Ana Sayfa Hesabınız Yazı Ekleyin FAN ART FRP - RPG
J.R.R.Tolkien Kitaplar Galeri Biz Kimiz
Üye ol Üye girişi
Yazı aramak istediğiniz
Sitede 225 ziyaretçi, 0 kullanıcı var.
Oturum Aç
Takma isim

Parola

Henüz bir hesabınız yok mu? Yeni bir tane yaratabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yöneticisi, yorum yönetimi ve kendi adınızla yazı girişi gibi imkanlardan faydalanabileceksiniz.

Seçenekler
· Ana Sayfa
· Yazı Gönderin
· İstatistikler
· Bizi Tanıtın
· Forum
· Yükle
· En iyiler
· Linkler
· Hesabınız

YÜZÜKLERİN EFENDİSİ

J.R.R.Tolkien
Hayatı, eserleri, kronoloji, röportaj, resimler...

Kitaplar
Özetler, kapak örnekleri, incelemeler...

Resim Galerisi
Sanatçılara göre sınıflandırılmış 100'lerce resim...




Önceki Yazılar
Mart 21, 2013 - 08:08:57
· Kızıl Yolculuk (1)

Kasım 07, 2012 - 16:17:32
· Bitmemiş Öyküler Çıktı (10)

Kasım 07, 2012 - 16:00:58
· Rohan ve Türk Benzerliği Üzerine (0)

Kasım 07, 2012 - 15:56:46
· Hobbit Fragmanları (0)

Aralık 21, 2011 - 08:18:56
· Hobbit Trailer (0)

Ekim 10, 2011 - 10:09:41
· Orta Dünya Tarihi: Kayıp Yol ve Diğer Yazılar (2) (0)

Haziran 13, 2011 - 10:37:47
· Orta Dünya Tarihi: Kayıp Yol ve Diğer Yazılar (1) (5)

Haziran 13, 2011 - 10:34:53
· Hobbit Vizyon Tarihleri ve Isimleri Açıklandı! (0)

Haziran 13, 2011 - 10:18:39
· Oyun Fikirleri (2)

Aralık 03, 2010 - 08:08:20
· BBC Tolkien röportajı (0)

Kasım 22, 2010 - 11:15:26
· The Hobbit icin Gazete Ilani (2)

Ekim 22, 2010 - 11:31:19
· Hobbit oyuncuları (10)

Ekim 13, 2010 - 09:27:41
· Yüzüklerin Efendisi'nin Sırrı Ne? (2)

Haziran 02, 2010 - 07:54:36
· HOBBİT TEHLİKEDE (4)

Nisan 06, 2010 - 09:13:39
· Muhiddin-i Arabi'nin Eserleriyle Lotr ve Silmirallion'a Bakın (5)

Nisan 06, 2010 - 09:13:33
· Gölgelerin İçinden (0)

Ocak 19, 2010 - 08:58:13
· Born of Hope. LOTR Fan Filmi (11)

Ocak 08, 2010 - 15:45:13
· Hobbit'le İlgili Bazı Sorular (0)

Ocak 08, 2010 - 15:44:59
· Mucizeler Savaşı (6)

Ocak 08, 2010 - 15:44:38
· LOTR Filmlerindeki Sinir Bozucu Sahneler (18)


Eski Yazılar

LOTR: €DION - BÖLÜM III - LACIAM ORMANI
Yayınlanma tarihi Eylül 23, 2002 - 14:58:45 Gönderen ringmaster

> GENEL / Yüzüklerin Efendisi BerilacBolger göndermiş "Selamlar, önce bir hatırlatma;

Önceki Bölümler;

EDION (Gradran'ın Çağrısı)
(3 Ağustos 2002)
€DION - BÖLÜM I - TARLALARIN ŞARKISI
(16 Ağustos 2002)
€DION - BÖLÜM II - AY IŞIĞI
(4 Eylül 2002)

€DION – BÖLÜM III – LACIAM ORMANI

Ilık bir esinti yüzüyordu ağaç gövdelerinin arasında. Boyları sonsuzmuş gibi görünen yaşlı dedeler, yanlarındaki gökyüzünü görmeye çalışan sabırsız gençlere tepeden huysuzca bakıyorlardı. Yaramaz kırmızı yapraklar ise nemli toprağın üzerinde oyun oynuyorlardı. Laciam ormanı her zamanki gibi sessizliğini koruyordu yolcuları izlerken.

Kırmızı ormanın içinde iki gündür yol alıyorlardı Aian ve Berilac. Mola verdiklerinde Berilac aklında kalan kama tekniklerini Aian’a öğretiyordu. Pek yeteneği yoktu Aian’ın ama yine de elinden geleni yapması Berilac’ın hoşuna gidiyordu. Ormanın kızıl yapraklı yollarında Aian atının üzerinde hayranlık dolu bakışlarla çevresini izliyor, ilk kez gördüğü şeyleri büyük bir heyecanla Berilac'a gösteriyordu.
"Berilac bak! İki tane yaratık var ağacın tepesinde, ne garipler..." diye bağırdı Aian.
O sırada rüzgar uyandı yaprakların arasından. Uykulu gözlerle bir süre yabancıları izledikten sonra bazen nemli toprakla bazen de ağaçlarla oyun oynayarak bilinmezlere doğru yol aldı.
"Sessiz ol Aian, huzuru bozma. Bu orman fazla gürültüden hoşlanmaz. Ayrıca o yaratıklar sincap. Kuyruklarına bak" dedi sükunetle Berilac.
"Sincap? Çok güzeller" dedi Aian gözlerindeki hayranlıkla, "Bu ormana hayran kaldım. Bizim oralar da güzel ama burası bambaşka. Bir sürü değişik canlı var burada. Ağaçlar ise muhteşemler".
Ağaçlar kırmızı ve sarının tonlarını tüm hüzünleriyle yansıtıyorlardı. Gövdelerindeki yosunlar toprakla birleşmişti. Berilac huzursuzca çevreyi gözetlerken Aian, atının üzerinde ormanın kokusunu içine çekiyordu. “Keşke annem de burada olsaydı” diye düşündü Aian ve onun güzel yüzünü ne kadar özlediğini hatırladı tekrar.
“Çok uzun zaman oldu bu ormandan geçmeyeli” dedi Berilac arkasına kuşkulu bir bakış atarak, “genelde bu orman çok tehlikelidir derler ama benim karşılaştığım tek tehlike aç bir ayıydı”.
“Ayı mı?” diye irkildi Aian, “büyük müydü?” diye sordu heyecanla.
“Yavru bir ayıydı. Bu yüzden onu defetmem çok kolay oldu ta ki çalıların arkasından annesi çıkana kadar” dedi Berilac yüzünde hafif bir gülümsemeyle.
“Annesi mi? Onu öldürmek zorunda kalmışsındır...” dedi Aian.
“Aslında öyle olmadı. Anne ayı çok sinirlenmişti ve ben kaçmaya başladım. Ayı benden hızlıydı, kısa sürede bana yetişti” diye anlatıyordu Berilac, “öleceğimi zannetmiştim...”
“Eee? Ne oldu sonra? Ölmediğin belli ama nasıl kurtuldun?” diye sordu Aian sol eliyle merak ve heyecandan atan kalbini tutarak.
“Bilmececi Wizdob geldi... Ha ha... Çok şaşırmıştım...” dedi Berilac gülerek.
“Bilmececi Wizdob da kim?” diye sordu Aian bir de bu çıktı piyasaya der gibi.
“Wizdob bu ormanda yaşayan bir deli. Kısa boylu, hafif kel, yaşlı bir bunak. İçinde yüzebileceğin veya uçabileceğin masmavi gözleri vardır. Aslında çoğu kişiden akıllıdır. Ben onun numara yaptığını düşünüyorum açıkçası” dedi Berilac.
“Tamam da nasıl kurtuldun ayıdan?” diye sordu ısrarla Aian.
“Ayıdan beni Wizdob kurtardı sayılır. Nasıl yaptı bilmiyorum ama birden ortaya çıktı ve ayı ile aramıza girdi. Ben korkudan kaskatı kesilmiştim. Ayı onu görünce durdu ve beklemeye başladı, ne kadar ilginç değil mi? Yani o sinirli ayının yerini sükunetle ve sabırla bekleyen bir ayı almıştı bir anda. Ayının Wizdob’un her dediğini yapacağı çok belliydi. Zaten yıllardır aklıma geldikçe düşünürüm, neden bir ayı yaşlı bir BUNAK için yemeğinden vazgeçsin ki” dedi Berilac. “Bunak” kelimesini özellikle yüksek sesle vurgulamıştı. Ağaçların arasından bir çatırtı "bunak" kelimesine cevap verir gibiydi. Berilac anlatmaya devam etti, “Sonra Wizdob bana döndü, kendini tanıttı ve bir bilmece sordu. Eğer bilmeceyi bilirsem ayıya gitmesini söyleyecek, bilemezsem ise aramızdan çekilecekti”
“Bilmece neydi?” dedi heyecanla Aian.
“Gece çağrılmadan gelir, gündüz çalınmadan gider...” dedi Berilac düşünceli bir şekilde.
“Yıldızlar! Çok kolaymış” dedi Aian heyecanla.
“Evet, yıldızlar... ama o anda aklıma gelmemişti” dedi Berilac.
“Ne?! Bilemedin mi?” diye şaşkınlıkla baktı Aian.
“Bilemedim tabii... ama kaçmayı başardım. Wizdob ayıyı oyalarken, ben de nasıl kurtulacağımı düşünüyordum. O sırada ağacın tepesinde bir arı kovanı olduğunu gördüm. Yerden büyükçe bir taş alarak kovana fırlattım. Kovan bir anda yere düştü ve içinden belki binlerce arı çıktı. Ayı ve Wizdob neye uğradıklarına şaşırırken ben kaçmaya başladım. Saatlerce koştum” dedi Berilac düşünceli bir şekilde.
“Çok kötüsün, Wizdob seni kurtarmaya gelmiş ve sen onu belki de öldürdün” diye kızdı Aian.
“Öldürmedim, ayrıca o beni kurtarmaya değil, eğlenmeye geldi” dedi Berilac.
“Nereden biliyorsun öldürmediğini?” diye sordu Aian.
“Çünkü beni buldu” dedi Berilac.
“Nerede buldu?” diye sordu Aian merakla.
“Burada... Çık ortaya Wizdob, sabahtan beri bizi takip ediyorsun, biliyorum çünkü seni gördüm” diye bağırdı çevresine doğru Berilac.
“Tamam tamam, he he... Kızma öyle çabuk, atarım sana kabuk” dedi yaşlı, cılız ve muzur bir ses ağaçların arasından.
“Yine başlıyoruz” diye homurdandı Berilac, “Neredesin?”
“Nerede miyim, kel miyim? Yok burada zil, o zaman bunu bil... Her sonun başlangıcında, sonunda her nefesin, her saniyenin başlangıcında, sonunda her sesin...” dedi Wizdob.
“Bak Wizdob, senden ve bilmecelerinden sıkıldım” dedi Berilac sıkkın bir sesle, “şimdi neden bizi takip ettiğini söyle” dedi boşluğa doğru.
Aian bilmeceyi düşünüyordu... “her sonun başlangıcı... hmmm, sonunda her nefesin... ve sesin...”
“Boşver bu manyağı Aian, düşünme” dedi Berilac.
“S! Bilmecenin cevabı, s harfi” dedi Aian atının üzerinde zıplayarak.
“Evet küçük hanım bildiniz, Wizdob tarafından kabul edildiniz... Tam tepenizdeyim bu tarafta, şuradaki kırmızı yapraklı ağaçta...” dedi Wizdob.
Aian ve Berilac sesin geldiği yöndeki kırmızı ağaca baktılar. Dalların birinde kısa ve yaşlı bir adam oturuyordu.
Aian Berilac’a yan gözle bakarak, “Bu hep böyle kelimelerin sonunu aynı mı yapar? Çok sinir bozucu...” dedi. Berilac sıkıntılı gözlerle başını evet anlamında salladı ve ağacın tepesindeki Wizdob’a baktı.
“Evet Wizdob, şimdi söyleyecek misin bizi neden takip ettiğini” dedi Berilac sabırsızlıkla.
“Tabii ki söyleyeceğim, geliyor bilmececiğim... Ama bu sefer bilmececiğim sonra, varalım bakalım karara... Sizi yolda tehlike bekler, geçmeyin buradan efendiler... Yeşiller başladı dolaşmaya, Wizdob karar verdi kaçmaya... Uyarıyorum sizi pek iyi, özellikle kızıl saçlı periyi... Yine de siz bilirsiniz hala, Wizdob gidiyor hoppala...” ve bir anda ağaçtan atladı ama yere düşmeden yok oldu Wizdob.
Aian kendini tutamayarak gülmeye başladı. Çok komik gelmişti Wizdob. Özellikle ince ses tonu, dökülmüş beyaz saçları ve kısacık boyuyla çok şirindi. Berilac ise Wizdob’un ne demeye çalıştığını çözmeye çalışıyordu. Sonunda bir anlam veremeyerek yola devam etmeye karar verdi.
“Ne demek istediğini anladın mı, Aian?” dedi Berilac.
“Anladığım kadarıyla devam etmeyin demek istedi, tehlike varmış” dedi Aian düşünceli bir şeklide.
“Neden bahsediyor o kaçık yine, açık seçik konuşsa olmaz sanki” dedi Berilac.
“Ama bekleyemeyiz, Enathia’ya bir an önce varmamız gerekiyor” dedi Aian, “vaktimiz çok kısıtlı”.
“Evet Aian, bence de... Tehlikeliyse biz de biraz daha gözü açık oluruz” dedi Berilac.
“Hem burası bana hiç tehlikeli gelmiyor, çok güzel bir orman burası” dedi Aian taze havayı ciğerlerine çekerek.
"Evet, özellikle bu orman çok güzeldir çünkü kökleri çok uzun zamanlara dayanır" dedi Berilac ağaçlara bakarak, "Akşam Min Harabelerinde konaklarız".
"Min Harabeleri..." diye düşündü Aian ve sonra heyecanla Berilac'a "Neresi orası? Hikayesi yok mu? Efsane falan..." dedi.
Berilac Aian'a sıkıntılı bir ifadeyle baktı ama Aian'ın gözlerindeki giderilmez merak duygusunu görünce başka çaresinin olmadığını anladı.
"Min Harabeleri eski Min Uygarlığından günümüze kalan tek kanıttır. Bu yüzden çok meraklanma çünkü ben de pek birşey bilmiyorum bu konu hakkında. Bilinen, bu uygarlığın zamanında çok güçlü olduğuymuş. Min, Laciam ormanında yaşayan bir çeşit dini bir toplulukmuş. Büyüler yaparak insanları bu ormandan uzak tutmaya çalışmışlar. Laciam ormanı, zamanında yapılan o büyüleri emerek değişik bir boyut kazanmış. Yani sana bu orman canlı derken bunu kastediyordum. Bu yüzden insanlar bu ormana girmeye korkarlar çünkü tekin değildir. Açıkçası ben de çok istekli değilim" diye anlatıyordu Berilac.
"Ama burası mükemmel bir yer, korkacak ne var ki?" diye sordu Aian.
"Bilmiyorum, sorun da bu zaten. Bilinmezlik. Yıllar boyu bu hep böyle anlatılır durur. Belki de gerçekle alakası olmayan efsaneleşmiş bir hikayedir ama insanı tedirgin etmeye yetiyor" dedi Berilac.
"Peki Min insanlarına ne olmuş?" diye sordu Aian merakla.
"Bu da bilinmezliğin bir parçası. Ortadan kaybolmuşlar. Bazıları onların kendi yaptıkları büyülere yenik düşerek ormanın varlığına dahil olduklarını, bazıları da büyük bir savaşta yok olduklarını söylerler. Açıkçası hiç kimse bilmez Min Uygarlığına ne olduğunu" dedi Berilac.
Aian, Min Uygarlığını hayal ediyordu. Uzun cüppeleri olan din adamları, ağaçlardan oluşmuş tapınaklar, sürekli ibadet eden insanlar, büyülü iksirler hazırlayan yaşlı kadınlar...
Ormanın derinliklerine ilerledikçe taze havanın yerini güzel ama ağır kokusu olan bir hava aldı. Cılız bir derenin yanında mola verdiler. Buna en çok sevinen atlardı. Berilac dereden içecek için su depolarken Aian keşfetmek için oradan oraya koşuyordu.
“Dikkatli ol Aian, fazla uzaklaşma... Ormanda ne olacağı bilinmez” dedi Berilac derenin kenarından.
“Tamam, merak etme. Sadece dolaşıyorum” diye bağırdı Aian Berilac’ın bulunduğu yere doğru.
Dere boyunca ilerlerken Aian, çalıların arasından kafalarını çıkarmış çiçeklere hayranlıkla bakıyordu.
Uzaktan Berilac’ın “Çiçeklere dokunma, zehirli olabilir...” dediğini duyar gibi oldu Aian. Ama çiçekler o kadar davetkardılar ki Aian içlerinden kenarları mavi, ortasına doğru kızıllaşan bir çiçeğe yavaşça elini uzattı. Dikenleri olduğundan koparmaya niyetli değildi Aian, sadece kadife yapraklarına dokunmak istiyordu. Bir anda içinde bir his “tehlike” diye bağırdı. Aian elini geri çekerken çiçek ona doğru bir kuğunun zarafetiyle hamle yaptı. Son anda kurtarmıştı elini Aian. Çiçeğin ağzından tuhaf bir sıvı akmaya başlamıştı. Aian’ın bu sıvının zehirli olduğunu tahmin etmesi pek uzun sürmedi. İçindeki bilemediği his ona azarlar bakışlarla “geri dön, ahmak!” dedi.
Mavi, pembe, turuncu, mor... Bazı çiçeklerde ise bu renklerin hepsi vardı. Aian dersini almış artık çiçeklere sadece uzaktan bakıyordu. Bir süre gezindikten sonra dereden epey uzaklaştığını fark etti. Tam geri dönecekken bir şey fark etti. Ne olduğunu tam anlayamadı ama ağaçların arasında sanki biri vardı. Bir çocuğa benziyordu ama yeşildi. Çocuk bir anda kayboldu. Dikkatle ağaçların arasından etrafı inceledi. Bir süre bekledi ama hiç bir hareketlilik olmadı. Tam hayal gördüğünü düşünürken ileride onu koşarken görür gibi oldu. Ne gördüğünü anlamaya çalışırken çocuk yine kayboldu. Galiba bir kız çocuğuydu, siyah uzun saçları vardı. Küçük kızı gördüğü noktaya doğru yavaşça ilerledi. Bu Aian'a çok garip gelmişti ve biraz da korkmuştu. Geri dönmeye karar verdi. "Nasıl olsa Berilac biliyordur" diye düşündü. Arkasını döndüğünde gördüğü yeşil kız tam karşısında duruyordu. Ama bu bir çocuk değildi. Bir yetişkin yüzüne sahip kısacık bir varlıktı. Uzun simsiyah saçları, koyu yeşil teni ve gözleri... Gözleri çok korkunçtu, sarı renkliydi ve göz akı yoktu. Bakışlarından çok rahatsız olmuştu Aian. Üzerinde yapraklardan yapılmış bir elbise vardı. Eli kemerinde bağlı olan bir kesenin içindeydi. Parmaklarından başlayarak bütün yeşil vücudunu saracak şekilde sarı simli desenler vardı üzerinde. Desenler bir noktadan başlıyor ve dönerek halkalar çiziyordu. Sonunda göbek deliğinin olduğu yerde ki sarı simli bir yaprağın ucunda son buluyordu. Yaratık hareketsiz izliyordu Aian’ı. Aian ise gittikçe daha dikkatli bir şekilde inceliyordu yaratığı. Kaşları yoktu, dudakları da bedeni gibi koyu yeşildi. Desenler... Desenler değişmişti. Artık yaratığın kollarını daha bir sarmalamış, bacaklarından çıplak ayaklarına kadar ulaşıyorlardı. Başta desenleri boya zanneden Aian, onların yaratığın vücudunun bir parçası olduğunu anladı. Aian hareket edemiyordu, ne yapacağını bilmiyordu. Küçük yaratık Aian'ı inceliyordu uzun uzun. Daha sonra pis bir sırıtışla Aian'a doğru yürümeye başladı. Aian çok korkmuştu ve geri adım atarken panikle "Berilac!" diye bağırdı. Küçük yeşil yaratık çevresine şaşkınlıkla baktıktan sonra belindeki keseden sarı bir toz bulutu fırlattı Aian'a doğru. Aian o anda kör olduğunu zannetti ve ayağı bir ağacın topraktan fırlamış köklerinden birine takılarak düştü.
Uyandığında karşısında bir çift sarı göz gördü. Bu bayılmadan önce rastladığı yeşil yaratıktı. Hemen arkasında bir tane daha vardı. Birbirlerinin tıpatıp aynılarıydı. Kendine gelmeye başladığında yapraklarla kaplı bir odada olduğunu ve yeşil yaratıklardan bir kaç tane daha olduğunu fark etti. Aralarında sessizce konuşuyorlardı. Sanki ağızlarından sadece "t" ve "k" harfleri çıkıyordu. Aian geç de olsa kaçırıldığını fark etti ve paniklemeye başladı. Bunun üzerine yeşil yaratıklardan biri ona doğru yine sarı bir toz attı. Aian bayılmadan önceki duyduğu tuhaf uyuşma hissini yeniden yaşadı ve bayıldı.
Aian arada bir gözünü açıyor ve tekrar bayılıyordu. Bu şekilde kaç saat veya gün geçtiğini anlayamıyordu. Her uyanışında gördüğü sarı gözler Aian'a kaçırıldığını hatırlatıyordu. Yeşil loş bir ortam ve sarı gözler...
"Uyan..."
Uyandığında yaprakların üzerindeydi ve bu sefer sarı gözler yoktu etrafında. Her yerde koyu yeşil yapraklar vardı. Sarı loş ışıklar yaprakların arasından süzülerek ortamı aydınlatıyordu. Yerler, duvarlar, tavanlar yapraklarla kaplıydı. Altıgen şeklinde kapısı veya penceresi olmayan bir odada ne yapacağını bilmez bir halde öylece baktı koyu yapraklara Aian.
"Uyan... ve gel..."
Aian zihnindeki çağrıyı duyduğunda yaprakların hareket etmeye başladıklarını gördü. Dallar birbiri üzerinde kayıyor, yapraklar ise birbirlerinin arasından dans eden balerinler gibi süzülüyordu. Altıgen kenarlardan biri üzerindeki dallar gerildi ve bir geçit ortaya çıktı. Uzun yeşil bir koridor...
"Gel..."
Aian, yavaşça ayağa kalktı geçide doğru ilerledi. Çok tuhaftı ama korkmuyordu. Sadece merak ediyordu. İçindeki merak duygusu öyle bir hal almıştı ki koşmamak için kendini zor tutuyordu. Yola doğru baktı, yeşildi. Odaya baktı, yeşildi. Yapraklar, arkalarından bir yerlerden gelen sarı ışığın gölgeleriydiler. Bu bir tuzak mıydı? Aian beklemesinin anlamsız olduğunu düşünerek yolda doğru ilerledi.
Aian koyu yeşil koridorda yürürken arkasında ki yolun kapandığını fark etti. Yol dönerek yukarılara doğru çıkıyordu. Sadece yapraklar konuşuyordu kendi aralarında. Yol büyük bir alana çıktı. Yer ve duvarlar aynı şekilde yapraklarla doluydu fakat tavan yoktu. Sadece karanlık vardı yukarıda. Aian çevresine biraz daha dikkatlice baktığında bulunduğu alanın da altıgen olduğunu anladı. Kenarlardan birinden çok büyük bir bitki çıkmıştı. Dallarının kalınlıkları ağaç gövdelerini kıskandıracak düzeydeydi. Ucunda sarı birşey parlıyordu. Bir çiçek... Hayır, bu daha çok bir tomurcuk gibiydi. Aian parlayan sarı ışığa doğru yavaşça ilerledi. İlerledikçe bitkinin zannettiğinden de büyük olduğunu fark etti. Çok güzel parlıyordu tomurcuk. Aian yaklaştıkça çok tuhaf bir his doğdu içine. Kendisi de tanımlayamıyordu ama birikim, bilgi ve güç karışımından meydana geliyordu bu his. “Kaçamadın...” dedi his bitkin bir şekilde. Tomurcuk ise sarı ışığını yaymaya devam ediyordu. İçinde birşeyler vardı, beyaz desenler. Aian gördüğü şeyin ne olduğunu anlayınca kaskatı kesildi. Sadece tomurcuğa bakıyordu. Tomurcuk ise Aian'a. Aian kendi kendine "Hayal görüyorum galiba, bu da ne?" diye düşündü. Tomurcuğun içinde bir ceset yüzüyordu.
"Ceset... evet, ben bir cesedim" dedi Aian'ın kulağındaki bir kadın sesi kadife dokuların içine işleyen tütün kokusunun ağırlığında.
Aian çevresine baktı aceleyle, hiç kimse yoktu. Tomurcuğa biraz daha yaklaştı. Sarı bir sıvının içinde tamamen beyazlara bürünmüş bir kadın vardı. Uyuyor gibi gözüküyordu ama aynı zamanda ölü gibiydi de. Çok güzel bir kadındı. Sarı uzun saçları içinde bulunduğu sıvının içinde dağılmış kendi hallerinde dalgalanıyorlardı. Teni bembeyazdı, vücudu doğayı anımsatıyordu; sade, mükemmel ve alçak gönüllü.
"Alçak gönüllü? En son ben olurum alçak gönüllü" dedi nefes.
Aian tomurcuğun içindeki kadını inceledi. Konuşan o olmalıydı. Ama bir ölü konuşamazdı ki...
"Ben oldum ölü. Ama ruhum oldu tutsak..." dedi kadının sesi Aian'ın kulaklarında tüm ağırlığıyla.
"Sen kimsin?" dedi Aian.
"Ben... Maimane" diye fısıldadı.
"Burası neresi? Ben niye buradayım? En son hatırladığım yeşil bir yaratığın bana birşeyler attığı" dedi Aian birden panikleyerek.
"Sen... kurbansın Aian" dedi Maimane.
Aian sıvının içinde hareketsiz duran kadına baktı, gözleri kapalıydı. Zihninde duyduğu ses ona mı aitti?
"Evet, konuşan benim... Ses benim... Maimane..." dedi Aian'ın zihni.
"Kimsin sen?" diye bağırdı Aian.
"Tutsak... kendi bencilliğimin tutsağı..." dedi Maimane.
"Hiç birşey anlamıyorum" dedi Aian, neredeyse ağlayacaktı.
"Seni buraya Tintalar getirdi" dedi ses.
"Tinta? O yeşil yaratıklar mı?"
"Evet... Onları ben yarattım, yüzyıllar önce..." dedi yüzyıllar önceden gelen ağırlıkla.
"Buradan çıkmalıyım, gitmem lazım" dedi Aian çaresizlikle etrafına bakarak.
"Çıkış yok... Kaçış yok... Sen kurbansın..." dedi Maimane'nin sesi.
"Ne kurbanı? Ne için?" diye sordu Aian.
"Benim için... Maimane için... Tintaların anası..." dedi tozlu raflardan kaçmaya çalışan büyülü ses.
"Ben kurban falan değilim, suçum ne?" diye bağırdı Aian.
"Suçun yanlış zamanda yanlış yerde olman. Yarın M'tinn günü... Yarın benim için kurban edileceksin. Her ne kadar ben istemesem de..." dedi koyu nefes.
"O zaman buna dur demelisin!" diye haykırdı Aian.
"Diyemem... benim elimde değil..." dedi Maimane.
"Nasıl senin elinde olmaz? Anlamıyorum..." dedi Aian.
"Ben anlıyorum, Tintalar beni çok seviyor... Bu benim suçum..." dedi ses tüm ağırlığıyla.
"Eğer seni seviyorlarsa seni dinlerler" dedi Aian, bu ona çok mantıklı gelmişti. Hatta o kadar mantıklı gelmişti ki mantığın kolları olsa Aian’ı kutlamak için neredeyse ona sarılacaklardı.
"Şu halimi görmüyor musun?" dedi ses azarlarca, "Ben ölüyüm ve ruhum burada tutsak... Yüzyıllardır harabelerin altında bu halde duruyorum. Huzur bana yasaklandı... benim suçum...".
"Harabe? Min Harabeleri! Şu anda Min Harabelerinin altında mıyız?" diye sordu Aian.
"Evet, benim zamanımda harabe değildi..." dedi Maimane çekicin örse vurduğu kararlılıkla.
"Yoksa sen Min insanlarından mısın?" diye sordu Aian merakla.
"Evet, ben son kalan Min İnsanıyım. Diğerleri huzura kavuştu. Ama ben hala buradayım..." dedi üzgün Maimane.
"Ne oldu peki?" dedi Aian.
"Yüzyıllar önce halkımız ruhlarını Laciam'a teslim etti. Ben ise buna karşı çıktım ve Tintaları yarattım. Onlar benim varlıklarım... Ruhum yaşadığı sürece onlar da yaşayacak..." dedi solgun Maimane.
"Anlamıyorum..." dedi Aian, gerçektende anlamıyordu.
"Beni seven bir ırk yarattım. Bencilliğimin doruklarındaki kederim... Başta herşey çok iyiydi. Tek düşündükleri bana hizmet etmek olan Tintalar ile gurur duyuyordum. Ama onlar, yani diğer Min İnsanları beni dışladılar ve terk ettiler. Başta bunu umursamamıştım..." dedi nefes Aian’ın parmaklarından boynuna kadar ürpererek.
"Sonra ne oldu?" diye sordu Aian merakla.
"Tintalar beni o kadar çok seviyordu ki beni tanrıları yerine koydular. Daha sonra beni bir şekilde bu tomurcuğun içine hapsettiler. Nasıl olduğunu hatırlamıyorum. Beni sevdikleri için... Ne garip değil mi? Onlara karşı çıktım ama onlar bunu alçak gönüllülüğüm zannettiler... Bu tomurcuk onların bana verdiği hediyeydi. Ölümsüzlük hediyesi..." diye devam etti güzel Maimane, "Ama bedenim çoktan öldü. Ruhum ise burada tutsak kaldı. Bedenim öldüğünde onları kontrol eden gücüm de ortadan kalktı. Hala tek amaçları bana hizmet etmek, ama ben bunu istemiyorum. Laciam ise ruhumu almıyor... bana hala çok kızgın... hissedebiliyorum..."
"Peki sen eski Min insanlarındansan nasıl benim dilimi konuşabiliyorsun?" dedi Aian tüm şüpheciliğiyle fakat saçmaladığının farkına varması pek uzun sürmedi.
"Ben seninle konuşmuyorum. Söylemek istediklerimi zihnine yolluyorum, gerisini o hallediyor" dedi Maimane.
"Herneyse, buradan çıkmanın bir yolu olmalı..." diye düşündü Aian.
"Yol yok... Yarın M'tinn günü ve sen kurban edileceksin. Öncekiler gibi..." dedi ses tüm baskınlığıyla.
"Ben M'tinn günü bilmem. Tek bildiğim buradan çıkmam gerektiği" diye sızlandı Aian.
"Ah, genç kız... Keşke sana yardım edebilseydim ve keşke bana yardım edebilseydin... İkimiz de aynı şeyi istiyoruz... Sen de bir şeyler hissediyorum, çok güçlü bir şeyler var... ama bu yetmez, benim çarem yok" dedi ses.
"Senin de benim de kurtulmamın bir yolu olmalı" dedi Aian.
"Benim de yok, senin de yok. Ben... Maimane... Tutsak..." dedi nefes.
"Ama seni dinlemeleri lazım o Tintaların" diye isyan etti Aian.
"Beni duyamıyorlar ki... Bilinçlerini kapattılar bana karşı. Eğer ruhum serbest kalırsa, onlar ölür. Bunu bildiklerini zannetmiyorum ama beni kaybetmek korkusu ile yaşıyorlar her gün" dedi Maimane.
Aian ne diyeceğini bilemedi. Buradan çıkması gerekiyordu. Duvardaki yapraklara doğru koştu. Çıldırmış bir şekilde onları koparmaya başladı. Fakat kopardığı bir yaprağın yerine anında yenisi geliyordu. Sonunda yoruldu ve yere çömelerek ağlamaya başladı. İsyan ediyordu bu olanlara. Berilac kimbilir nerededir şimdi? Tek suçu yanlış zamanda yanlış yerde olmaktı. "Neden ben?" diye düşündü.
"Neden sensin..." dedi kulaklarındaki ses.
"Sus artık! Seni duymak istemiyorum!" diye bağırdı Aian ağlayarak.
O sırada duvarda bir hareketlenme oldu. Yine bir yol açılıyordu ve Aian ümitle yola doğru baktı gözyaşları yanaklarında kururken. Yoldan üç tane sinirli Tinta geldi. Sarı desenleri hızla değişiyordu ve Aian'ın yüzüne yine o garip tozdan attılar. Aynı uyuşma, aynı baygınlık...
Davul sesleri geliyordu. Aian kendine geldiğinde Maimane'nin tomurcuğunun yanındaydı. Alan Tintalarla kaplıydı. Belki de yüzlerce vardı onlardan. Bazılarının elinde ufak davullar vardı. Bütün Tintalar transa geçmiş gibi tuhaf sesler çıkarıyorlardı. Davulların sesleri bütünleşmiş bir şekilde hep aynı ritmi çalıyorlardı. Aian ayağa kalktı. Ayağında dallardan oluşmuş zincirle tomurcuğa bağlanmıştı. Zincirden kurtulmaya çalıştı ama dallar tahmininden de kuvvetliydi.
"Vakit geldi..." dedi Aian'ın zihnindeki ses.
"Hayır, burada ölemem... Anne...Yardım et..." diye ağlamaya başladı Aian ama artık gözyaşları akamıyordu.
Tintalardan beş tanesi Aian'a yaklaşmaya başladılar. Birinin elinde turuncu renkli bir çiçek vardı. Çiçekten dumanlar ve tozlar yayılıyordu etrafa. Aian ne yapacağını bilmiyordu. Kaçacak yer aramaya başladı ama bulamadı. Aian, deri kıyafetine bağlı duran kamalardan birini aldı ve Tintalara tehdit dolu bakışlarla bakmaya başladı.
“Onlar da ölümsüz... ruhum gibi” dedi Maimane Aian’ın zihninde.
Yaklaşan beş Tinta durdular ve kendi aralarında "t" ve "k" harfleriyle konuşmaya başladılar. Sarı desenleri yavaşça vücutlarını dolaşıyordu.
“Ruhum buradan gitmeden onlar da gitmeyecekler” dedi Maimane.
Aian, kamayı alarak tomurcuğa saplamaya çalıştı fakat kama tomurcuğa değer değmez elinden fırladı ve yükselerek karanlığın içinde yok oldu. Tintalardan bir anda tuhaf sesler yükseldi. Aian'a nefretleri ve Maimane için duydukları aşk gözlerinden okunuyordu. Aian'ın yakınındaki beş Tinta hızlı adımlarla yaklaşmaya başladılar. Sarı desenleri o kadar hızlı hareket etmeye başlamıştı ki ten renkleri neredeyse sarıya dönecekti. Aian çaresizlik içinde iki eliyle tomurcuğa dokunarak "Ne olur bana yardım et, burada ölemem" diye haykırdı. Aian kendi sesinin tavanı olmayan bu alanda yankılandığını duydu. Sesi yukarıdaki karanlığa doğru duvardan duvara çarparak uzaklaştı. Aian daha önce çiçeklerin yanında uyanan içindeki hisi tekrar hissetti. Ama bu sefer bu his Aian’la konuşmuyor ya da onu uyarmıyordu. Sadece gelmişti ve tüm alanı doldurmuştu. Çok güçlüydü. Aian’ın beyninde başlayan karıncalanmalar bu gücün algılamanın ötesinde olduğunu haber veriyor gibiydi. Sonsuz bir enerji doluydu ve bilgeliğin sınırlarını aşmıştı.
O anda Aian elinde birşeyler olduğunu fark etti. Tintalar çıldırmış gibi bağırmaya başladılar. Elini tomurcuktan çekemiyordu Aian. Zihninde bir çığlık duydu. Maimane'nin gücünü hissedebiliyordu Aian ama bu güç, alanı dolduran büyük anlaşılmaz güç gibi değildi. Onun yanında çok aciz ve pişman bir yaramaz çocuğun yalvarırcasına döktüğü gözyaşları gibiydi Maimane'nin gücü. Tomurcuğun içindeki sarı sıvı sanki kaynıyormuş gibi fokurdamaya başladı. Tomurcuktan Aian'ın eline anlayamadığı birşeyler geçiyordu. Aian bedeninin isyanı ile karşılaştı. Elini tüm gücüyle tomurcuktan çekmeye çalışıyordu fakat eli tomurcukla bir olmuş, ayrılmıyordu. Aian, ayağındaki zincirlerin küllere dönüşüp yok oluşunu izledi. Maimane'nin beyazlığı ise yerini gri bir renge bırakıyordu. Derisi kuruyor, soyulmaya başlıyordu. Aian çaresizlikle içinde var olan enerjinin gittikçe arttığını hissediyordu. Ateş kadar yakıcı olmuştu Aian'ın teni. Tintalar ise çığlıklar atıyorlardı. Aian onlarında derilerinin soyulmaya başladığını gördü. Sarı desenleri kaybolmuştu. Yeşil tenleri önce griye dönüşüyor, sonra da soyularak yer çekimine karşı koyarak yükseliyordu. Yukarıdaki karanlığın içine doğru süzülen yüzlerce Tintanın derisi Aian'a, köyündeki yangın esnasında gökyüzüne yükselen küstah külleri hatırlattı. Aian çıldıracağını ve burada Tintalarla birlikte öleceğini düşünerek kendini bıraktı. Ama elleri tomurcuğu bırakmıyordu. Tüm gücü erimişti sanki Aian'ın. Maimane'nin cesedi gittikçe küçülüyor. Vücudundan kopan parçacıklar önce Aian ile tomurcuğun birleşme noktalarında toplanıyor, sonra da eriyordu. Aian Maimane'nin kendi bedenine geçtiğini düşündü. Gözlerini kapattığında bir sürü hatıra ile yüz yüze geldi Aian. Anlık resimler sürekli değişiyordu. Tuhaf bir orman, tuhaf bir şehir, tuhaf insanlar. Büyük kazanlar vardı. Hayal kırıklıkları, mutluluklar, bencilliğin öfkesi. Tintalar vardı yüzlerce. Sonra bir anda tomurcuğun sarı sıvısını farketti çevresinde. Titremeye başladı. Durduramıyordu hiç birşeyi. Zorlukla gözlerini açtı. Tintalar yok olmak üzereydiler. Son kalan parçaları da yukarıdaki karanlığa doğru süzülüyordu. Maimane yoktu artık. Sarı sıvı gittikçe azalırken tomurcuk büzüşmeye başlamıştı. Aian'ın hiç gücü kalmamıştı, nefes alamıyordu. Ne olduğunu anlayamıyordu. Zihninde bir ses belirdi tekrar ama bu sefer çok uzaktan geliyordu.
"Sen... €dion'un Ruhusun... Laciam’ı çağırdın... " dedi Maimane'nin sesi.
Heryer karanlıktı. Yaprakların arkalarından gelen sarı ışıklar artık yok denecek kadar zayıflamışlardı. Yapraklar ise yeşilliklerini kaybederek ufalıyorlardı. Birer birer çekiliyorlardı. Aian bastığı yerin hareket ettiğini fark etti. Ellerini hala çekemiyordu gittikçe ufalan tomurcuktan. Tomurcuk iyice büzülerek Aian'ın ellerini sarmaladı. Aian kendisini çeken birşeylerin olduğunu fark ettiğinde çoktan tomurcuğun içindeydi. Artık sarı sıvı yoktu ama Aian tomurcuğun içinde hapsolmuştu. Kurtulmaya çalıştı ama gözlerini bile açmakta zorlanıyordu. Tomurcuğun içinde bir kanal vardı. Bu kanal büyük bitkinin gövdesiydi ve Aian'ı kendine çekiyordu. Aian kendini iyice bıraktığında sadece yapışkan gövdenin içinde hareket ettiğini hissediyordu. Çok uzaklardan gelen bir ses duydu yine zihninde.
"€dion'un ruhu... Kurtuluşum oldun... Laciam beni bağışladı..." dedi Maimane'nin cılız nefesi...

-Bölüm III Bitti-

Yorumlarınızı ve eleştirilerinizi bekliyorum... Beni yorumsuz bırakmayın :) (şaka bir yana bazı yorumların gerçekten çok faydası oluyor)

Görüşmek Üzere
"

 
Oturum Aç
Takma isim

Parola

Henüz bir hesabınız yok mu? Yeni bir tane yaratabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yöneticisi, yorum yönetimi ve kendi adınızla yazı girişi gibi imkanlardan faydalanabileceksiniz.

İlgili Linkler
· > GENEL / Yüzüklerin Efendisi Hakkında
· Yayınlayan Editör: ringmaster
· Ana Sayfa


> GENEL / Yüzüklerin Efendisi Hakkında en çok okunan :
Yüzüklerin Efendisi'nin Sırrı Ne?


Yazıcı Dostu Sayfa  Bu Yazıyı bir Arkadaşınıza Gönderin

"LOTR: €DION - BÖLÜM III - LACIAM ORMANI" | Oturum Aç/Yeni Hesap Yarat | 10 yorum
Puan
Yorumlar gönderene aittir. İçeriğinden hiçbir şekilde site ve site yönetimi sorumlu tutulamaz.
Re: €DION - BÖLÜM III - LACIAM ORMANI (Puan: 1)
Gönderen Taniquetil (taniquetil@mynet.com) Tarih: Eylül 24, 2002 - 16:59:04
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)
çook başarılı. uzun zamandır bekliyordum sonunda yolladın. bilmececi wizdob ne zaman gelecek peki?


[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]

Re: bi açıklama ve bi teşekkür.... (Puan: 1)
Gönderen ELENTARY (elentary@mynet.com) Tarih: Eylül 24, 2002 - 17:53:23
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)
Sevgili Berilacboger ,
yazıb için bi yorum yapamayacağım.ve bu konuda bi açıklama yapmak istedim.
Aslında yazılarını Tarlaların Şarkısından beri takip etmeye çalışıyorum ancak,çok başarılı olamadım.Çünkü onları internet kafede okumaya çalışıyorum.bazen yazdığını anlasamda bile tam bütünlük sağlayamıyorum.(aslında bu sitedeki pek çok yuzun yazı içingeçerli.Angelic ve Gandalf gibi bir iki arkadaşın yazılarını buna örnek verebilirim.)
Mezun olmadan önce okulun bilgi işlem merkezinde bu çok kolaydı,çünkü orada değil cep tlfnu ses çıkarmak bile yasak.Ancak sakin ve sessiz bi kafe bulmak kadar,gürültülü bi ortamda okumak ve anlamak zorki benim için.
İşte bu yüzden çok istememe rağmen yanlış bi şey yazmamak için yorum yapmaktan kaçınıyorum.
Ancak belirtmeliyim ki,seni ve yazma konusundaki çabalarını çok takdir ediyorum.
tam anlamıyla yazılarını okuyup ,kavradığım zaman sana bu konuda yazacağımdan emin olabilirsin.:):)
Barışla kal....


[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]

Re: €DION - BÖLÜM III - LACIAM ORMANI (Puan: 1)
Gönderen GandaIf (ozgen_ozturk@hotmail.com) Tarih: Eylül 28, 2002 - 11:00:18
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)
Eleştirilebilicek bi yer göremedim. Öncekiler gibi mükemmel :) Bu arada Berilac icq hesabın var mı?


[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]

Re: €DION - BÖLÜM III - LACIAM ORMANI (Puan: 0)
Gönderen Anonim Tarih: Eylül 29, 2002 - 11:25:08
onceki yazilar gibi bu da super olmus. yeni bolum gondermek icin gec kalma cunku bolumlerin sonunda insani merak ettiriyorsun. bizi merakta birakma berilac bolger,

sevgiyle kal.

(internet sayfan'da bolum 3 yok, haberin olsun :))


[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]

Re: €DION - BÖLÜM III - LACIAM ORMANI (Puan: 1)
Gönderen axana (luthien_tinuviel@mynet.com) Tarih: Eylül 29, 2002 - 16:16:55
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)
Berilac her zamanki gibi muhteşemsin. her yazında yeni yeni olaylarla bizi başbaşa bırakıp bizi daha da çok meraklandırıyorsun. o kadar akıcı bir üslup var ki yazında benim için okumak hiç zor olmuyor. gözlerim bozulmasın die print ediom sadece. özel bi dosya yaptım senin için. ve hiç kuşkum yok başarılarının süreceğine dair.
aslında ufak hataları olan yazılara yorum yazmak daha kolay ama yazılar mükemmel olunca bize söyleyecek çok birşey kalmıyor tebrikler dışında...


[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]

Re: €DION - BÖLÜM III - LACIAM ORMANI (Puan: 0)
Gönderen Anonim Tarih: Eylül 29, 2002 - 19:30:02
berilac bu yazı iyice gelişti ve yeni hikayelerle ana metin bütünleşerek çok farklı bir dünya ortamı içerisinde değişik olaylar cereyan etmesiyle merak duyguları iyice törpülendi.....

5. yazı sabırsızlıkla bekleniyor (üyelik konusuna gelince evde olsam rahat rahat yaparım lakin buraların ortamı(hem bilgisayarlar hemde etc.... pek müsait değil ))


TILL



[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]

Re: €DION - BÖLÜM III - LACIAM ORMANI (Puan: 0)
Gönderen Anonim Tarih: Ekim 01, 2002 - 08:30:08
Bir yorum yapamayacağım ama yazı gerçekten de çok güzel olmuş.

Tebrikler

Aliaga


[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]

Bu site filmin, kitapların, veya yazarın resmi sitesi değildir.Tamamen Türk yüzük dostları tarafından hazırlanan konu odaklı bilgi, haber, düşünce ve materyal paylaşımını amaçlayan bir fan sitesidir.
Sayfada yer alanlar ancak izin alınarak ve kaynak gösterilerek kullanılabilir.
Lord of The Rings - Turkish Fan Site
yuzuklerinefendisi.com / 2001 - 2012