Oturum Aç
|
Henüz bir hesabınız yok mu? Yeni bir tane yaratabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yöneticisi, yorum yönetimi ve kendi adınızla yazı girişi gibi imkanlardan faydalanabileceksiniz.
|
Önceki Yazılar
|
Mart 21, 2013 - 08:08:57 · Kızıl Yolculuk (1)
Kasım 07, 2012 - 16:17:32 · Bitmemiş Öyküler Çıktı (10)
Kasım 07, 2012 - 16:00:58 · Rohan ve Türk Benzerliği Üzerine (0)
Kasım 07, 2012 - 15:56:46 · Hobbit Fragmanları (0)
Aralık 21, 2011 - 08:18:56 · Hobbit Trailer (0)
Ekim 10, 2011 - 10:09:41 · Orta Dünya Tarihi: Kayıp Yol ve Diğer Yazılar (2) (0)
Haziran 13, 2011 - 10:37:47 · Orta Dünya Tarihi: Kayıp Yol ve Diğer Yazılar (1) (5)
Haziran 13, 2011 - 10:34:53 · Hobbit Vizyon Tarihleri ve Isimleri Açıklandı! (0)
Haziran 13, 2011 - 10:18:39 · Oyun Fikirleri (2)
Aralık 03, 2010 - 08:08:20 · BBC Tolkien röportajı (0)
Kasım 22, 2010 - 11:15:26 · The Hobbit icin Gazete Ilani (2)
Ekim 22, 2010 - 11:31:19 · Hobbit oyuncuları (10)
Ekim 13, 2010 - 09:27:41 · Yüzüklerin Efendisi'nin Sırrı Ne? (2)
Haziran 02, 2010 - 07:54:36 · HOBBİT TEHLİKEDE (4)
Nisan 06, 2010 - 09:13:39 · Muhiddin-i Arabi'nin Eserleriyle Lotr ve Silmirallion'a Bakın (5)
Nisan 06, 2010 - 09:13:33 · Gölgelerin İçinden (0)
Ocak 19, 2010 - 08:58:13 · Born of Hope. LOTR Fan Filmi (11)
Ocak 08, 2010 - 15:45:13 · Hobbit'le İlgili Bazı Sorular (0)
Ocak 08, 2010 - 15:44:59 · Mucizeler Savaşı (6)
Ocak 08, 2010 - 15:44:38 · LOTR Filmlerindeki Sinir Bozucu Sahneler (18)
Eski Yazılar
|
|
LOTR: DION - BÖLÜM VIII - ŞAMAN
Yayınlanma tarihi Şubat 15, 2003 - 21:52:47 Gönderen ringmaster |
|
BerilacBolger göndermiş "Sevgili arkadaşlar,
Uzunca bir aradan sonra dion serisinin devamını size yolluyorum (Okumayanlar var ise geçmiş yazılardan önceki bölümleri bulabilirler). Bakın, askerdeyken bile sizleri unutmadım. Şu anda İstanbul'da yapıyorum askerliğimi ve çarşı iznindeyim. Umarım hikayeyi beğenirsiniz ve tabii ki yorumlarınızı bekliyorum. İlk fırsatta tekrar döneceğim siteye.
Kendinize iyi bakın...
"Berilac Bolger"
DION - BÖLÜM VIII - ŞAMAN
Laciam Ormanlarından ayrılalı bir buçuk ayı geçmişti. Yolcular geniş Dragal topraklarında kuzeye doğru kararlı adımlarla ilerliyorlardı. Atları ve taşıdıkları birçok eşya, paraları ile birlikte koyu toprağı havalandıran büyük fırtınada kaybolmuştu. Sadece Rogenin siyah atı Şafak terk etmemişti onları ve şimdi de erzak taşıma görevini üstlenmişti. Berilacın omzundaki bıçak yarası, fırtınadan sonra yakınlardaki bir çadır köyden aldıkları şifalı otlarla iyileşmeye başlamıştı. Son paralarını da bu şifalı otlara vermişlerdi çünkü kurak Dragalda bu otlar iyi para ediyordu.
Rogen sürekli geçtikleri köylerdeki savaş hazırlıklarını izliyordu. İçindeki bir his ona geri dönmesini emrediyor fakat yolculuğunun önemi onu engelliyordu. Zaa müritleri toplanmaya başlamışlardı. Yanlarında siyah kılıçlar getiriyorlardı. Bu kılıçlar Zytroc tozu ile karıştırılmış alaşımlardan yapılmıştı ve ufak bir sıyrık bile düşmanın zehirlenmesini sağlıyordu.
Till ve Aian sürekli yan yana yürüyorlar ve konuşuyorlardı. Aian, sabah güneşinin cılız ışığında son olanlardan sonra Tille dion hikayesinin tamamını anlatmıştı.
Demek sen dionun Ruhu oluyorsun dedi Till.
Evet, eğer Gradrana gidemezsem ve o alçak büyücüyü yenemezsem her şey yok olur dedi Aian.
Tamam... Aslında anlattıklarından hiç bir şey anlamadım dedi Till pes ederek, Çok karışık geldi bana
Boş ver dedi Aian gülümseyerek.
Ama yine de seninle beraber May teyzeyi kurtaracağız ve daha da önemlisi Zaabatha köyümüze yaptıklarının cezasını vereceğiz dedi Till kaşlarını çatarak.
Keşke bunların hiçbiri olmasaydı dedi Aian üzüntüyle.
Aian?
Efendim Till...
Şeyy... diyebildi Till mırıldanarak, Dün söylediğim...
Önemli değil Till, o durumda senin yaptıklarının hiçbir önemi yok benim için dedi Aian gülümseyerek elini Tillin saçlarında gezdirdi. Till ise sadece kızarmış bir suratla yere bakıyordu.
Berilac olmasaydı ben de ya ölmüştüm ya da köle olarak oradan oraya dolaşıyordum dedi Aian, Daha da kötüsü hiçbir şeyden haberim olmayacaktı... düşünsene ne kadar kötü olurdu
Şimdiki halinden daha kötü durumda olacağın kesin dedi Till.
Haklısın diye nefes verdi Aian sessizce. Belki de Till doğru söylüyordu. Şu anki durumu başına gelebilecek en kötü durum olmayabilirdi. En azından hala küçük bile olsa bir ümit vardı annesini kurtarmak için.
Soğuk hava bulutsuz gökyüzünde usulca dolaşıyordu. Ufuk çizgisinde yükselen dağlar Dragalın düz topraklarının ucundaki sınırı ifade ediyordu.
"Dağlara yaklaştık" dedi Rogen.
"Menth geçidinden mi gireceğiz Gradran'a?" diye sordu Aian.
"Zaabath muhtemelen sevgili müridi Drilig'e yaptıklarımızı ve bu yolda olduğumuzu öğrenmiştir" dedi Berilac, "Peşimize adam takmakla gecikmemiştir"
"Menth geçidinin kapalı olma ihtimali çok yüksek" dedi Rogen.
"Aynı şekilde Kantradium tarafı da tutuluyordur" dedi Berilac, "Zaabath Menth geçidini göze alamayacağımızı düşünür. Bu yüzden Kantradium'dan Gradran'a geçiş yolunu da gözlüyordur"
"O zaman ne yapacağız?" dedi Till.
"Menth geçidinden geçmek daha zor, hatta mümkün değil" dedi Rogen, "Kantradium tarafından geçersek biraz şansımız olur"
"Önemli olan Aian'ı oraya ulaştırmak" dedi Berilac, "Fakat bizimle birlikte tabii ki... Zaabath Aian'ın gelmesini istiyor"
"Kendi ayaklarıyla geliyor zaten, zahmet etmesine gerek yok" dedi Aian.
"Ama tutsak olarak değil" diye ekledi Berilac.
Aian yavaşça Rogene doğru yaklaştı. Rogen ise siyah atı Şafakın yanında sessizce yürüyordu. Till arkada kalıp dikkatlice Aian ile Rogeni izliyordu. Aian her fırsatta Rogen ile konuşmaya çalışıyordu ve bu da Tilli deli ediyordu. Sebebini anlayamamıştı ama Rogene karşı pek iyi duygular besleyemiyordu.
Nerede kalmıştık? dedi Aian yüzünde şirin bir gülümseme ile.
Yürüyoruz... dedi Rogen Aiana anlamsızca bakarak.
Cadı Dzahona! dedi Aian gülerek, En son kaçan Antronialıların geri dönüşünü anlatıyordun
Evet... dedi Rogen biraz düşünerek, Kitapta yazdığı kadarıyla Antronia topraklarındaki Dragal ordusu ve Dzahona iki gücün arasında kalmıştı. Güneyden gelen gururlu Antronia ordusu ve Kuzey Doğudan saldıran Umhal ordusu. Umhalın parasal nedenlerden dolayı Dragala savaş açtığını anlatmıştım sana
Evet Rogen, anlatmıştın dedi Aian, Dzahona onların kurtlarını zehirlemişti
Cadı Dzahonanın karanlığı her yanı sarmıştı dedi Rogen ufka bakarak. Daha sonra derin bir nefes alarak devam etti, Ancak gücü gitgide azalıyordu ve yenilmek üzereydi. Cılız Umhal ülkesi erken zafer coşkusuyla eğlenirken şanlı Antronia savaşçıları ise topraklarını geri almaya devam ediyordu
Genelde hiç konuşmayan Rogen, tarih hikayeleri anlatırken kendinden geçiyordu sanki. Berilac bile Rogenin bu haline şaşırıyordu. Bundan memnun olmayan tek kişi Tilldi.
Fakat o kokuşmuş cadı yine bir büyü yaptı! dedi Rogen açık gözlerle.
Bir yaratık dedi Berilac.
Rogen konsantresini bozduğu için Berilaca ters ters bakarak, Evet, bir yaratık. O yaratığı bu kadarla mı tarif ediyorsunuz sevgili Berilac? Sıradan bir yaratık gibi...
Berilac verilebilecek kararlardan en iyisinin cevap vermemek olduğunu anlamıştı.
Cesetlerden oluşan bir yaratık... Yüzlerce metre uzunluğunda, yüzlerce metre genişliğinde, yüzlerce ton ağırlığında... Bir yandan ölen cesetleri yutarken, diğer yandan da ruhlarını kusuyordu. Yaratık için her şey birdi... Şanlı Antronia savaşçıları, dönek Umhal ordusu ve hatta kurtları bile... Hey şeyi yutuyordu yaratık. Umhal ordusu neredeyse yok olmuştu ama cesaretli Antronialılar savaşmaya devam ediyordu. Antronia toprakları, kan göllerinin aralarındaki ceset adalarına benzemişti...
Bence hikayeye biraz ara verelim dedi Berilac, Bir köye yaklaşıyoruz ve sessiz olmakla fayda var
Rogen bozulmuş bir yüz ifadesiyle yavaşça biriken heyecanını yatıştırarak yine o donuk bakışlı haline geri döndü. Düz araziyi bir duvar gibi kesen dağlara doğru yürüyorlardı. Güneş bütün gün sadece ışığını hissettirmişti ve artık o da gidiyordu. Kızıllaşan gökyüzü koyu toprağın üzerine akıyordu yavaşça. İleride Dragal'ın son çadır köyünün gölgeleri vuruyordu toprağa. Yolcular yavaş adımlarla köye doğru yaklaşıyorlardı. Temkinli olmakta fayda vardı çünkü her an karşılarına Zaabath'ın müridlerinden bir grup çıkabilirdi. Rogen, göğsü dimdik bir şekilde atı Şafak ile birlikte yürüyordu hiç konuşmadan. Djaia'nın anısı olan boynundaki yeşil taş hafifçe parıldıyordu. Güneş, ufuk çizgisinde gittikçe daralan bir çizgi halini almıştı. Gözden kaybolduğunda geriye sessizliğin içindeki soğuk mor gecenin habercisini bırakmıştı. Toprak konuşuyordu rüzgarla. Toprak koşan atlarla bir olmuştu. Toprak...
"Birileri geliyor gölgelerin içinden bize doğru" dedi Berilac.
"Beş... hayır... Yedi tane atlı!" dedi Rogen gözlerini kısmış bir şekilde ileriye doğru bakarak, "Galiba daha fazla..."
Aslında onsekiz atlı geliyordu onlara doğru.
"Yakalandık mı dersiniz?" dedi Till heyecanla.
"Atlarımız olmadığına göre kaçma imkanımız da yok bu düz topraklarda" dedi Berilac öfkeyle, "En azından sakin olun, belki başka birşeydir"
Gölge atlar büyük bir çoşkuyla yaklaşıyorlardı yolculara doğru karanlık başlarken. Yaklaştıkça daha iyi seçiliyorlardı.
"Bunlar Zaa kokuşmuşları değil" dedi Berilac, "Uzun saçlılar, ama Umbaslı da değiller çünkü mızrakları var"
"Dikkatli olun" dedi Rogen bir yandan atı Şafak'a sakin olmasını öğütlerken.
Atlılar iyice yavaşladılar gölgelerin içinden çıkarken. Onsekiz tane atlı adam vardı. Çok koyu kahverengi tenleri vardı. Üstleri bu soğukta çıplaktı. Altlarında ise orasından burasından kumaş parçaları çıkmış deri pantolonlar vardı. Çok sevecen görünmüyorlardı. Bu görünüşü destekleyen başka bir unsur da mızraklarının yolculara doğru çevrilmiş olmasıydı. İçlerinden bir tanesi atının yavaş adımlarıyla yaklaştı.
"Kimsiniz ve ne arıyorsunuz burada?" dedi sert bir şekilde adam.
"Biz yolcularız" dedi Berilac bir adım öne çıkarak, "Buradan sadece geçiyoruz"
"Nereye gidiyorsunuz?" dedi adam imalıca.
"Kantradium'a" dedi Berilac.
"Cesursunuz..." dedi adam sırıtarak.
"Yeterince değil" dedi Rogen.
"Henüz" diye ekledi Berilac.
"Kantradium'da sizi ne beklediğinin farkında mısınız?" dedi adam.
"Fark etmez" dedi Berilac.
"Fark eder" dedi adam, "Gradran'dan gelen adamların sizi aradığından haberiniz yok sanırım"
Aian ile Till endişeli gözlerle birbirlerine baktılar.
"Evet, haberimiz var" dedi Berilac, "Bizi tanımakla zorluk çekmediğinize göre sizi kandırmanın anlamı yok"
"Bizi kandırabilirsiniz" dedi adam imalı bir şekilde, "ama Glaçiem'i asla"
"Glaçiem kim?" dedi Berilac.
"Yakında göreceksiniz" dedi adam, "Sizi bekliyor"
"Bizi mi bekliyor" dedi Aian, "Peki ama neden?"
"Sizin geleceğinizi aylar öncesinden biliyordu" dedi adam, "Şimdi fazla konuşmayın ve gelin"
Yolcular çaresizce birbirlerine baktılar. Karşılarındaki onsekiz atlı adama karşı pek şansları yoktu. Sessizce yürümeye başladılar çadır köye doğru karanlıkta. Hiç yiyecekleri kalmamıştı. Bu yüzden zaten köye gireceklerdi ancak bu şekilde girmek özellikle Aian'ın sinirlerini bozmuştu. Köy diğer köylerden farklı olarak daha yoksuldu. Çadırların artık herhangi bir fırtınaya dayanmaya güçleri kalmamıştı. Aian bir ara bu kadar yoksul bir köyün nasıl olur da atlı adamları olur diye düşündü. Kendi köyünde de atlar vardı ve masraflarını iyi bilirdi. Bu atlar gayet iyi görünüyordu. İyi kalite yem verildiği belliydi. Meraklı tedirgin gözler, çadırların aralarından geçen yolcuları izliyorlardı. Köyün merkezinde büyükçe bir ateş yakılmıştı ve çevresinde insanlar bekliyorlardı. Kıvrak ateşin tam karşısında büyük kahverengi bir çadır vardı. Hatta köydeki en büyük çadırdı. Çadırın önünde durdular merakla. Berilac'la konuşan adam yolculara beklemelerini söyledi ve içeri girdi. Ay tekrar yüzünü göstermeye başlamıştı ince ince. Yolcular beklerken arkalarındaki fısıltı korosunu duyabiliyorlardı. Esmer adam büyük çadırın içinden çıkarak yolculara içeri girmelerini söyledi.
Çadırın içi bomboştu. Tabanı toprak olan çadırda ne bir insan ne de bir eşya vardı. Sadece çok ağır bir koku hakimdi çadırda. Köşelerden sarı renkli ipliksi dumanlar çıkıyor ama fazla yükselemeden toprağın üzerinde yoğunlaşıyorlardı. Aian ayaklarının sarı dumanın içinde kayboluşunu seyretti bir süre. Onları getiren adam çadırdan asık bir suratla dışarı çıktı. Büyük dumanlı çadırın içinde sadece yolcular vardı. Rogen'in boynundaki taşın yeşil rengi çadırın içinde daha bir güzel görünüyordu sanki. Berilac dikkatli gözlerle çevreyi inceliyor ama pek birşey de bulamıyordu.
"Niye bekliyoruz?" diye sordu Till fısıldayarak.
"Sence?" dedi Aian tek kaşı havada.
"Ne demek sence? Bilseydim sormazdım herhalde" dedi Till.
"Glaçiem'ı tabii ki..." dedi Aian sıkılarak.
"Onu biliyorum" dedi Till fısıltıyla, "Zaten "Neyi?" veya "Kimi?" diye sormadım, "Niye?" diye sordum"
"Ne biliyim ben ya!" dedi Aian öfleyerek, "Bekle işte!"
"Şşşşt!" dedi Berilac, "Sessiz olun"
Sessizce beklediler uyuz rüzgar çadırların arasında uyumaya karar verirken. Dışarıda ki sessizlik içeriden daha fazlaydı. Yolcuların, ağırlıklarını bir bacaktan öbürüne geçirirken çıkardıkları sesler tümüyle duyulabiliyordu.
"Sonunda geldiniz..." dedi biri arkalarından, Ben, Glaçiem
Tamamen dalmış olan Aian ve Till, oldukları yerde sıçrayarak arkalarını döndüler. Karşılarında uzun boylu genç bir adam vardı. Siyah kapşonsuz bir cüppe giymiş, kollarını birbirine kenetlemişti. Saçları cüppesi gibi siyahtı ve omuzlarına geliyordu. Alnında yanyana sarı renkli üç tane eşit büyüklükte nokta vardı. Bir tane de çenesinde... Parlak gözleri esmer teninde yolcuları selamladı.
"Dört gün önce bir Zaa müridi gelip sizi sordu" dedi Glaçiem kısık gözlerle yolculara bakarken.
"Siz ne dediniz?" dedi Berilac.
Glaçiem Rogen'e imalı bir bakış attıktan sonra, "Demek Djaia'nın Zebercet'ini taşıyorsun " dedi.
"Zebercet?" dedi Rogen.
"Boynundaki taş, Zebercet" dedi Glaçiem, "Eski zamanlarda karanlık yerlerden geçerken duyulan korkuyu azaltmak için takılırdı"
Rogen boynundaki kolyenin ucundaki yeşil taşı eline aldı yavaşça.
"Aslında Zebercet'in amacı başkadır" dedi Glaçiem.
"Amacı mı?" dedi Rogen hafif bir gülümsemeyle, "Bir taşın amacı olacağı hiç aklıma gelmemişti"
"Gördüğün ve göremediğin, belki de görmek istemediğin herşeyin bir amacı vardır" dedi Glaçiem, "Tıpkı burada bulunma amacınız gibi"
"Anladığım kadarıyla başımıza gelenlerin hepsini biliyorsunuz" dedi Berilac ciddi bir tavırla.
"Kuru toprak sınırları içinde... Evet" dedi Glaçiem, "Gelin... beni izleyin"
Genç adam arkasını dönerken, "Sana güvenmiyorum" dedi Aian cesaretini toplayarak.
"Bana güvenmeni ben de istemezdim zaten Aian" dedi Glaçiem tekrar Aiana doğru dönerek, "Ama sizi ele vermek isteseydim, bunu çok önce de yapabilirdim. Aynı taraftayız, şimdilik..."
Çadırdan çıkıp sessizliğin içinde bir süre köyün dışına doğru yürüdüler. Soğuk bir esinti yolculara eşlik ediyordu yürüdükleri toprak boyunca.
"Bu gece misafirimsiniz" dedi Glaçiem yürürken.
"Bizi neden çağırdın?" dedi Berilac kararsızca çevresindeki karanlığa bakarak.
"Yardım etmek için" dedi Glaçiem beyaz küçük dişlerini göstererek.
"Neden?" diye sordu Aian aniden.
"Çünkü amaçlarımız aynı, sebeplerimiz farklı olsa da..." dedi Glaçiem.
"O halde sen de Zaabath'ın ölmesini istiyorsun" dedi Till.
"Hem de çok" diye cevap verdi Glaçiem.
"Peki bize nasıl yardım edeceksin?" dedi Berilac.
"Öğütle tabii ki..." dedi Glaçiem karanlıkta ve toprağın üzerine oturdu, "Siz de oturun. Toprak da Gradran'ın kurtulmasını istiyor"
"Öğütten önce bize neden yardım ettiğini söyler misin?" dedi Aian kuru toprağın üzerine otururken.
"Zaabath bizi Antronia'ya savaşmamız için zorluyor" dedi Glaçiem.
"Bunu yıllardır siz de istemiyor muydunuz?" dedi Rogen kibirle ayakta dururken. Berilac ve Till, Aian'ın yanına oturdular.
"Diğer onbir klan için haklısın, ama biz hem Antronia'ya uzağız hem de toprağa ihanet edemeyiz" dedi Glaçiem ve devam etti, "Şu gördüğünüz küçük köy benim klanım. Pek güçlü olmadığımızı anlamışsınızdır. Topraklarımızı bırakıp gidemeyiz çünkü bu topraklar bizim yaşam kaynağımız. Zaabath diğerleriyle çoktan anlaştı zaten. Ben karşı çıktım ama diğer klan liderleri beni zorluyorlar"
"Sana saldıracaklarından korkuyorsun" dedi Berilac.
"Hayır" dedi Glaçiem, "Bunu yapamazlar. Size yardım etmemin nedeni toprağın Gradran'ı kurtarmak istemesinden. Zaabath toprağa kötü davranıyor. Bunu hissedebiliyorum. Aynen seksen yıl önceki gibi...
Seksen yıl önce ne oldu? dedi Aian.
Ay taşı patladı dedi Berilac.
Aian meraklı gözlerle bakıyordu Berilaca.
Çok güçlü bir taş... Gnotras sırasında dünyaya düşmüş olmalı dedi Glaçiem, Taş uzun süre Dragalda kaldı...
Hmm, hatırlatırsam Dragal onu Gradrandan çalmıştı dedi Berilac kibar olmaya çalışarak.
Ödünç almıştı dedi Glaçiem, Daha sonra taşı geri aldınız
Şeyy, aslında ay taşını kullanarak bize saldıran Dragallı büyücü Thala, büyülerinin geri tepmesiyle ortadan kaybolduğunda bıraktı bize taşı dedi Berilac yumuşak bir ses tonuyla.
Kitaplar tarihi yanıltabilir dedi Glaçiem burnunun üzerinden bakarak, Taşı sizin patlattığınız da kitaplarınızda yazıyor mu?
Evet ama bir kazaydı dedi Berilac.
Genç görünmeme bakma evlat dedi Glaçiem sinirli bir şekilde, Seksen yıl önce ay taşı patladığında toprağın çektiği acıyı hissettim. Yanlışlıkla olmuş bir patlama değildi o... Ona yöneltilen gücü her yanımda hissettim
Bir süre sessizliği sadece uyuz rüzgarın fısıltısı bozdu. Rüzgar uyuzdu belki ama çok soğuktu. Bundan tek etkilenmeyen Glaçiem huzursuzca yolcuları inceledi uzun uzun.
Zaabath bugün bizimle anlaşmış olabilir ama yarın bize saldıracağı çok açık" dedi Glaçiem sakin bir sesle.
"Evet, bu tamamen Zaabath'ın kişiliği" dedi Berilac yüzünü buruşturarak.
"Toprağın görüş alanı çok geniştir" dedi Glaçiem, "Büyük lütuftur ki toprak bu görüşünden istediklerini bana da göstermektedir. Djaia'yı öldürdüğünüze sevindim, yeterince bela olmuştu bu topraklara"
"Az kalsın biz de ölüyorduk" dedi Till.
"Ama ölmediniz" dedi Glaçiem Rogen'e bakarak, "Cesaretinizi büyük bir kararlılıkla kanıtladınız"
"Sadece dikkatsizce davrandı" dedi Rogen, "Till botunu kaynayan sıvıya atmasaydı çoktan ölmüştük"
"Artık Zebercet sende" dedi Glaçiem.
"Zebercet'in amacından bahsetmiştiniz" dedi Rogen merakla, "Amacının ne olduğunu da biliyorsunuz sanırım?"
"Zebercet, toprağın bir ürünüdür" dedi Glaçiem, "Onun iradesiyle yoğrulmuştur. Ona tüm varlığıyla bağlıdır. Zebercet, toprağın toprak dışındaki görüntüsüdür... tıpkı diğer taşlar gibi"
"Yani?" dedi Rogen.
"Yani toprağın amacı ne ise Zebercet'in amacı da odur" dedi Glaçiem, "Eğer bana toprağın amacını sorarsan sana bunu söyleyemem. Toprağın sayılması imkansız bir sürü amacı vardır. Ama şu bir gerçektir ki toprağın yolunu hiç birşey engelleyemez. Su da kaçar topraktan, hava da..."
"Asla Zebercet'in amacını öğrenemeyeceğim o zaman" dedi Rogen üzüntüyle boynundaki taşa bakarak.
"Vakti gelmeden asla..." dedi Glaçiem.
"Dört gün önce bir Zaa müridinin gelip bizi sorduğunu söylediniz" dedi Berilac düşünceli gözlerle Glaçiam'a bakarak.
"Evet" dedi Glaçiem, "Ne idi adı? İsmini hatırlamıyorum ama beyninin tamamen uyuşmuş olduğunu çok iyi hatırlıyorum. Neredeyse hiç kendi iradesi kalmamış"
"Zaabath'ın müritlerine acıyorum aslında" dedi Berilac, "Seçim şansları yok onların, yaşamıyorlar"
"Yaşayan ölüler gibi mi?" diye sordu Aian gözlerini açarak.
"Bir nevi öyle" dedi Berilac hafif bir tebessümle.
"Yüzünde yanık izleri vardı" diye mırıldandı Glaçiem, "İsmi Rilid mi... Ridig mi yoksa?"
"Drilig?" dedi Aian olumsuz bir cevap almayı umarak.
"Evet! Drilig!" dedi Glaçiem kafasını sallayarak, "Tanışıyor muydunuz?"
"Kahretsin!" dedi Rogen sinirle ayağını toprağa vurarak.
"Antronia'da bizi yakaladı" dedi Berilac öfkeyle homurdanarak, "Rogen olmasaydı hapı yutmuştuk"
"Ben tüm umudumu yitirmiştim" dedi Aian Till'e bakarak, "Özellikle Till'i yakaladıklarında..."
"Demek ölmemiş" dedi Till yere bakarak.
"Onu vurdum okumla" dedi Rogen yumruğunu bacağına vurarak, "Nasıl bu kadar dikkatsiz oldum da boğazını kesmedim"
"Zaabath'a gidip herşeyi anlatmıştır" dedi Aian, "Dördümüzü de biliyordur"
"Evet, biliyor" dedi Glaçiem, "Bu yüzden gitmekte olduğunuz yol çok tehlikeli"
"Ama başka şansımız yok" dedi Berilac, "Zaabath Kantradium'u tutmuştur ama Menth geçidinden geçmek tam bir delilik olur"
"Kantradium tarafındaki dağlık bölge geniş arazi olduğu için o taraftan gitmeye karar verdik" dedi Rogen, "Belki gündüz saklanarak, gece yolculuk edebiliriz"
"Yanlış karar" dedi Glaçiem.
"Menth geçidinden daha iyi olduğu kesin" dedi Rogen.
"Doğru ama Zaabath sizi Kantradium'dan geleceğinizi düşünüyor" dedi Glaçiem, "Sadece sizin için ufak bir ordu kurmuş gece gündüz dağları tarıyor"
"Nereden biliyorsun?" dedi Aian.
"Toprak..." dedi Glaçiem'in nefesi gözlerini kapatarak.
"Bize Menth geçidinden mi geçin diyorsun?" dedi Berilac, "İmkansız birşey bu..."
"İmkansız denebilir" dedi Glaçiem, "Haritanız yoksa"
"Harita mı?" dedi Berilac, "Zannedersem aynı yerden bahsetmiyoruz Glaçiem. Menth geçidi dağların arasındaki incecik bir yarık. Üç kişi yanyana zor yürür. Daha da önemlisi yol sürekli Zaa müritleri tarafından kullanılıyor. Fark edilmeden geçebilmemiz için görünmez olmamız bile yetmez"
"Aynı yerden bahsediyoruz" dedi Glaçiem.
"O zaman bir haritanın bize ne gibi bir faydası olacağı konusunda ki şüphelerimi maruz görünüz" dedi Berilac.
"Sıradan bir harita değil Berilac" dedi Glaçiem, "Görünmez köprünün haritası"
"Görünmez köprü?" dedi Berilac. Bu konuda bazı efsaneler hatırlıyordu kitaplardan.
"Gradran'ın yarattığı bir köprü" dedi Glaçiem, "Havada asılı duruyor ve üstünden geçenleri göstermiyor"
"Nasıl oluyor bu?" dedi Aian.
"Orasını bilemem" dedi Glaçiem, "Köprüye Menth geçidinde gizli bir noktadan geçiliyor ve Köprü, Gradran şehrinin tam ortasına varıyor"
"Peki bu gizli noktayı nereden bulacağız?" dedi Till.
"Haritadan tabii ki..." dedi Glaçiem.
"Harita nerede?" dedi Berilac.
"Arşivci de?" dedi Glaçiem.
"Arşivci mi? O kim?" dedi Berilac.
"Arşivci çok bilge bir insandır" dedi Glaçiem, "Yalnız yaşadığı yer yolunuzu biraz uzatacak ama başka çareniz yok"
"Nerede yaşıyor?" dedi Berilac.
"Dematrah çölünde, Doğuda..." dedi Glaçiem.
"Dematrah!?" dedi Berilac, "Hem tam aksi doğrultumuzda, hem de Zytroc madenlerinin merkezi. Bir sürü Zaa müridi oradan Zytroc tozu çıkartıp Gradran'a götürüyordur, çölde dikkati çekmememiz mümkün değil"
"O kadar uzak değil" dedi Glaçiem, "Arşivcinin evi madenlere varmadan. Dragal sınırına yakın bir yerde"
"Yine de çöle varmamız en az bir haftamızı alır" dedi Berilac.
"Vaktimiz yok" dedi Aian, "Hatta şu anda bile çok geç kalmış olabiliriz"
"Bir de dönüşü var... Üç hafta sonra ancak Menth geçidine varırız. İki hafta kaybımız olur" dedi Berilac.
"Sonunda Gradran'a canlı bir şekilde gideceğinizi düşünürseniz iki haftalık kayıp çok da birşey değil" dedi Glaçiem.
"Bize doğruyu söylediğini nereden bilelim?" dedi Aian üşüyen ellerini birbirlerine sürterek.
"Bilemezsiniz" dedi Glaçiem, "Karar sadece sizin. Ben sadece yardım etmeye çalışıyorum"
"Bana mantıklı geliyor" dedi Rogen, "Menth geçidine iki hafta kayıpla gideceğiz belki ama düz bir köprüden geçerek bu kaybımızı telafi edebiliriz. Tabii Dragallı bir insana ne kadar güvenilebileceği konusunda şüphelerim var"
"Buna inanmak zorundayız" dedi Aian, "Başka çaremiz yok"
"Sanırım haklısın" dedi Berilac, "Eğer köprü varsa müritlere yakalanmadan Gradran'a gitmek çok kolay olur bizim için. Köprü yoksa şu andaki halimizden pek farklı durumda olmayız"
"Peki ya o zamana kadar annem ölürse" dedi Aian.
"May ölmeyecek!" dedi Berilac.
"Yolculuğunuz için size para ve erzak vereceğim" dedi Glaçiem, "Eğer dönüşte de uğrayabilirseniz ihtiyaçlarınızı yenilerim"
"Arşivcinin yeri tam olarak nerede?" dedi Till.
"Yola çıkmadan önce anlatacağım size" dedi Glaçiem.
"Ben hala emin değilim" dedi Berilac.
"Size olan güvenimin hiç olmadığını itiraf etmek zorundayım, Glaçiem" dedi Rogen ayakta dalgalanan saçlarını geriye atarken.
Güvenmemeniz en iyisi olurdu zaten dedi Glaçiem, Fakat şu anda sizin için en uygununu söylüyorum. Çünkü benim de Zaabathdan tek kurtulma umudum sizsiniz
"Aian, sen ne düşünüyorsun?" dedi Berilac.
"Anladığım kadarıyla başka çaremiz yok" dedi Aian, "Bir an önce Gradran'a varmak istiyorum ama Zaabath'ın müritleri eşliğinde değil"
"O zaman Arşivci'ye gidiyoruz" dedi Till.
"Bu gece düşünün" dedi Glaçiem ayağa kalkarken, Şimdi dinlenin
O gece soğuk rüzgar uykudayken uzun uzun bu konuyu düşündüler yolcular çadırlarında. Arşivci'ye gitmenin yolu uzatacağı konusunda hepsi hem fikirdi ancak ümitsizliğin gölgesinde görünmez köprünün var olma ihtimali hepsinin içinde bir heyecan oluşturuyordu. Berilac böyle bir köprünün eski kitaplarda yazdığını biliyordu. Aian kararsız olmasına rağmen görünmez köprü fikrini sevmişti çünkü müritlere yakalanma fikrini bir türlü kafasından atamıyordu. Gecenin ilerleyen saatlerinde Arşivci'ye doğru yol alma konusunda anlaştılar ve uyudular.
Büyük ve beyaz bir taş vardı. O kadar parlaktı ki her yanı bembeyaz ışıklarla doldurmuştu. Aian taşa elini uzattığında arkasında onu izleyen büyük kahverengi gözleri hissetti. Taş bir anda havalanarak gökyüzüne doğru yükselmeye başladı. Gittikçe yükseliyor ve ardında da sessiz karanlığı bırakıyordu Aianın ellerine. Yeterince yukarı çıktığında taş aniden Aya dönüştü. Sadece ay ışığının gölgesinde duyulan korkunç bir kahkaha koşmaya başladı. Aian kulaklarını kapatarak yere çömeldi ve Aya baktığında bir çift göz gördü. Zaa müridi Driligin parlayan gözleri... Hayır, bu gözler Dragal şamanı Glaçiemin gözleriydi. Kahkaha kesilmişti damla damla. Bir el yavaşça omzuna dokunduğunda irkilen Aian aniden uyandı. Çadır sessiz ve karanlıktı. Soğuk havanın tazeliğini terleyen alnında hissetti ve tekrar uyudu.
Sabah kalktıklarında havanın daha da soğuduğunu hissettiler eklemlerinde. Çadırdan çıktıklarında bütün köyün bir sis perdesinin arkasında saklandığını gördüler. Kalın sis, çadırların arasında sessizce dolaşan insanları hayalet gibi gösteriyordu. Yolcular toparlanıp büyük çadırın yanına gittiler. Glaçiem, çadırın önünde bekliyordu.
"Yola çıkma vakti geldi" dedi Glaçiem.
Glaçiem'in yanında üç tane adam vardı. Bunlardan biri dün akşam Berilac ile konuşmuş olandı. Ellerindeki erzakları Şafak'a yüklediler. Glaçiem'in işaretiyle birkaç kese madeni para Berilac'a verildi.
"Yolculuğunuzda yardımı dokunabilir" dedi Glaçiem, "Dönüşte uğrarsanız sevinirim"
"Bize Arşivci'nin yerini daha söylemediniz" dedi Aian.
"Doğu'da" dedi Glaçiem, "Çöl başlarken bir mağara göreceksiniz. Ama unutmayın, dümdüz Doğu'ya doğru ilerleyin. Yoldan saparsanız mağarayı bulmanız zorlaşır çünkü Dematrah'a yaklaştığınızda tepeler başlayacak"
"Gördüğümüz mağaranın o olduğunu nereden bileceğiz" dedi Berilac.
"Çünkü oradaki tek mağara o" dedi Glaçiem, "Yalnız Arşivci'nin evi derinlerde. Mağaradan sonra yolu bilmiyorum"
"Hiç gitmediniz mi?" dedi Aian.
"Hayır, gitmedim" dedi Glaçiem.
"Bizi hiç bilmediğiniz bir yere yolladığınızın farkında mısınız?" dedi Rogen.
"Biliyorum" dedi Glaçiem, "Hiç gitmedim ama biliyorum"
"Peki mağaranın içi güvenli mi?" dedi Berilac.
"Bilmiyorum" dedi Glaçiem, "Mağaranın içinin görünümünü engelleyen bir şeyler var, bu yüzden bilmiyorum"
"Ben de niye size güveniyoruz, onu bilmiyorum" dedi Aian.
"Çünkü güvenmek istiyorsunuz" dedi Glaçiem.
Yolcular sabah güneşinin ilk ışıklarında sisli topraklarda yola çıktılar Doğu'ya doğru. Öğlene doğru sis açıldığında nemli soğuğun yerini kuru bir soğuk hava aldı. Koyu toprağın üzerindeki taşlar gittikçe küçülmeye başlıyordu aynı zamanda üzerlerinde buz tanecikleri oluşturarak. Rogen'in atı Şafak, yorucu yolculuklarına rağmen soğuk havayı ciğerlerine çekiyor, göğsü dimdik yürüyordu. Berilac ve Rogen sürekli çevrelerine bakıyorlardı. Sol taraflarında ki yüksek dağlar üzerlerindeki kar tabakalarının altından sessizce izliyorlardı yolcuları. Günler ilerledikçe düz Dragal topraklarında küçük tepeler oluşmaya başlamıştı. Sert toprak gittikçe yumuşuyordu. Beşinci günün akşamında yolcular, Zytroc tozunu taşıyan bir grup insanı tepelerin ardından sessizce izlediler. Kamp kurduklarında yakıcı soğuğa rağmen ateş yakmamayı tercih ediyorlardı. Hepsinin yüzleri ve elleri soğuktan kıpkırmızı olmuştu. Soğuktan uyuşmalarına rağmen uyumak çok tedirgin ediyordu yolcuları. Rogen sürekli nöbet tutuyor, neredeyse hiç uyumuyordu. Soğukta donmamaları için her yarım saatte bir uyuyanları kaldırıyordu.
Yaklaşık bir hafta sonra Dragal toprakları geride kalmıştı. Dematrah çölünün ince sarı kumu sıkı botlarının arasından bir geçiş yolu buluyordu her adımda. Doğudan esen hafif rüzgarlar kumları havalandırmaya yetiyordu ve yolcuların gözlerinde saklanmaya çalışıyorlardı. Kumların çok ince olması yürümelerini iyice zorlaştırıyordu. Geceleri ise tam bir işkenceye dönüşmüştü.
Güneş yolcuların tam tepelerinde uzak bir nokta kadar küçük gözüküyordu. Kum kokusu midelerini bulandırıyordu. Arada bir kumların aralarından fırlamış büyük taşların arkasında mağara olma ümidiyle seviniyorlar ama her seferinde bu sevinçleri yerini hayal kırıklıklarına bırakıyordu.
"Nerede şu mağara?" dedi Till, "Artık yoruldum"
"Ben de çok yoruldum" dedi Aian, "Mağarayı görmeden geçmiş olabilir miyiz?"
"Zannetmem" dedi Berilac, "Eğer Glaçiem doğru söylüyorsa mağara buralarda bir yerlerde olmalı"
"Biraz dinlenebilir miyiz?" dedi Till acıklı bir ifadeyle.
"Tamam" dedi Berilac, "Ama kısa bir mola, şu ilerideki koca taşın altı nasıl?"
"Çok iyi" dedi Rogen.
Dalgalı kum tepeleri her yanlarındaydı. Uzaklarda ise beyaz sıra dağlar Kuzey Doğu'ya doğru yolculardan kaçıyordu. Kumların arasından fışkırmış büyük gri bir taşın altına doğru ilerlediler. Uzun taş, çevresindeki kumlara inat başını hafif bir eğimle gökyüzüne doğru uzatmıştı. Altındaki gölge soğuk havadan da soğuktu. Sivri taşın dibine oturdular. Rogen ise ayakta çevreyi gözetliyordu.
"Tuhaf bir his var içimde" dedi Rogen sonunda.
"Evet" dedi Aian, "Sanki bir tedirginlik..."
O sırada kumların titreşimi taşın üzerindeki toz zerreciklerini havalandırdı. Rogen dikili taşa baktı dikkatlice.
"Bence buradan gidelim" dedi Till, "Pek tekin görünmüyor"
Bir ses dalgası kumların arasından çıkmaya çalışıyordu. Şafak huysuzlanarak şaha kalktı ve dikili taştan uzaklaştı. Berilac, Till ve Aian ayağa kalkarak taşın titreşiminden uzaklaştılar. Rogen hala taşın yanında duruyor, olanlara anlam veremiyordu. Titreşimler iyice arttığında büyük bir ses dalgası da kumların arasından fışkırdı. Rogen bastığı yerin hareket ettiğini anladığında çoktan havalanmaya başlamıştı. Aceleyle taşa tutundu yerden yükselirken. Diğerlerin aşağıdan anlamsız bakışlarını fark etti bir an. Fark ettiği diğer bir şey de gözlerindeki korku ifadeleriydi. Arkasına baktığında bir çift simsiyah göz gördü Rogen. Kocaman taştan bir yaratığın burnundaydı.
Aian ve Till geri adım atmak istediler ama çölün ortasında kaçacak bir yer olmadığını anlamaları uzun sürmedi. Karşılarında taştan yaratılmış bir yaratık duruyordu. Hareket ettikçe taşların birbirlerine sürtünme sesleri geliyordu. Eklem yerlerinin arasından kumlar dökülüyordu. Yaratık büyük bir gergedana benziyordu. Ancak yolcuların hiçbiri hayatlarında bir gergedan görmedikleri için bunun pek bir anlamı da yoktu. Rogen yaratığın burnundaki boynuza yapışmış duruyordu. Yaratık ise öfkeyle başını sallıyor Rogen'i düşürmeye çalışıyordu. Kısa kollarıyla kendi burnuna vuruyor ancak bir türlü Rogen'e yetişemiyordu. Berilac ne yapacağını şaşırmış halde çevresine bakıyordu. Bu yaratığa keskin silahlar hiç birşey ifade etmezdi. Rogen'in siyah atı Şafak, korkuyla başını sallıyor, olduğu yerde debeleniyordu.
"Kaçacak bir yer bulmalıyız" diye bağırdı Aian.
"Bu çölde kaçabilecek tek yer kumun altı" dedi Till heyecanla.
Yaratık hala Rogen'e ulaşmaya çalışıyordu ve kafasını sallıyordu. Sonunda Rogen dayanamadı ve yaratığın boynuzundan kumlara doğru düştü. Yaratık önce hapşırdı ağzından kumlar saçarak. Daha sonra birkaç kere daha kafasını salladı. Bu arada Rogen, Aian ve Till'in olduğu tarafa doğru koştu. Berilac yaratığın arka tarafında kalmıştı.
"Ne yapacağız?" dedi Rogen, "Bu yaratık taştan!"
O sırada yaratık görüş alanındaki boynuzu Rogen'e doğru hedefledi. Yeterince sinirini bozmuştu bu ufak insan. Ama son bir gösterinin bir zararı olmazdı. Yaratık iki ayağının üzerinde kalkarak kükredi. Aslında tam bir kükreme sayılmazdı. Çok sayıda taşın birbirine vurulduğu zaman çıkan seslerin bir bütünü gibiydi. Ellerini açarak havaya doğru gerindi ve daha sonra tüm ağırlığını bırakarak kumların üstüne ön ayaklarını düşürdü. Kumların ezilme sesiyle birlikte titreşim dalgaları oluştu. Till ve Aian dengelerini kaybederek düştüler. Yaratık Rogen'i aradı bir süre ve bulması zor olmadı. Tam solunda duruyordu bu insan. Sinirli bir şekilde kumlara üfleyerek boynuzunu Rogen'e doğru hedeflemek üzere arka ayaklarını geriye atarak olduğu yerde sola döndü. Fakat Rogen hala onun solundaydı.
"Bu küçük insan nasıl olurda benim gibi büyük bir gardiyan ile dalga geçebilir?" diye düşündü yaratık. Kafasını bir iki kere salladıktan sonra Rogen'e doğru dönmek için yine bir hamle yaptı ancak Rogen yine hızlı davranarak onun solundaki yerini aldı. Bu iş uzamaya başlamıştı ve yaratık sol ön ayağıyla Rogen'e vurdu. Anlaşılan Rogen yaratığı fazla hafife almıştı ve böyle bir hareket beklemiyordu. Yaklaşık on metre uçtuktan sonra kumun üzerine düştü. Ayağa kalktığında ise yaratığın boynuzunun hedefine kilitlendiğini gördü.
"Bu taraftan!" diye bağırdı yaratığın arkasından Berilac'ın sesi. Aian ve Till, yaratığın sağ tarafından arkasına doğru koşmaya başladılar. Yaratık bütün bunları görüyordu ama onun derdi Rogen'leydi. İki adımda boynuzu tekrar Rogen ile buluşacaktı. Bacaklarını çatırtılar eşliğinde arkasına doğru gerdi. Rogen, yaratığın bacaklarının arkasından koşan Aian ve Till'i gördü. Berilac ile buluşarak bir mağaranın girişinde durdular ve Rogen'e el sallamaya başladılar.
"Evet!" dedi Rogen, "Mağara işte orada... peki Şafak?"
Rogen çevresine baktı ama Şafak'ı göremedi.
"Onu burada bırakakam" diye mırıldandı Rogen ve güçlü bir ıslık çaldı. Islık aynı zamanda yaratığın öne sıçramasında önemli bir rol oynadı. Yaratık boynuzunu Rogen'e doğru dikmiş koşuyordu. Sadece birkaç adımda bu minik yaramazı ezecekti. Yaratık koşarken sol tarafında siyah küçük bir gölge fark etti ama konsantresini bozmamalıydı. Rogen ise sakince bekliyordu koca boynuzu. Yaratık onun bu sakin gözlerini görünce daha da sinirlendi ve son adımını atarken solundan yaklaşan siyah gölge Rogen'i kaçırdı. Yaratık çok sinirlenmişti. Kumları döverek arkasını döndüğünde Rogen'den daha önemli birşeyi hatırladı.
"Mağaranın girişi!" diye düşündü yaratık. Daha da kötüsü Rogen atına binmiş hızla mağaraya doğru ilerliyordu ve üç tanesi de çoktan mağaranın içindeydi.
"Olamaz!" diye haykırdı yaratık ve koşmaya başladı. Diğerleri ise bunu sadece taşların çıkardığı sesler olarak duydular. Rogen atıyla beraber mağaraya girdiklerinde yaratık boynuzunu mağaranın girişine doğru vurdu. Kumlar mağaranın girişini örttüğünde, dışarıdan yaratığın çıkardığı sesler duyulabiliyordu. Yolcular bir süre koşarak karanlık mağaranın derinliklerine doğru ilerlediler çünkü yaratığın zıplamaları sayesinde hemen hemen her adımlarında tavandan düşen kum yığınlarının içinde kalma tehlikesi atlatıyorlardı. Uzun süre arkalarına bakmadan koştular. Mağara karanlıktı ama yine de duvarları görebiliyorlardı. Yaratığın sesi artık hiç duyulmuyordu ve kumlu yüzeyler de geride kalmıştı. Her taraf sert kayalardan oluşuyordu.
Yorgunlukla çöktüler mağaranın derinliklerinde. Bir süre hiç konuşmadılar çünkü hepsi nefes nefese kalmıştı.
"Umarım doğru mağaradayızdır" dedi Till sonunda, "ve de umarım başka bir çıkışı daha vardır"
---0---
"
|
| |
Oturum Aç
|
Henüz bir hesabınız yok mu? Yeni bir tane yaratabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yöneticisi, yorum yönetimi ve kendi adınızla yazı girişi gibi imkanlardan faydalanabileceksiniz.
|
|
"LOTR: DION - BÖLÜM VIII - ŞAMAN" | Oturum Aç/Yeni Hesap Yarat | 7 yorum |
| Yorumlar gönderene aittir. İçeriğinden hiçbir şekilde site ve site yönetimi sorumlu tutulamaz. |
Re: DION - BÖLÜM VIII - ŞAMAN (Puan: 1) Gönderen silvester Tarih: Şubat 16, 2003 - 00:03:14 (Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder) | Kaç zamandır bekliodum bu hikayeyi ve artık sabırsızlanmaya başlamıştım ki bizi unutmadığını göstererek hikayeyi göndermişsin:)
Her zamanki gibi okumaya doyamadım, ve yine sinir bozucu bi bekleyiş başladı bnm için:))
Sakın bizi unutayım deme..
Sewgiyle kal;) |
[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]
Re: DION - BÖLÜM VIII - ŞAMAN (Puan: 1) Gönderen gilthoniel_ Tarih: Şubat 16, 2003 - 13:14:39 (Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder) | döktürmüşsün yine! bizi unutmamana sevindim. yazmaktan hiçbir şey alıkoyamıyor seni (galiba)... |
[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]
Re: DION - BÖLÜM VIII - ŞAMAN (Puan: 1) Gönderen Gimli-lotr (drobolsu@hotmail.com) Tarih: Şubat 16, 2003 - 13:15:58 (Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder) | Çok başarılı olduğun kesin...tebrik ederim..hayırlı teskereler:)... |
[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]
Dönüsün Muhtesem Oldu! (Puan: 1) Gönderen axana (luthien_tinuviel@mynet.com) Tarih: Şubat 16, 2003 - 19:25:48 (Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder) |
Hoş geldin Berilac! Dönüşün muhteşem oldu diyebilirim, Gimli_lotrun yazısıyla aynı ana denk geldi hem de. Bu sefer site öyle güzel yazılarla dolu ki bir anda ağzım açık kaldı diyebilirim. Önümüzdeki haftalarda (yakın bir zamanda) ben de yazımı yollayacağım umarım onu da okuma imkanın olur.
Yaratıcılığından hiçbir şey kaybetmemişsin diyebilirim. Beni yazını okurken en çok sevindiren şey Rogen oldu. Ben Rogeni baştan beri çok sevmiştim ve içimden onun geçici bir karakter olmamasını, cadının söylediği gibi ölmemesini istiyordum. Umarım onu öldürmezsin! Ama Aianın ona olan ilgisi Tillin tersine beni çok sevindirdi;) dahası onun ileride önemli işler yapacağının sinyallerini de şimdiden almaya başladık. Gerçekten çok başarılı bir bölüm bu Berilac, özellikle ben Orta Dünya tabanlı yazmama rağmen yaşadığım sıkıntıyı iyi bildiğim için. Umarım gerisi çok geçmeden gelir ama nasılsa öyle olacağını biliyorum baksana fırsat kolluyorsun bize ulaşabilmek için. İstanbula gidebilmene de çok sevindim. Umarım askerliğin güzel anılarla dolu geçer. Gerçi askerlik anıları anlatılmaya başlandı mı üç günde anca bitermiş ama hadi bakalım bize beklemek düşüyor.
Seni sitede daha sık görebilmek için sabırsızlanıyorum. Görüşmek üzere kendine iyi bak:)
|
[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]
Re: Dönüsün Muhtesem Oldu! (Puan: 1) Gönderen BerilacBolger (berilacbolger@hotmail.com) Tarih: Mart 08, 2003 - 12:23:21 (Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder) | axana,
yazıyı gönderdikten sonra daha yeni çarşıya çıkma fırsatını elde ettim. bu yüzden ancak cevap yazabiliyorum.
askerlik devam ediyor işte. anlatacak pek birşey yok önemli olan. sinir bozucu faaliyetler. iki gün önce başçavuşun biri benim boğazıma yapıştı ama sonunda ne oldu? yüzde yüz ben haklı olduğum için albaydan fırçayı o yedi, hehe...
hikayeyi beğendiğine sevindim. burada düşünecek vakit oluyor fakat iş yazmaya gelince bak işte o çok zor. vakit bulmak yani...
sona doğru ilerlerken başlangıçta değişiklikler yapmaya karar verdim fakat bu askerden döndüğümde gerçekleşebilir. merak etme, çok köklü değil bu değişiklikler. ayrıntılarda kalıyor.
david eddings'in malloryon kitabı da türkçeye çevrilmiş, 1. cildi okudum gayet iyi. eğer okumadıysan tavsiye ederim sana (tabii önce belgariad'ı okuman gerek çünkü bu onun devamı).
düşünmeye ve yazmaya devam diyorum. rogen konusu enteresan bir hal almaya başladı. nasıl toparlayacağım kimbilir...
kendine çok iyi bak,
görüşmek üzere...
Berilac Bolger |
]
Re: DION - BÖLÜM VIII - ŞAMAN (Puan: 1) Gönderen ELENTARY (elentary@mynet.com) Tarih: Şubat 21, 2003 - 10:29:22 (Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder) | sENİ YAZMAKTAN ASKERLİK BİLE ALIKOAYAMDIĞINA GÖRE GÜZEL YAZIN İÇİN TEBRİK ETMEKTEN BAŞKA BİR ŞEYE GEREK YOK SANIRIM.... |
[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]
Re: DION - BÖLÜM VIII - ŞAMAN (Puan: 1) Gönderen BerilacBolger (berilacbolger@hotmail.com) Tarih: Mart 08, 2003 - 12:24:15 (Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder) | çok teşekkür ederim,
ilginize layık olmaya çalışıyorum...
hamd-ü senalar bizlerden sizlere :)
Berilac Bolger |
[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]
|