri gözlerinden çekildi. Düştüğü yere azda olsa güneş ışığı vuruyordu.

Efendisine ne olmuş olabileceği henüz aklına geliyordu.

- “Efendim!!!” diye defalarca bağırdı.

Bağırmaya devam ediyordu ama karşılığında en ufak bir ses duyamıyordu. Sağına doğru baktığında yerde hareket etmekte olan bir cisim gördü. Hızla ona doğru yaklaşıyordu. İçinden fare olmalı diye geçirdi. Belinden bıçağını çıkarıp, kendisine gelmekte olan hayvana attı. Hedef yerini bulmuştu. Neşeyle;

- Evvett....

Ölüm çığlığı atan hayvanın sesinden fare olduğu anlaşılıyordu. Fakat ufak ayakların çıkartmış olduğu sesler giderek artıyordu. İleride yıkıntıların arasından çıkan ufak gölge parçacıklarının fare olduğunu çıkarken anlayan Elminster, derhal sığınacak yüksek bir yer aramaya başladı. Fakat aradığı yeri bir türlü bulamıyordu. Farelerden derhal kaçmak için, ışığın çok az aydınlattığı bu yerde kapana kısıldığını farkeden Elminster, bir çığlık atıp;

- “Efendimin kudreti üzerinize olsun, pis hayvanlar!” diye haykırdı.

En umutsuz anında yerin altından bir sesin gittikçe yükseldiğini duyan Elminster durakladı. Yer sallanmaya başladı ve yerin altından yukarıya inanılmaz bir ışık huzmesi mermeleri parçalayıp girdi. Işığın içeri girmesiyle, ışığın gücünden gözlerini eliyle koruması bir oldu. Işığın gücü sadece gözlerine zarar vermeye çalışmamış, aynı zamanda tavanın büyük bir gürültüyle yıkılmasına neden olmuştu. Şansına ışığın çıkmasıyla, tavan aşağı doğru değil de, yukarıya savrulmuştu. Gürültüler bir biri ardına gelmeye başladı. Ne olacağını kestiremeyen ork, sağlam olduğunu düşündüğü bir kayanın altına sığındı. Bağdaş kurup, elleriyle kafasını korumaya çalıştı. Gümbürtüler hâlâ devam ediyor, fakat azalan bir ivme gösteriyordu. Ve, yerini ufak taşçıkların çıkarttığı seslere bıraktı. Her şeyin bittiğini anlayıp, kafasıyla etrafa bakındığında, neredeyse batmakta olan güneşi görüyordu. Ayağa kalkıp, gördüklerine inanamamışçasına gözlerini ovuşturdu. Çok şanslıydı. Işık onun olduğu katın yukarısındaki tüm katları yerinden koparmış ve kopan büyük kaya parçalarını etrafa saçmıştı. Ork şaşkınlığını gizleyemeden, gözlerini gökyüzüne kaldırıp;

- “Ku-Kutsal Eru adına.”

Kulağına tarif edilemez bir ses geliyordu. Sanki kristaller birbirine yavaşça ve güzel bir ahenk içinde çarpıyor ve çıkan ses yüreğinin en derinlerindeki duyguları harekete geçiriyor, okşuyordu. Gözlerini birden ışığın çıktığı deliğe doğru çevirdi. Dikkatlice süzdü ve deliğe doğru yürümeye başladı. Delikten ışık çıkmıyor, şu anda güneş ışığı deliği aydınlatıyordu. Delikten aşağıya doğru baktı ve parlayan ufak bir çift sarı ışık gördü...

***

Işığın kesilmesiyle, gözlerini elindeki kuştan tavandaki deliğe doğru çeviren melkor, Ezessaaaar !!! diye bağırdı. Yukarıdan;

- Kulenin en tepesindeyim efendim, iyiyim ben. Siz iyimisiniz. Aşağıda neler oluyor öyle...

Elminster’in sesi kısıkta olsa ulaşıyordu. Melkor ona direktifleri vermeye devam etti.

- Bizi merak etme, ben ve o... iyi sayılırız. Şimdi, hemen oradan bir çıkış yolu bul. Kuzeye doğru yürü, orada Angmar tepesini göreceksin. Onun arka tarafında bir mağara girişi var, beni orada bekle.

- Tamam.

Gerekli cevabı alan melkor, hızla geldiği yöne doğru yürümeye başladı. Kapalı olan geçide bakarak, kınından yakut ve elmasla süslenmiş geniş kabzalı kılıcını çıkarıp, sert kayayı deşmeye çalışıyordu. Kılıç darbeleri sayesinde kayada yavaşta olsa açılan oyuk git gide büyüyordu. Bir elinde Myrjala’yı tutuyor, diğer eliyle de kılıcını kullanan melkor, çok büyük bir çaba sarf ediyordu. Biliyordu, geçit sadece girişten açılabilirdi.

Elindeki varlığın kalp atışlarının gittikçe zayıfladığını hissediyordu. Şüpheye kapılarak kılıcını elinden bıraktı ve çömelip Myrjala’yı yere bıraktı. Eline tekrar kılıcını alarak kayaya daha hızlı vurmaya başladı. Bunun bir fayda getirmeyeceğini anlayan melkor, gözlerini kapayıp, gücünü kılıcına yoğunlaştırdı. Etraf şu anda apaydınlıktı. Kılıçta inanılmaz bir enerji birikiyordu. Işığın gücünden olsa gerek myrjala ayağa kaldıp sahibinin omzuna kondu. Oda gözlerinden çıkarttığı ışınla son kalan güçlerini de kılıca aktarmaya başladı. Omzunda myrjala’yı hisseden melkor, kılıç darbesini koca kayaya indirdi ve enerji yavaşça kayada çatırdılar meydana getirmeye başladı. Geriye çekilen melkor, kayanın çatlayıp yıkılmasını izledi. Taki myrjala omzundan yere düşene kadar...



Yere düşmekte olan kuşu bir hamlede yakalayan melkor, ne yapacağını şaşırmış bir halde düşünmeye başladı. Büyülûgat dilindeki iyileştirici ve dua tarzındaki şu sözleri ağzından dökülüverdi.

- reliaV iğelem anneiN anuhur çüg nisrev.

Myrjala azda olsa kendine gelmiş, kalp atışlarının hızlandığını anlayan melkor’da rahatlamış, dua ettiğine şükranlarını sunmuştu. Doğruca yıkılan kayaları parıldayan kılıcıyla temizleyip, yolunu açtı. Feanor’un mücehverlerini aldığı kapıdan karşıya, uçurumun üzerinden, yine aynı sözlükleri söyleyerek geçti. Mağara girişine doğru koşarak hızlıca karanlığa daldı. Kılıcının parlaklığı, karanlık mağarayı çok iyi aydınlatıyordu. Sabah kaleye girmek için saatlerini verdiği mağarayı çabucak geçmiş, mağaranın girişine ulaşmıştı.



Elminster, ateşi yakmış üzerinde yakaladığı geyiğin et parçalarını kızartıyordu. Düşünüyordu, kesin o ışınla, efendisinin bir alakası olmalıydı. Mağara birden aydınlandı. İçeriden bir ışık buraya doğru yaklaşıyordu. Ne olduğunu anlayamayarak kınından kılıcını çıkarmasıyla sokması bir oldu. Gelen efendisiydi.

- Oda ne, bir kartal, yemek için mi getirdiniz? Geç kaldın ben çoktan...

- Hayır, o benim uçan ruhum olacak bundan sonra. Böyle göründüğüne bakma. Görüp görebileceğin en büyük kuştur, o.

- Bumu büyük!!!

Myrjala, melkor’un omzundan aşağıya kanatlarını açarak kondu ve Elminster’ın daha önce duyduğu kristal parçacıkları sesini andıran sesi çıkararak bedenini büyütmeye başladı. Karşısındaki kuşun ancak yarısına gelen Elminster, şaşkınlığın gizleyemeden yutkundu.

- “Diğer ruh işte buydu efendim.” dedi kuş, sahibine.

Myrjala, kanatlarından birisiyle Elminster’i işaret ediyordu.



Akşam olmuş ve grup yemeklerini yemiş, ateşin etrafında ısınıyordu.

- Myrjala, sen nasıl yaşadın bunca sene burada. diye sordu merakla Elminster.

- Bir maia olmasam da benim içimde de bir maia ruhu var. Bana efendimin dua ettiği bakardı. Binlerce yıl beni, neden buradan çıkartmadığını şimdi daha iyi anlıyorum.

Bir sır olduğunu anlayan Elminster saygı gösterip, yorgunluğunda vermiş olduğu bitkinlikle huzurlu bir uykuya daldı. Orku kanadıyla örterek ısınmasını sağlayan Myrjala efendisine;

- Seni daha önceden tanıyor gibiyim, efendim. Ben gördüğüm hiçbir ruhu unutmam. Ama nedense seni bulanık görüyorum geçmişimde.

- Merak etme Myrjala, zamanı geldiğinde....... geldiğinde.

- “Efendimiz en iyisini bilir.” dedi kuş ve melkor’un yüzüne nefesinden üfürüp, uyumasını sağladı.



Sabah güneşinin ışığı yüzüne vurduğunda uyanmıştı melkor. Ayağa kalkmak için doğruldu ve mağara girişinin önünde Myrjala’nın etrafı seyrettiğini gördü. Elminster ise uyuyordu. Yapması gereken bir sürü iş vardı. Etessar ile Lokumdal’a verdiği iki gün sonra buluşma sözünü unutmamıştı. Üzerindeki giysilere baktı. En ufak bir kir izi bile yoktu. Duvara dayanmış olarak gördüğü kılıcı, ise kınında olmasına rağmen hâlâ parlıyordu. Dünkü olayın kılıca olan tesirinin henüz bitmediği anlaşılıyordu. Ayağa kalkıp Elminster’i uyandırdı. Gitme zamanı gelmişti.





5 – “BİR İMPARATORLUĞUN TEMELLERİ”





...Sabah yola çıkmalarına rağmen, öğle olmadan uzun kaynak vadisi ufukta görünüyordu. Myrjala götürüyordu ikisini. Kartal kanatlarını açtığında 12 metreyi buluyordu. Kendisini uçuran beyaz kartala bakan Melkor’un içini bir sıcaklık kapladı. Geçmişte yaptığı hatalarından birisini temizlediğini düşünüyordu. Lakin Myrjala gerçek kimliğini bilmiyordu. Öğrendiği zaman ki tepkisini çok merak ediyordu.

- Geldik efendimiz. İşte oradalar, bizi bekliyorlar.

- “Bu bir ent hanımı değil mi?” diye sordu Myrjala kısık gözlerle.

- Evet öyle. Dedi gülerek Elminster.

- “Hiç yabancı gelmiyor.” Gözlerini daha bir kısmıştı.

Yere zarif bir iniş yapan kartaldan akrobatik hareketle aşağıya atlayan Melkor;

- Umarız fala bekletmemişizdir. Bu Myrjala...

- Hımmm. Yavaş ol. Biz erkeklerimiz kadar hızlı konuşamayız. Myrjala, görüşmeyeli çok uzun zaman oluyor.

Birbirlerini tanıdığını anlayan iki eski dostu yalnız bırakıp, diğerlerinin yanına giden Melkor;

- İçimde çok kötü bir his var ve gittikçe büyüyor. Yoldan beri düşünüyorum. Hemen Demir dağlara gitmemiz lazım.

- Normalde dört günlük yolumuz var. Yalnız Myrjala’yla gideceğimiz için ne kadar zamanda gideriz, bilemem.

- Kestirmek zor olmasa gerek.

Heyecanla bir görev bekleyen elfe dönerek;

- Etessar, Ayrıkvadi’de seni bulacak olan elçiyi bekle.

- Lokumdal, sana Etessar aracılığıyla, ihtiyaç olduğunda görevlerin bildirelecek.

- Hımmm. Efendimiz en iyisini bilir.



Efendisini ve orku üzerine alan Myrjala, hızla demir dağlara doğru yol almaya başladı. Grup Greylin’e yarım günlük bir zaman diliminde ulamıştı. Doğu’da, gri dağların bulunduğu yerler oldukça sisli gözüküyordu. Bunun üzerine güneye gri dağların çevresinden dolaşıp gitmeye karar verdi melkor. Orman nehrinin üzerinden yol almaya başladılar. Güneşin ağır ağır batmasından dolayı doğan karanlığın üzerlerine çökmesiyle orman elflerinin kaldığı, yalnız dağ erebor’a yakın bir yerde geceyi geçirmek için konakladılar. Yere inerek etrafına bakındı Melkor. Güneyde tüm ihtişamıyla kuyutorman dağları uzanıyor, doğuda ise esgaroth gölü güneye doğru durgun bir şekilde akıyordu. Yemeklerini yiyen grup izdivaca çekilmişti. Yemek boyunca Etessar ve Myrjala koyu bir sohbet etmişler, Melkor, Etessar’ın onlara verdiği birkaç parça peksimet atıştırmış ve ikiliden ayrı olarak ne yapması gerektiği hakkında düşünmüştü. Acaba nasıl orkları bir araya getirip birlik olmalarını sağlayacaktı. Etessar’ın anlattığına göre aralarında bile birbirlerine düşmanca davranıyorlardı. Hem düşmanları da çoktu. İnsanlar, elfler ve cüceler tarafından nefret edilen bir ırktılar. Orkları birleştirip liderleri nasıl olacaktı. Olsa bile diğer ırklarla aralarındaki önlenemez düşmanlığı nasıl giderecekti. Bir çıkış yolu arıyordu ama bulamıyordu. Kimliğini de açıklayamazdı. Bu daha büyük felaketlere yol açabilirdi.

- Efendimiz bize kendisinden bahsetmeyecek mi? diye sordu myrjala.

Düşüncelere dalan melkor, gözlerini, kendisine keskin gözlerle bakan koca kartala çevirdi;

- Ne öğrenmek istiyorsun ? Benimi, onu bende bilmiyorum. Ne olduğumu, bu işin sonunda anlayacağız... umarım... Bana şimdilik Darkmenathar diyebilirsin.

- Her şeyin bir özü vardır efendimiz. Sizin ruhunuzun da bir özü var. Sizde yok olmayan ateşi görebiliyorum. Siz, ne olmak istiyorsanız, osunuz. Buna gönülden inanın yeter ki.

Kıpkırmızı gözlerini ona bakan sapsarı gözlere çeviren melkor, söyledikleri tavsiyeler için teşekkür etmek istermiş gibi ufak bir tebessümle karşılık verdi.



Sabah erkenden yola koyulan grup, akşamüzeri, sulimo’nun rüzgarının da yardımıyla demir dağlara ulaşmıştı. Genelde orklar, dağların çevresine okçular yerleştirir, gelen yabancı misafirleri de hoş karşılamazlardı.

- “Efendimiz, görünürde hiç ork göremiyorum. Bir şeyler olmuş olmalı. Diye söyledi” Elminster, meraklı gözlerle etrafı kolaçan ederken.

- Sizin klan, nerede yaşıyor.

Gözlerini kısmış, İçinden “bir şey olduğunu anlamıştım” der gibiydi.

- Dağın çok altlarında yaşarız biz. Işık bize etki etmez ama inanışımızın gereği olarak gün ışığına çıkmadık yazgımız gelinceye kadar. Efendi Darkhes, seni bu konuda aydınlatır.

- “Myrjala, alçal.” diye emretti.

Demir dağların en yükseği olan, kastmar’ın girişine ulaştılar. Görünürde, kimseler yoktu. Orklar arasındaki güç savaşı hâlâ sürüyordu. Elminster, yolda melkor’a gerekli olan tüm bilgileri anlatmış, bilgilendirmişti.

- İşte, şu karşıdaki gurgas dağı, orada daha önce bahsettiğim Gargas’ın liderliğinde bir grup ork yaşıyor. Fakat gözleri bizim üzerimizde. Diğer orkları, insanlara ve elflere karşı kışkırtmak için uğraşıyor. Efendi Darkhes sayesinde bu amacına fazla ulaşamadı ama, bu son savaştan sonra, iyice orkları kendine çekmeye başladı. Mordor’da hüküm dağının etekleri altında yapılan savaşta ölen kardeşlerimizin intikamını almak istiyor. Son günlerde iyice toplanmaya başladılar.

- Tamam, bu gece çok uzun bir gece olacak.

Omzuna konan Myrjala’ya, dün yaptığı gibi ufak bir tebessümle karşılık vererek, Elminster’ın arkasından dağın derinliklerine doğru yürümeye başladılar. Geçitler orkların boyuna göre yapıldığından bazı yerlerden eğilerek geçmek zorunda kalıyordu. Aşağıya indikçe, duvara monte edilmiş meşalelerdeki kabartmalar dikkatini çekmeye başlamıştı. Hepsinin üzerine Belegûr ismi kazınmıştı. Melkor’a Sindar’da bu isim verilmişti. Yazgısının nasıl şekillendiğini gözler önünde görür gibiydi. Baya bir geçitten geçtikten sonra, uzun merdivenlerden aşağıya indiler. Merdivenin sonunda bir ork nöbet tutuyor gibiydi.

- Merhaba F’lüt...

- Nerelerdesin sen, efendimiz seni çok merak etti. Günlerdir haber alamadık senden. Çok kötü şeyler oldu. Gargas aramızdakilerden bazılarını kendi tarafına çekip, en azından 6.000 kişilik bir ordu ile Mordor’a doğru yürüyüşe geçti. Amaçları Gondor’a saldırmak.

Birden, omzunda bir kuş ile bekleyen, Elminster’in arkasında duran beyazlar içindeki adama gözü takıldı.

- Buda kim? Yoksa...

- Sesinin çok güzel olduğunu duymuştum. Ama bu kadar güzel olabileceğini düşünmemiştim. Ben Darkmenathar ve buda Myrjala.

- Yüce Eru adına. Demek sonunda gelebildiniz. İnanmıyorum.

F’lüt heyecan ve mutluluğun vermiş olduğu hisle Melkor’a sarıldı. Şaşkınlığını gizleyemeyen melkor, kontrolü kaybetmeden iki eliyle omuzlarından geriye çekerek, gözlerinden yaşlar gelen F’lüte baktı.

- Yıllardır beni mi bekliyordun ?

- Hayır, yıllardır belli olmayan sonu mu bekliyordum. Beklediğim sonun, aslında benim için bir başlangıç olduğunu görüyorum.

Görünüşü efendisi gibiydi. Daha çok bir elfe benziyor, orkların dişilerindeki esrarengiz gizliliği yansıtıyordu. F’lüt dişi bir orktu. Çocukluğunu Etessar ve gargas ile beraber geçirmiş, diğer kızlardan ayrı olarak, çok cesur bir ork olarak yetişmişti. Dedesi Darkhes’ten almış olduğu beyazlık ona saygı gösterilmesini sağlıyordu. Klandaki tek savaşçı kızdı. Zamanla gargas’la araları bozuldu ve Elminster ile kardeş gibi yaşıyordu. Ona F’lüt denmesinin nedeni, doğarken çıkardığı muhteşem ağlama sesiydi.

- Hemen Darkhes’le konuşmam lazım. Nerede şu anda?

- Babalarımızla toplantı halindeler. Ne yapmaları gerektiği hakkında tartışıyorlar. Gargas, Klanımızdan bazılarını kendi tarafına çekebilmek için Havk’ı burada bıraktı.

Toplantının yapıldığı yere doğru hızlıca yürümeye başladılar. Önlerinde melkor, arkasındanda Elminster ile F’lüt geliyordu. İleride meşalelerin aydınlattığı büyük bir odada orklar toplanmış, aralarından bazı bağrışma sesleri kulaklarına doğru geliyordu. Orklar, sanki hepsi birden hissetmiş gibi, topluca onlara doğru gelen melkor’a baktılar. Hepsinin gözleri fal taşı gibi açıldı. Beyazlar içindeki Darkmenathar, onlara doğru geliyordu.

- Açılın !!! kardeşlerim...

Kalabalığın içinden, tartışmanın yapıldığı alana girdi. Dört kişi, beyazlar içindeki Darkhes’in etrafında toplanmış, bağdaş kurup oturuyorlardı.

- “Havk, Jurasim, Kulpas, Gaparos. Burada şu anda ne olduğunun umarım farkındasınız. Kardeşlerimiz bir hiç uğruna ölecekler.” diye bağırdı Melkor.

İrkilen gruptan, gözlerini hırs ve intikam bürümüş, Havk hiddetle;

- Sende kim olduğunu sanıyorsun ?

- “Soruya soruyla karşılık verme.“ bu sefer daha hiddetli bağırdı. Bağırırken gözbebekleri bağırıyordu sanki.

Korkan Havk, kenara çekildi ve kendini savunmaya geçti

- Ne yapsaydık, bunları insanların yanına mı bıraksaydık. İntikam istiyoruz biz. Kardeşlerimizin intikamını...

- Savaşta onları yenebileceğinizi mi sanıyorsunuz? Yine öleceksiniz, senin bu dünyada amacın bumu olmalı. Yaratıldığınız elfler batıya giderken, siz bir hiç uğruna ölüme mi gideceksiniz. İnan bana savaş çözüm değil.

- Sende kimsin yabancı ? Ne arıyorsun bu topraklarda. Söylediğin hoş sözler, ama bizim elfler gibi batıya gitme şansımız yok. Bizim kaderimiz böyle çizilmiş. Bu pis ve çorak topraklarda, sığınabileceğimiz başka yer olmayan bu topraklarda, daha ne yapmamızı bekliyorsun. Bize toprak vermiyorlar. Nerede görürlerse öldürüyorlar... dedi mağrur bir edayla Jurasim.

Öfkeden kendini tutamayan F’lüt, heyecanla;

- Efendi Darkmenathar’ın sözlerini duymadınız mı. Savaş önlenmeli. Bu bize acıdan başka bir şey getirmeyecektir. Onu dinlemeliyiz.

- Bizim hakkımızda hiçbir şey bilmeyen, bir adam nasıl olurda hakkımızda ahkam kesebilir? Diye araya girdi Kulpas. “Efendi Darkhes, savaşalım bizde kardeşlerimizle, hep beraber kaderlerimizi birleştirelim bu yolda. Ya ölürüz, yada kendi topraklarımızı alır, yepyeni bir imparatorluk kurarız.

- “O sıradan biri değil. O... bizim yazgımız.” dedi Elminster haykırarak.

Etraf birden sessizleşti. Herkes şaşırmıştı. Bu gerçek olabilirmiydi. Beklenilen. On binlerce yıl önce yazılan kitabelerde geleceğinden bahsedilen, o olabilir miydi. Sessizliği bozan beyazlar içideki Efendi Darkhes oldu. Oturduğu yerden, tahta asasından destek alarak kalktı ve kardeşlerine hitaben;

- Kitabeleğimizde bahsedilen yazgımız hakkında, onun kığmızı gözlü, beyaz gözbebekli, beyazlağ içinde, omzunda kağtalla, uzun boylu ve pağlak kılıçlı olağak bahsediliyoğdu. Zaman veğilmemiş, fakat geleceği habeğ veğilmişti. Yabancıya baktığımda, kınındaki kılıcının pağlaklığı, onu tanımlamama yağdım ediyor. O... en kudretli... Şu anda 158 yaşındayım ve hep bu anı yaşamak umuduyla bekledim. Kağdeşleğim, beni dinleyiniz. Yazgımız, sizi biğ ağaya toplayıp, biğleştiğecektiğ. Geleceğiniz yazgımızdadığ. Benim göğevim buğaya kadağmış.

Melkor, parmağından çıkan ışığı beyazlar içindeki cüceye gönderdi ve bir anda ortadan kayboldu. Herkes şok olmuştu. Kontrolü elden bırakmayan Melkor, eski zamanları anımsatan şu sözcüleri söyledi;

- Bundan sonra benim haberim olmadan, tek bir ork dahi topraklarımız dışına çıkmayacak. Lideriniz benim. Amacım, size hak ettiğiniz saygıyı ve özgürlüğü vermektir. İtirazı olan var mı?

Kalabalıktan, heyecandan yüksek sesle nefes alıp verme dışında ses çıkmıyordu. Parlayan gözbebekleriyle klan liderlerine baktı. Hepsi korkudan büzüşmüştü.

- Özgürlük istiyormusunuz?

F’lüt ve Elminster bir ağızdan “evet” diye bağırdılar.

- Yaşamak istiyormusunuz ?

Bu sefer, klan liderleri hariç, tüm orklar hep bir ağızdan

- “Evet !!!” diye bağırdılar.

Gözbebekleri iyice parlayan Melkor, Öfkeli bir şekilde klan liderlerine baktı. Kudretli bir şekilde

- “İmparatorluk istiyormusunuz ?” diye bağırdı.

- Evet !!!

- Güçlü olmak istiyormusunuz ?

- Evet !!!

- Toprak istiyormusunuz ?

- Evet !!!

Kalabalık heyecanla bağrışıyorlardı. Klan liderleri de korkularından olsa gerek kalabalığa ayak uydurmaya çalışıyorlardı. Kastmar dağından “Darkmenathar , Darkmenathar” sesleri demir dağları inletiyordu.



Melkor, imparatorluğunu tanıtmak için tüm krallıklara elçilerini gönderme kararı aldı. Elçiler, yeni imparatorluklarından bahsedeceklerdi. Gondor’a, geleceğin komutanı gözüyle baktığı F’lüt’ü gönderme kararı aldı. Bunları yapması için imparatorluğun tam olarak kurulmasını beklemeye karar verdi. Bir taraftan da çılgın Gargas’ı durdurması gerekiyordu. Bunun için Elminster’ı ve F’lüt’ü, Myrjala ile Gargas’ın kuvvetlerini durdurması için gönderdi. Gerekirse zor kullanmasını tembih etti.

Kendilerine toprak olarak Rhûn civarını almayı kararlaştırdı. Kimsenin yaşamadığı bu ıssız diyarlarda, ona karşı gelebilecek kimsecikler yoktu. Aklında, kuracağı imparatorlukla ilgili tasarılar geliştiriyordu.

- Herkese haber verilsin, İki gün içerisinde demir dağları terk edip, kendi topraklarımıza Rhun diyarına yerleşiyoruz.

***

Ufukta Gargas ve ölüme giden birlikler gözüküyordu. Rhûn dağlarının biraz ötesinde kamp kurmuşlardı. En büyük çadıra gözünü dikti. Büyük ihtimalle Gargas ve arkadaşları orada olmalıydı. Myrjala, büyük çadıra doğru alçaldı. Onu gören orklar, etrafa doğru kaçmaya başladılar. Çadırdan ne olduğuna bakmak için çıkan birkaç orkta korku çığlıkları attı ve onlarda yandaşlarının yapmakta olduğu şeyi, yapmaya başladılar. Yere inen Myrjala’nın üzerinden atlayan Elminster, büyük çadıra girdi. Çadırın doğu tarafında, onun için hazırlanmış tahtında oturuyordu. Etrafında askerleri Glaus, Gothmas, Gorgoroth ve Darius oturuyordu. Kendisine yaklaşmakta olan Elminster’ı gören Gargas, belli etmemeye çalışmasına rağmen irkildi. Küçüklüklerinde, aralarındaki dostluk rakebete, rekabet hırsa, hırsta düşmanlığa dönüşmüştü. Gargas dürüst olmasına rağmen, dik kafalı büyümüş ve çevresindekileri hor gören bir yapıya bürünmüş, büyük hayaller peşinde koşma meraklısıydı. Elminster ise daha mütevâzi, kızdığında ise kıpkırmızı olan burnuyla etrafa korku saçan, dürüst karakterli ve alçak gönüllü bir yapıda büyümüştü. Gargas’ın sevdiği ender kişilerden birisiydi. Ama ortamları onları birbirine düşman yapmıştı.

- Ooo, kimler gelmiş... Hoş geldin kardeşim, sonunda benimle olacağını biliyordum.

- Yanılıyorsun kardeşim, seni ve yanındaki kandırdığın kardeşlerimi geri götürmeye geldim. Sana iyi haberlerim var?

- Bi saniye... Beni ve yanımdakileri geri götürmeye mi geldin. diye cevap verdi alay edercesine Gargas. “Delirmiş olmalısın kardeşim, bu saatten sonra kimse beni yolumdan döndüremez. Ölmek var, dönmek yok”

- “Efendi Darkmenathar bundan pek memnun olmayacak kardeşim. Bana gerekirse zor kullanmamı söyledi.” diye uyarırcasına söyledi Elminster.

Gargas şaşırmış bir ifadeyle, kendini dizginleyerek;

- Efendi Darkmenathar mı?... Yalan söylüyorsun. Beni, bu efsane diye yutturulan masallarla kandıramazsın. Karanlıklar efendisi Sauron, Yazgımız masalını, insanların ve elflerin bizi durdurmak için ortaya attığını söyledi.

Çevresindekilere sırıtarak;

- Sen kalkmış, şimdi buna inanmamızı mı bekliyorsun bay hayalperest.

Etrafta, alay edercesine gülüşmeler oldu. Elminster, yumruğunu sıkarak, kendine hakim olmaya çalışıyordu.

- Efendi Darkhes, bunun o kişi olduğunu onayladı ama?

- Darkhes, uzun zamandan beri kendinde değil, kardeşim. Onun söyledikleri artık geçerliliğini yitirdi. Asırlık bir orkun söyledikleri, bana pek inandırıcı gelmiyor.

- "Orada durmalısın Gargas.” diye araya girdi Darius. “Efendi Darkhes yaşlanmış olabilir, ama kimse şu ana kadar onun söylediği irfan dolu sözlerde şüpheye düşmedi. Elminster’e soralım, bunu bize kanıtlayabilirmisin?

- “Evet, kanıtın var mı?” diye on ikiden vurmuş gibi tekrar aynı soruyu sordu pis sırıtışıyla Gorgoroth.

Etraf birden aydınlandı. Daha önce bir anda kaybolan Darkhes, bir anda ortalarında tekrar belirivermişti. Elminster’e tebessüm içeren bir bakış attı ve daha sonra gözlerini Gargas’a çevirdi. Bir kere daha şaşıran gargas, belli etmek istememesine rağmen, zor yutkunabildiğini, Darkhes dahil herkes duymuştu.

- Benim küçük yağamaz oğlum. Kendini kontğol etmeyi öğğenmelisin. Şu, oğklar için zoğ geçen zamanlağda, sen inanmasan da, tek umudumuz yazgımızdı. Sonunda, yazgımızı yazmamıza yağdım edecek olan geldi. Akğabalağının yapmış olduğu hatayı, sende mi yapmak istiyoğsun. Biğ hiç uğğuna ölmek.

- Akrabalarım bir hiç uğruna ölmedi, bunak ihtiyar? diye bağırdı gözlerinden yaşlar akan Gargas.

- Öğğenmen geğeken çok şey var evladım. Hatanın neğesinden döneğsen kağdığ. Yanında süğüklediğin kardeşleğin biğ anlık gafletle, seninle gelmeye kağağ veğdileğ. Ölüme gittiğinizi benim kadağ, onlağda biliyoğ. Bunu yüzleğine baktın mı anlayabiliyoğum. Ama sen bunu göğmezlikten geliyoğsun. İntikam hığsı büğümüş seni. Ğuhunun kaybolmasına izin veğme genç oğk.

- “Kim pişman ?” diye bağırdı etrafına. Kıpkırmızı gözlerini gezdirerek.

Etraftan tek bir ses dahi gelmiyordu ama, oda kardeşlerinin yüzlerine baktığında ölüm korkusunu ve pişmanlığı görmüştü.

- Demek öyle. Tamam o zaman, gidin ve boş hayaller peşinde koşun !!!

- “Ben seninle geliyorum” diye araya girdi Gorgoroth.

Darius etrafına bakındığında, neredeyse tüm orkların konuşulanları dinlemekte olduğunu gördü. Gözlerini Elminster’a çevirdi. Elminster’ın gözlerindeki ışığı ve mutluluğu, oda hissetmişti.

- “Kardeşlerim. Yolumuz Rûhn dağlarına uzanıyor. Kralımızın sizlere müjdeleri var.” diye etrafa bağırdı Elminster.

Etraftan aynı coşku ile karşılığını alan Elminster, gözünü Darkhes’in olduğu yere çevirdiğinde onun ortalıkta olmadığını gördü ve tebessümü yüzünden eksik etmedi. “Görevin buraya kadarmış, Efendi Darkhes.” Onun hep bir elf olduğunu düşünmüş, hikmet ve irfan dolu sözlerini kendisine hep öğüt olarak almıştı. Ama artık yoktu. Darkmenathar’da o tür özellikler görememişti şimdiye kadar. Ama içindeki inanılmaz gücü hissetmişti. Buydu kendisini ona bağlıyan şey.

***

Hazırlıklar tamamlanmış, Rhûn topraklarına yolculuk başlamıştı. Myrjala ile beraber Rhûn dağlarından dönen Jurasim’i kendisine vekil olarak bırakan Melkor, hızla beyaz kartalı ile Rhûn dağlarına doğru uçtu. Carnen nehrinden Rhûn denizine doğru devam etti. Carnen nehri güneyde, Celduin nehri ile birleşip Rhûn denizine akıyordu. Rhûn dağları ufukta tüm ihtişamıyla gözüküyordu. Daha da ilerisinde Mordor diyarını, keskin gözlerinin sayesinde süzüyordu. Eski hizmetkarı Sauron’un kalesi Barad-dur oradaydı. İçinden “Hala ayaktaysa” diyebildi.



Rhûn dağının eteklerinde, en azından 6000 kişilik bir topluluk vardı. Hepsi siyah zırh giydiğinden, zaten kasvetli olan ortama iyice uyum sağlamışlardı. "

 
Oturum Aç
Takma isim

Parola

Henüz bir hesabınız yok mu? Yeni bir tane yaratabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yöneticisi, yorum yönetimi ve kendi adınızla yazı girişi gibi imkanlardan faydalanabileceksiniz.

İlgili Linkler
· Hikayeler Hakkında
· Yayınlayan Editör: ringmaster
· Ana Sayfa


Hikayeler Hakkında en çok okunan :
Gölgelerin İçinden


Yazıcı Dostu Sayfa  Bu Yazıyı bir Arkadaşınıza Gönderin

"Hikayeler: MELKOR (Belegûr)" | Oturum Aç/Yeni Hesap Yarat | 11 yorum
Puan
Yorumlar gönderene aittir. İçeriğinden hiçbir şekilde site ve site yönetimi sorumlu tutulamaz.
AAA!! (Puan: 1)
Gönderen hmtekin Tarih: Nisan 23, 2003 - 14:56:06
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder) http://halilmtekin.sitemynet.com/hmtekin
Sonu nerde???


[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]

Re: MELKOR (Belegûr) (Puan: 1)
Gönderen rundmc1982 (rundmc1982@yahoo.com) Tarih: Nisan 23, 2003 - 15:09:38
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)
ARKADAŞLAR BEN BİR ŞEY ANLAYAMADIM DOĞRUSU. HİKAYEYİ TAM GÖNDERMEME RAĞMEN YARIM YAYINLAMIŞLAR. HERHALDE BİR HATA OLDU. DÜZELTİRLER UMARIM...


[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]


Re: MELKOR (Belegûr) (Puan: 1)
Gönderen RingMaster Tarih: Nisan 24, 2003 - 12:35:14
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)
selamlar;
yollanan yazi karakter limit sayisini astigi icin ancak bu kadari yayinlanmak uzere bana gelebildi.
Dolayisiyla geri kalanini ancak bana yollayabilirsen yayinlayabilecegim.
sevgiler barisla kal.


]


Re: MELKOR (Belegûr) (Puan: 1)
Gönderen rundmc1982 (rundmc1982@yahoo.com) Tarih: Nisan 24, 2003 - 14:20:31
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)
Merhaba Ringmaster

Yazımın devamını gönderdim. Göstermiş olduğun ilgi için teşekkür ederim. Kendine iyi bak. iyi çalışmalar.


]

Re: MELKOR (Belegûr) (Puan: 1)
Gönderen Aldueren (aldueren@yahoo.co.uk) Tarih: Nisan 25, 2003 - 11:50:59
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)
Sevgili rundmc1982,

Bu şekilde kafam çok karıştı ve hikayeyi takip edemez oldum. Rica etsem mail adresime gönderir misin tüm bölümleri. İşte bana da uzun yaz uzun yaz diyorlar ben de bu kesintilerden korkuyordum, başımıza geldi işte. Herşey gibi onun da bir limiti vardır herhalde. aldueren@yahoo.co.uk

Thanks

Alduéren


[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]


Re: MELKOR (Belegûr) (Puan: 1)
Gönderen rundmc1982 (rundmc1982@yahoo.com) Tarih: Nisan 25, 2003 - 12:32:31
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)
Adresine gönderiyorum abla. umarım beğenirsin.


]


Re: MELKOR (Belegûr) (Puan: 1)
Gönderen Aldueren (aldueren@yahoo.co.uk) Tarih: Nisan 25, 2003 - 20:45:07
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)
Canımcım sağol gelmiş. Ama bağlantım öyle yavaşki download edemedim dosyayı. İkinci problem winrar yok bende :( ama en kötü ihtimal pazartesi işyerinden indiricem ikisini de
kendine çok çok çok iyi bak
Alduéren


]

Re: MELKOR (Belegûr) (Puan: 1)
Gönderen musatilim Tarih: Nisan 26, 2003 - 21:40:47
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)
yazının tamamını yayınladıkları zaman herkes benim gibi bu yazıyı gayet güzel bulucaktır.melkor hep kafamızda kötü bir olarak kazınmıştı.bu yazındaki melkor ile silmarillion daki melkor arasında buyuk bir fark var.keske herkes melkor gibi hatasını telafi etmenin yolarını arayıp telafi etse.!yazılarını devamını diliyorum ! ! !


[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]


Re: MELKOR (Belegûr) (Puan: 1)
Gönderen rundmc1982 (rundmc1982@yahoo.com) Tarih: Nisan 28, 2003 - 07:49:46
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)
Teşekkür ederim arkadaşım.


]

Re: MELKOR (Belegûr) (Puan: 1)
Gönderen ELENTARY (elentary@mynet.com) Tarih: Nisan 29, 2003 - 16:23:28
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)
Artı yolla bakalım hikayenin sonunu merakla bekliyoruz....
(çok çok sağol Cihan..gerçekten:))


[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]


Re: MELKOR (Belegûr) (Puan: 1)
Gönderen rundmc1982 (rundmc1982@yahoo.com) Tarih: Nisan 29, 2003 - 17:58:08
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)
Rica ederim abla. Bende senin gibi bekliyorum hikayenin yayınlanmasını :=)


]

Bu site filmin, kitapların, veya yazarın resmi sitesi değildir.Tamamen Türk yüzük dostları tarafından hazırlanan konu odaklı bilgi, haber, düşünce ve materyal paylaşımını amaçlayan bir fan sitesidir.
Sayfada yer alanlar ancak izin alınarak ve kaynak gösterilerek kullanılabilir.
Lord of The Rings - Turkish Fan Site
yuzuklerinefendisi.com / 2001 - 2012