Oturum Aç
|
Henüz bir hesabınız yok mu? Yeni bir tane yaratabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yöneticisi, yorum yönetimi ve kendi adınızla yazı girişi gibi imkanlardan faydalanabileceksiniz.
|
Önceki Yazılar
|
Mart 21, 2013 - 08:08:57 · Kızıl Yolculuk (1)
Kasım 07, 2012 - 16:17:32 · Bitmemiş Öyküler Çıktı (10)
Kasım 07, 2012 - 16:00:58 · Rohan ve Türk Benzerliği Üzerine (0)
Kasım 07, 2012 - 15:56:46 · Hobbit Fragmanları (0)
Aralık 21, 2011 - 08:18:56 · Hobbit Trailer (0)
Ekim 10, 2011 - 10:09:41 · Orta Dünya Tarihi: Kayıp Yol ve Diğer Yazılar (2) (0)
Haziran 13, 2011 - 10:37:47 · Orta Dünya Tarihi: Kayıp Yol ve Diğer Yazılar (1) (5)
Haziran 13, 2011 - 10:34:53 · Hobbit Vizyon Tarihleri ve Isimleri Açıklandı! (0)
Haziran 13, 2011 - 10:18:39 · Oyun Fikirleri (2)
Aralık 03, 2010 - 08:08:20 · BBC Tolkien röportajı (0)
Kasım 22, 2010 - 11:15:26 · The Hobbit icin Gazete Ilani (2)
Ekim 22, 2010 - 11:31:19 · Hobbit oyuncuları (10)
Ekim 13, 2010 - 09:27:41 · Yüzüklerin Efendisi'nin Sırrı Ne? (2)
Haziran 02, 2010 - 07:54:36 · HOBBİT TEHLİKEDE (4)
Nisan 06, 2010 - 09:13:39 · Muhiddin-i Arabi'nin Eserleriyle Lotr ve Silmirallion'a Bakın (5)
Nisan 06, 2010 - 09:13:33 · Gölgelerin İçinden (0)
Ocak 19, 2010 - 08:58:13 · Born of Hope. LOTR Fan Filmi (11)
Ocak 08, 2010 - 15:45:13 · Hobbit'le İlgili Bazı Sorular (0)
Ocak 08, 2010 - 15:44:59 · Mucizeler Savaşı (6)
Ocak 08, 2010 - 15:44:38 · LOTR Filmlerindeki Sinir Bozucu Sahneler (18)
Eski Yazılar
|
|
LOTR: DION - BÖLÜM I - TARLALARIN ŞARKISI
Yayınlanma tarihi Ağustos 16, 2002 - 11:04:51 Gönderen Ringmaster |
|
BerilacBolger göndermiş "Uyarı!!!: Bu yazı dion serisinin devamıdır, bu yüzden önce dion adlı "önsöz" niteliğindeki yazıyı okumanız önerilir. (bkz. LOTR:EDION)
TARLALARIN ŞARKISI
Sonbaharın şarkısı çalıyordu sarı otlaklarda. Rüzgar nefesini kuzeydeki yüksek dağlardan alıyor ve dolaştırıyordu saman kokan yığınların arasında. Bir nefret, bir kin akıyordu arpaların damarlarında. Güneş batmaya yüz tutmuş, kızıl renkli toprağa gömülürken sessizce dönüyordu arkasını. Yağmur bile ağlayamıyordu, sadece kuru birkaç gözyaşı düştü yaşlı çınarın yapraklarına. Yaşlı çınar ise gözleri buğulu izliyordu olanları. Köklerinin ucu ile toprakta yarattığı titreşimler ile tepenin ardındaki göle tedirginliğini anlatıyordu. Göl, kenarındaki birkaç kendini bilmezin yarattığı dalgalar haricinde sessiz olmaktan memnundu. Ama şimdilik kulağının arkasındaki bu saman çöpleriyle uğraşamazdı çünkü tepenin ardındaki köyde neler olup bittiğini merak ediyordu.
"Of, saatlerdir buradayız ve daha bir tane bile balık tutamadık."
"Evet, malesef. Nereden çıkardıysan şu balık işini. Sesini hala duyar gibiyim: "Anne, sen merak etme, akşama bir kova dolusu balıkla geliriz". Tabii, bu uyduruk göl bozuntusundan balık çıkarsa..."
Sinir bir üfleme geldi gölden sinek kovalar gibi. Ama gölün aklı başka yerdeydi, uğraşamazdı.
"Abartıyorsun Till, her zaman ki gibi. Biraz daha sakin olsana."
"Olamam Aian, canım çok sıkılmaya başladı."
"Senin canın her zaman sıkılıyor. Ne yapsak hemen sıkılıyorsun. Şu çubukla da oynamayı kes, salın dengesi bozuluyor" dedi Aian sıkıntıyla.
Sallanan salın üzerinde güçlükle durmaya çalışan Till, "Tamam yaa, bari oltayla falan tutsaydık balıkları. Böyle çubukla çok zor oluyor. Hemen kaçıyorlar. Bizimle dalga geçtiklerine yemin edebilirim."
"Kimlerin Till?"
"Balıkların tabii, şu anda kayaların ardından bizi izleyip kahkahalara boğuluyorlardır kesin. Hatta akrabalarını ve dostlarını da çağırmış parti yapıyorlardır. Dur bir bakiyim... ellerindeki biraları görebiliyorum. Suyun içinde bira içmek pek çekici gelmiyor insana. Tatlı göl suyu ile biranın tadı bozulur değil mi Aian?"
"Ne saçmalıyorsun yine?"
"Biraz daha yaklaşalım, evet... sakince..." Till, gözlerini kısmış hedefine doğru kilitlenmişti.
"Hadi Till, yakala!" dedi Aian, heyecanına yenik düşmüştü.
"Tüh! Kaçtı yine. Sessiz olsana! Bütün balıkları kaçırıyorsun!" diye bağırdı Till elindeki kamıştan yapılmış ucu sivri çubuğu tutmaya çalışarak. Bunun üzerine Aian, "Önce sen kendin sessiz ol. Daha salın üzerinde durmayı beceremiyorsun. Denge... Bütün olay konsantre olmanda." dedi sırıtarak.
"Ne?! Konsantre mi? Sal fikri benim değildi, balık tutmak ise kesinlikle senin fikrindi". İyice dengesini kaybetmiş olan Till kollarıyla dengesini sağlamaya çalışırken bir yandan da konuşmaya çabalıyordu, "Balıklar da bize konsantre olmuşlardır eminim. Ayağım her zaman sağlam yere basmalı ve ben- Aaaağh!".
"İşte, aslanım Till! Pardon, balığım Till! Hehehe... Yoksa su yılanı mı desek? Mesela şu yosunların arasından sana doğru gelen yılan ne kadar da sana benziyor... "
Çırpınmaya başlayan Till, "Ne? Yılan mı? Nerede!" diye bağırıyordu.
Aian ise hafif bir tebessümle "İşte tam karşımda, bana bakıyor..."
Till sinirden kıpkırmızı olmuş hatta sudan buharlar yükselmeye başlamıştı. "İttin beni alçak! Bunu sana ödeteceğim. Ayrıca yılanlar konusunda ne kadar hassas olduğumu da biliyorsun. Seni daha önce de uyarmıştım, o aptal uzun kızıl saçlarından tutup sana boğulana kadar balıkları saydıracağım!".
Aian gayet sakin ama muzur bir ses tonuyla "Hangi Balıkları? Hepsini yine kaçırdın. Hep bağırıp duruyorsun halbuki ben senin biraz serinlemek istediğini düşünmüştüm." dedi.
Till, "Bak Aian, bir daha seninle birşey yapmayacağım. En iyi arkadaşım olabilirsin ama bundan böyle sadece size annenin o güzel mısırlı turtasını yemeğe geleceğim. Mümkünse sen tarlada çalışıyorken. Ayrıca-"
"Tamam tamam, ne var bunda?" dedi Aian, "hem yıkanmış oldun, fena mı? Daha balık tutmamız lazım ve biz bir tane bile tutamadık, banyoyu kes de gel balığa devam edelim".
"Hiç komik değil, sözümü kesip durma. Bence seninde iyi bir banyoya ihtiyacın var Aian!", Till salı sallamaya başlayacaktı ki Aian'ın yüzünde tuhaf bir ifade belirdi.
"Till..." dedi Aian tepelerin ardından yükselen dumanı işaret ederek. Till ise hala sinirli bir şekilde "Ne var orada, No'olmuş? Konuyu değiştirmeye çalıştığının farkındayım ama..." derken bir yandan da dumanı inceliyordu. "...ama sahiden o duman ne ki? Ayrıca bizim oradan geliyor galiba. Köy'de birşey mi... yok canım, ot falan yakıyorlardır... ama bu mevsimde... hadi gidelim!"
Apar topar salı kıyıya çekip toparlandılar ikisi de. Till gömleğini çıkardı, sıktı ve bir dal parçasına astı "şimdilik kurusun, daha sonra döner alırım". Hasır şapkasını taktı, saz çubukları topladı ve gömleğinin asılı olduğu dala dayadı. Aian ise garip bir sessizlin içerisinden gri bulutlarla karışan dumanı izliyordu. Tuhaf bir his oluşmuştu içinde, bir burukluk, yarım kalan bir öykü gibi. Hızlı adımlarla yola çıktılar, en az bir saatlik yolları vardı. Yürüdükçe kalp atışları gibi adımları da hızlanıyordu. Gölgeler saklanmıştı onları önemsemeyen ağaçların diplerine. Yaklaştıkça duman daha belirgin bir hale geliyordu. Tepeye vardıklarında ikisi de gözlerine inanamadılar. Aian sadece yutkunabildi zar zor, Till ise ağzı açık ne yapacağını bilmez bir şekilde bir köye, bir de Aian'a bakıyordu. "Ne olmuş burada?" demeye çalıştı Aian titrek bir sesle. Till ise sadece "hayır" anlamında kafasını sallıyordu.
"Hayır! Olamaz, hadi koş!" diye bağırdı Till ve koşmaya başladı yokuş aşağı. Aian ise bir an duraksadı ve köyüne baktı. Yanan evleri, ahırları, tarlaları seyretti anlamsızca. Bir an aklına geldi, "anne!..." ve o da koşmaya başladı.
Köye yaklaştıkça insanların ve hayvanların ağlamalarını, acı ile bağrışmalarını duyabiliyorlardı. Koyu sinsi bir duman köyü sarmış, tüm umarsızlı ile gökyüzüne yükseliyordu. Sıcağın içinden kahkahalar atarak yükseliyordu alevler. Çocukların gözyaşları södürmeye yetmiyordu kızıl maskeleri. Herşey bir uğultu perdesinin arkasına saklanmıştı. Köye girdiklerinde Till gözden kaybolmuştu. Karanlık vardı güneşin altında. Karanlık vardı insanların yüzünde. Çoğu daha çocuktu. "Anne... neredesin?" Aian tamamen küllere bulanmış evlerinin önüne geldiğinde artık bacakları tutmuyordu. Sendeleyerek koşuyor ve bir yandan da "Anne!" diye bağırıyordu. Evin içine girdiğinde duman ve isten öksürüklere boğuldu Aian. Gözleri yanıyor, bağırışlarını kendisi bile duymuyordu. Gölgelerin arasındaki ateşten gözlerin bakışları arasında kayıyordu evin duvarları arasında. Sendeleyerek üst kata çıkmaya çalışsa da çöken merdiven ile birlikte düştü karanlığın içine. Tekrar kalktı, bağıramıyordu. Boğazı düğümlenmişti sanki. Göz yaşlarına uçuşan küller yapışıyor, yüzünü kara çehreye büründürüyordu. Artık tüm gözler kapanmıştı Aian yönünü kaybettiğinde. Külle sıvanmış yere düştüğünde hala ağlıyordu...
Bilinmeyen bir gün, bilinmeyen bir yer, bilinmeyen bir zaman...
"Neredeyim?" diye sordu Aian gözlerini açamayarak.
"Vod Aliaan."
"Vod Aliaan? Ne oldu, zaman... yangın vardı... anne? Annem nerede?"
"Zehirlendin kızım, Zytroc alevi ile... dumanı zehirlidir."
"Anne?"
"Annen kaçırıldı..."
"Kim kaçırdı?"
"Annen... dion'un Ruhu, Zaabath tarafından kaçırıldı."
"Bir dakika, sen kimsin? dion ne?"
"Biraz dinlen, kendine kelince konuşuruz..."
"Till..."
Bilinmeyen bir gün, bilinmeyen bir yer, bilinmeyen bir zaman...
"Anne?" dedi Aian gözleri kapalı.
"Sakin ol, bu yaşlı parmaklarda hala seni iyileştirecek kuvvet var."
"Ne oldu bana?"
"Zytroc alevi seni zehirledi. Neredeyse ölüyordun."
"Till?... sen kimsin?" diye uyuya kaldı tekrar.
Bilinmeyen bir gün, bilinmeyen bir yer, bilinmeyen bir zaman...
Aian yavaş yavaş kendine gelmeye başlıyordu. Çok yorgundu ve çok kötü bir rüya görmüştü. Gözlerini açtığında bilmediği biryerde idi. Yoksa gördükleri gerçekmiydi. Yangın... dion... Herşey karmakarışıktı zihninde. Güzel bir odada, rahat bir yataktaydı. Pencereden batmakta olan güneşin kızıllığı süzülüyordu. Güçlükle doğruldu ve etrafına baktı anlamsızca. Yeşil duvarlara takılmış şamdanlarda yanan mumların gücü gittikçe artmaktaydı. Tahta kapının arkasındaki askılığa temiz giysileri asılmıştı. Yavaşça ayağa kalkmaya çalıştı ama bu düşündüğünden de zor olmuştu. Başı çok ağrıyordu ve kulaklarında nefessiz bir çağrı vardı. Yavaş yavaş kendine gelmeye başlayan gözleri odayı daha iyi seçiyordu. Baş ucunda içi su dolu bakır bir sürahi ile yanında da bakır bir bardak vardı. Çok susadığını hatırladı. Bardak yarıya kadar su ile doluydu. Hiç düşünmeden sert ve acı suyu kana kana içti. Su, kuru boğazından geçerken biraz daha iyileştiğini hissetti. Ayağa kalktı ve giyindi. Tahta kapı loş ışıklı bir salona açılıyordu. Üzerinde parşomenler yığılı bir masa, bakır bir tabak ve içinde yarısı yenmiş bir elma, bir kaç üzüm. Bir tanede içi yemek dolu bir tabak vardı. Bir adet tavuk budu, yanında biraz mısır ve yeşillik. Yemeğin kokusunu çok özlediğini fark etti Aian. "L" şeklindeki salonun uç kısmından gelen mumların titrek bakışları odadaki gölgeleri dans ettiriyordu. Aian, mum ışığının geldiği tarafa yöneldi. Yeşil duvarlarında kitapların bulunduğu tarafta sırtı Aian'a dönük yaşlı bir adam oturuyordu tahta sandalyesinde. Adam dışarıyı izliyordu. Güneşin taneciklerinin geveze kuşlara aldırmadan ağaçların arasından toprağa ulaşma çabalarını izliyordu. Aian, yavaşça akşamla birlikte yaşlı adama doğru ilerledi. Dışarıdan iki kadının konuşma sesi geldi. Anlaşılan anlatılacak bir hikaye vardı. Bir çocuk ağlıyordu uzaklarda bir yerlerde.
Adam arkasını dönmeden "demek uyandın... Aian" dedi şevkatle menekşeleri okşayan ellerin ses tonuyla.
"Sen kimsin? Benim burada ne işim var?" dedi Aian aceleyle.
Yaşlı adam yavaşça sandalyesinde döndü. Derin koyu kahverengi gözleri Aian'ın gözlerinden kendi gözlerine bakıyordu sanki. Gri saçları omuzlarına değiyor, beyaza yakın hafif kirli sakalı yüzündeki hatları gizlemeye çalışıyordu. Yaşlı adam ayağa kalktı. Pencerenin kenarından bastonunu aldı ve Aian'a doğru birkaç adım attı. Uzun boylu sayılırdı. Aian geri adım atmak istese de gururuna yenildi ve kaşlarını çatarak yaşlı adama dik dik baktı.
"Ben... Berilac" dedi yaşlı adam.
Aian bu tanıdık isim karşısında ne diyeceğini bilemedi. Düşündü ama hayır, o olamazdı. O yıllar önce ölmüştü, onu hiç görememişti bile. Gözleri doldu ama bunu belli etmekten korkuyordu. Berilac ise o kadar sevgi ve acı dolu bakışların arkasındaydı ki bu kişinin o olma ihtimali kuvvetleniyordu. Tam annesinin anlattığı gibiydi, biraz daha yaşlıydı hayallerinden. Ama yinede sanki onu yıllardır tanıyordu. Bakışlarını kaçıran Aian elinde olmayarak, "Baba?" dedi.
Berilac ise titreyen mum ışıklarının tonunda "Bu kelimeyi hayatımda ilk kez duyuyorum... evet, ben senin babanım".
Aian mantıklı düşünmesi gerektiğini kendine hatırlatarak "Hayır, o öldü ve sen bana yalan söylüyorsun, annem nerede?"
"Zaabath onu kaçırdı ve sana yalan söylemiyorum."
"Zaabath kim?"
"Önce bir yemek yemelisin, gücünü tekrar kazan. Yerken sana herşeyi anlatacağım, umarım tavuk seversin."
"Annem nerede ve Zaabath kim? Sen kimsin?"
Aian, acıktığını da yeni fark etmişti.
"Bak kızım-"
"Bana kızım deme, seni tanımıyorum ve ilgilenmiyorum da..."
"Haklısın sonuna kadar ama beni dinlemeden gidersen bu tahmin edebileceğinden de kötü sonuçlar doğuracaktır. Hem senin için, hem de annen için."
"Annem mi? Tamam anlat o zaman ne anlatacaksan. Ayrıca yemeğin zehirli olmadığını nereden bileyim, belki de annemi sen kaçırdın" derken sözlerine kendi bile inanmıyordu Aian. Bu yaşlı adam çok samimi gözüküyordu. Fakat gözleri onu yanıltabilirdi. Güvenmemeliydi. Yemek çok lezzetli görünüyordu. Hem bu yaşlı adam onu zehirlemek istese neden iyileştirsin ki diye düşündü Aian. Berilac sadece izliyordu Aian'ı. Aian bu derin bakışlardan rahatsız olarak gözlerini kaçırdı tabaktaki yemeğe doğru. Sessizce masaya oturdu ve yavaşça yemeği önce kokladı sonra da tedirgin bir şekilde yemeye başladı.
"Eeee, anlat bakalım, gerçek sen kimsin ve neler oluyor."
Berilac kendine içecek birşeyler koydu ve Aian'ın karşısına oturdu.
"Ben Berilac, dediğim gibi senin babanım. Daha sen doğmadan önce annenle Gradran adlı bir şehirde yaşardık."
"Gradran mı? Hiç duymadım, annem hiç bana bahsetmedi. Bunun nedeni böyle bir yerin olmaması veya olsa bile senin beni kandırıyor olman olabilir mi? Bu yemeği yemem sana güvendiğim anlamına gelmiyor, sadece açım."
"Ama güvenmelisin kızım çünkü şu an senin yanında olan tek yakının benim" dedi Berilac sabırla.
"Benim tek yakınım annemdi, bir de Till... Acaba ona ne oldu? Başka yakına, akrabaya veya dosta ihtiyacım yok benim." dedi Aian kibirle.
"İnatçılık huyun kesinlikle bana çekmiş..." dedi Berilac sinirle. Bu söz o kadar gerçekçiydi ki bir an Aian elindeki tavuk ve açık ağzıyla Berilac'a baka kaldı. Neredeyse azarlayacaktı Aian'ı. Bu ne cüret! O da kim oluyormuş. Yıllar sonra ben senin babanım diye gelen birini kabulleneceğini düşünmemiştir herhalde. Berilac, derin bir nefes aldı ve "lütfen sözümü kesmeden beni dinle, herşeyi anlatacağım. Sonra düşünürsün..." dedi. Aian bir rüyadan uyanmış gibi aptalca bir bakış attı Berilac'a ve başıyla devam et anlamına gelen bir işaret yaptı elindeki tavuğu yemeye hazırlanırken.
Berilac pencereden dışarı gözden kaybolan güneşin son gölgelerine baktı. Masadaki mumu aldı ve masadan kalkarak duvardaki yanan mumlardan birine tutarak yaktı. Bu mum diğerlerinden daha kuvvetli yanıyordu. Mumu masanın ortasına koyarken içinde yarım elma ve biraz üzüm kalmış tabaktan bir kaç tane üzüm aldı. Üzümlere baktı ama yemedi, üzgündü... hem de çok. Gözleri onu izleyen Aian'la buluştular. "Evet, sanırım başlıyorum anlatmaya" diye mırıldandı Berilac'ın ince dudakları ve anlatmaya başladı...
"Gradran aynı zamanda bir ülkeydi de. Annen, yani dion'un Ruhu Gradranı ayakta tutan güçtü. Bir çeşit nesilden nesile aktarılan yaşam enerjisi gibi. Yüzyıllardır süren taht kavgaları yüzünden artık ülkeyi büyücüler yönetiyordu. Daha doğrusu ülkede yaşayan insanları çünkü Gradran sadece dion'un Ruhu tarafından yönlendirilebilir. Neyse, o sıralarda ben kendimi anneni korumaya adamış genç ama fazla sabırsız bir şövalyeydim. Yaşıma göre yetenekli olduğum için Divan bana bu görevi vermişti. May'i ilk gördüğümde ona aşık olmuştum. Bu aşkımın karşılıksız olduğunu düşünerek yıllar boyunca acı çektim. Herşeyi bırakmayı düşünüyordum ama annene olan aşkım beni ondan ayıramıyordu. Divanı oluşturan oniki büyücüden biri alçak Zaabath'dı. Bir takım entrika ve oyunlarla divanda güç kazanmaya başladı ve dört büyücüyü öldürdü. Ülkede bir iç savaş patlak vermişti ve bunun sebebinin Zaabath olduğunu çok geç anladık. Diğer ülkeler Gradran'a "Hapishane Şehir" adını takmışlardı çünkü şehre girenler geri dönemiyorlardı. Zaabath iradesi zayıf olanları teker teker kendi bünyesine kattı ve bir tarikat oluşturdu: Zaa Tarikatı. Bu arada May'a olan duygularımın karşılıksız olmadığını öğrendim ve annenle evlendik. Zaabath'ı diğer yedi büyücü ile kovaladık ama o kendine bir yol yaparak kaçtı. Yol bildiğin gibi bir yol gibi değildi. Görünmez ve sürekli yer değiştiren bir yoldu. Birçok kişi onu bulmaya çalıştı ve ben onu buldum. Yolu buldum..."
Aian bir yandan yemeğini yerken bir yandan da Berilac'ı dinliyordu. Berilac olayları anlatırken sık sık duruyor, düşünüyor ve daha sonra tekrar devam ediyordu.
"May, yani annen ve benim sevgili eşim beni göndermek istemedi. Ama ben ısrar ettim çünkü Zaabath'ın sonu gelmedikçe ülkeye barış da gelmeyecekti. May ile birlikte şehrin derinliklerinde saklanıyorduk. Zaabath onun yerini bulmak için büyülü yolundan sürekli yaratıklar ve casuslar gönderiyor, bize rahat vermiyordu. May'in dion'un Ruhuna sahip yaşayan tek varlık olduğunu da bilen Zaabath'ın çirkin amaçları her gece rüyalarıma giriyordu. Bu kabuslara dayanamadım ve bir gece gizlice yoldan geçtim. May bile bilmiyordu. Ancak..."
Sabırsızlanan Aian, "Ancak ne?" dedi.
"Ancak başarısız oldum ve yolu tamamen korunmasız bıraktım. Zaabath, yani yolu yapan beni kandırdı. Büyüleriyle beni geçici bir hafıza kaybına uğrattı ve aklımdaki bütün bilgileri ele geçirdi. May'in saklandığı yeri... herşeyi. En son bayılmıştım. Kendime geldiğimde Gradran yakınlarında bir ormanda tek başımaydım. Ağaçların korkularını hala hissedebiliyorum. Gradran'a vardığımda Zytroc alevleri içindeki ülkeyi gördüm. Bana yüzyıllardır beni beklediğini söylemişti Zaabath ama o, yoldan kaçalı sadece birkaç sene geçmişti. Aklımdaki bilgileri karıştırarak beni kandırdı. Kandırıldığımı anladığımda çok geç olmuştu. Hafızam tamamen yerine gelmişti Zytroc alevleriyle beraber."
"Zytroc alevi ne peki?" diye sordu Aian.
"Zytroc alevi, Zaabath'ın keşfettiği zehirli bir tozdan yani Zytroc'tan oluşan bir alevdir. Divanda güç elde edince bu tozu üretmek için çabalara başladı Zaabath. Demetrah çölünde çıkan bir kum çeşidi ile yapılıyordu. O, karanlık yönünü çok uzun süre sakladı. Tozun formülünü sadece kendisi biliyordu ve Zytroc'un birçok hastalığın tedavisinde kullanılacağı konusunda herkesi kandırdı... hepimizi... Halbuki Zytroc başlıbaşına bir hastalıktı. Birçok Gradran'lı, tozun oluştuğu hammaddeyi çıkarmak için o rezalet çölde hayatını kaybetti. Sonunda Zytroc oluştu ve Zaabath sadece aleviyle değil dumanıyla da insanları öldüren bir güç yaratmıştı. Dumanın zehirinden ancak çok az etkilenen insanlar hayatta kalmayı başarabiliyorlardı. Tabii uzun bir tedavi sayesinde. Bunlardan biri de sensin Aian. İyileşmen bir ay sürdü."
"Ay!?... Tek hatırladığım yanmış evimize girdiğimde tüm duyularımı kaybettiğim. Çok öksürdüğümü hatırlıyorum" dedi Aian ve devam etti, "yani beni boğan Zytroc alevinin dumanı mıydı?"
"Evet, yani Zaabath'ın zehirli alevi ve külleri" dedi Berilac.
"Yanan küllerin kokusunu hala hatırlayabiliyorum, bıçak gibi kesiyordu boğazımı, nefes alamıyordum. Öldüğümü düşünmüştüm."
"Ama ölmedin, kader beni oraya çabuk ulaştırdı" dedi Beriac. Elindeki üzümlerden bir tanesini ağzına attı ve anlatmaya devam etti.
"Şehir iyice kaos ortamına girmişti. Zaabath kazanmıştı. Kendine müritler toplamıştı ve bu yüzleri kırmızı boyalı müritler halkımızı ya Zaabath'a kurban ediyorlardı ya da köle olarak kullanıyorlardı. Zaabath'ın en büyük gücü ikna kabiliyeti ve büyülü sözleriyle insanları kandırmasıdır. Zaabath onların gözünde tanrısal bir varlık haline gelmişti. Gördüklerime dayanamadım ve Gradran'ı terk ettim. Yıllardır orada burada dolaştım, anneni aradım ama bulamadım. Yaşadığını hissediyordum ama ona bakabilecek ne yüzüm ne de kalbim vardı. Ölmüş olamazdı. Zaabath onu ele geçirmiş de olamazdı çünkü dion'un varlığını hissedebiliyordum, çektiği acının varlığını. May öldüğü zaman dion da ölmüş olurdu. Sonunda artık ümidim tamamen yok olmuştu. May ölmüştü ve bunun tek sorumlusu bendim. Artık sürgündeydim. Uzun zaman sonra ve bundan yaklaşık bir sene kadar önce bir köyün yakınından geçerken annenin seni duydum. Çok uzaktan geliyordu ama bu sesi asla unutamazdım. O May'di... Demek ki kurtulmuştu. Sese doğru yaklaştım ve çalıların ardından gizlice baktım annene. Onu son gördüğümden beri neredeyse yirmi yıl geçmişti ve hala çok güzeldi, yanında sen vardın. Ben ise sefil bir haldeydim. Çok güzeldiniz ikinizde... annene o kadar çok benziyorsun ki... Seni görünce yıllar önce yaptığım hata bir daha yüzüme öfkeyle çarptı ve çok utandım. May bana gitme demişti ve ben onu dinlemedim. Onu bu beladan tamamen kurtarmak ve onun kahramanı olmak istedim. Oysa ki o zaman sana hamile olduğunu bilmiyorum."
Aian yemeğini yarım bırakmış dinlemeye devam ediyordu. Berilac,
"Köyünüzün yakınlarındaki Vod Aliaan'a yani buraya yerleştim. Bu bir yıl içinde zaman zaman gelip sizi izledim ama bir türlü cesaret edemedim kendimi göstermeye... bunca yıl sonra. Ta ki Zaabath'ın müritleri sizin köyü yakana kadar. Yangın haberi geldiğinde hayatımdaki ilk büyük hatayı tekrar yaptığımı anladım. Sizi yanlız bırakmıştım yine kendi bencilliğim yüzünden. Hiçkimse Zytroc dumanından dolayı köye girmek istemiyordu, yolları kapatmışlardı. Bir yolunu bulup hemen köye gittim. Bütün köy yanmıştı, annen yoktu ve sen küller içinde bayılmıştın. Seni alıp doğruca buraya getirdim. Unutma, anneni kaçıran Zaabath senin de peşinde olabilir çünkü dion'un ruhu sende de var."
Aian ne diyeceğini bilmiyordu. Bu insan gerçektende onun babasımıydı? Annesinin tarifine o kadar çok uyuyordu ki... ve anlattıkları. Hiçbiri mantıklı gelmiyordu ama nedenini bilmese de yine de bu yaşlı adama inanmak istiyordu. Tek yakını annesiydi ve Till..
"Till? Ona ne oldu?" diye heyecanlandı birden Aian.
Berilac, "Köye vardığımda herkes ölmüştü. Hiç kimse yoktu." dedi.
"Olamaz, Till ölmüş olamaz... Hayır!" dedi Aian gözündeki yaşları silerek.
"Belki de kurtulmuştur yavrum, ben de anneni başta öldü zannetmiştim ama yanılmışım. Sonra da bulduğumda onu tekrar elimden kaçırdım..."
"Peki Zaabath annemi neden kaçırdı? Yani öldürmemesinin bir sebebi olması gerek."
"Evet, sebebi var. Gradran'ı ele geçirdi ama tam olarak değil sadece arazi olarak ele geçirdi. Zaabath, ülkenin hiçbir kaynağını kullanamıyor. Bu yüzden eski güzel Gradran, şimdi bir çamur yığınına döndü. Şehir hala ona direniyor. Gradran canlı bir şehir. Hayatı, yaşı ve iradesi var. Tarihte adı dion olarak geçer. Bu iradeyi kırmanın tek yolu da dion'un Ruhunun ona karşı kullanılmasıdır. Şehir sadece Ruhun ona dediğini yapar, büyülerin, efsunların yap dediğini değil. Zaabath büyüleriyle anneni esir almaya çalışacak ve Gradran'ın gözünü kapatacak. dion'un ruhunu da ancak dion yani Gradran kurtarabilir. Ancak Gradran gözü kapalıyken anneni göremez. Bu yüzden anneni ve ülkeni kurtarmak sana düşüyor çünkü sen de dion'un Ruhusun."
"Bir dakika, yavaş ol. Benim anladığım Gradran ve dion aynı şey. dion'un ruhu ile Gradran tek bir varlık gibi davranıyorlar. Yani birbirlerini tamamlıyorlar. Biri olmadan diğeri de olmuyor. Biri ölürse diğeri de ölür ve ancak birbirlerine yardım edebilirler."
"Evet Aian, aynen öyle."
"Peki şu benim dion'un Ruhu olma hikayem nedir? Ben niye bilmiyorum bunu?"
"Bunu ben sana açıklayamam, sadece senin de dion'un Ruhu olduğunu biliyorum annenden dolayı. Benim bu konuda bilgim çok az, ancak sen keşfedebilirsin bu gücünü ve yapacaklarını".
"Ne yani, şimdi annem ve ben büyücümüyüz?"
"Hayır, ikisi çok farklı. Büyücü var olan enerjiyi kullanarak büyü yapar. Mesela Zaabath, çevresindeki ateş gücünden yararlanır. dion'un Ruhu ise sadece dion'da var olabilir, yani Gradran'da. Ayrıca o büyü yapmaz, o bir iradedir."
"Herneyse, ne dediğini anlamıyorum ama babam olduğunu iddia etmen sana güveneceğim anlamına gelmez. Öncelikle beni iyileştirdiğin için sana teşekkür ederim. Tabii yemek için de ama köye geri dönmek istiyorum, ne halde, yaşayan var mı diye çok merak ediyorum."
"Tamam, zaten bencede bu en iyisi olur. Yarın sabah yola çıkarız, şimdi git ve yat, daha gücünü tam toplamadın. Ben de yol için hazırlıklar yapayım."
Aian mum ışıklarının valsi eşliğinde odasına gitti. Hiçbirşey anlamıyordu. Berilac'ın tüm anlattıkları sadece bir hikaye gibiydi. Neden annesi ona bunlardan hiç bahsetmemişti? Acaba Berilac gerçekten de babası mıydı? dion, Gradran, Zaabath... aklını kaybedeceğini düşündü bir an. Annesi yaşıyor muydu? Sadece kaçırıldığını umuyordu ve dudaklarından nefessiz bir fısıltı çıktı, "anne..." Göz yaşlarını hissettiğinde kirpiklerinde ağlamaya başladı. Durduramıyordu kendini, bütün gece ağladı.
Güneş odanın yarısına ulaşmıştı gizlice Aian uyurken. Beriac kızının yanına gitti ve yüzüne baktı. Ne kadar da May'di... Çenesini kendinden almıştı ama. Yaşlı elleriyle Aian'ın yanağına dokundu. Ona ilk kez dokunuyordu. Sanki bir ışık, bir güç geçmişti Aian'dan Berilac'a. Kendini daha genç hissetmişti. Aian birkaç kez kıpırdandıktan sonra yavaşça uyandı. Gözleri mutlulukla dolmuştu. Birkaç gözyaşı düştü yanaklarına.
"Rüyamda annemi gördüm... Çok sadeydi. Bana senin benim babam olduğunu söyledi. O da senin öldüğünü zannediyormuş ama daha sonra senin onu izlemeni izlemiş ve de duygularına yenik düşmeni. İyiymiş ama dediğin gibi Zaabath onu eline geçirmiş. Bana ihtiyacı olduğunu söyledi. Bunu hiç söylememişti... Seni hala çok seviyormuş. Baba? Seni çok özledim... Annemi çok özledim..."
"Kızım benim, sana anlatamam benim duyduğum özlemi. Tarlaların arasından geçerken yaydığın güzellik, gençlik, mutluluk ve benim kızım olman. Ne diyeceğimi bilmiyorum, ben hiç iyi bir baba olamadım... yanında olamadım"
Aian yatakta doğrularak babasına sarıldı, "Artık bunların önemi yok, annemi kurtarmalıyız. Bana yardım et" dedi çaresizlikle.
Göz yaşlarına hakim olamayan Berilac, "Demek May beni gördü... Ah May! Bu kadar acı neden? Peki neden zayıflığımı kabullenip seni izlerken bir kere olsun bakmadın bana doğru? Neden çektiğim acıları görmezlikten gelmedin? Neden kendime olan bütün saygımı yitirmişken gururumu da yitirmedim? Peki May, neden gururumu yitirmeme sebep olmadın? O zaman belki şimdiki pişmanlığı yaşamayacaktım..." diye ağlamaya başladı.
"Annen muhtemelen Gradran'a doğru götürülüyordur. Geç olmadan Gradran'a gitmeliyiz" dedi Berilac ve devam etti, "Ama yolumuz uzun ve çok tehlikeli, Zaabath gerçekten de güçlü bir büyücü ve ben eskisi gibi kılıç sanatında iyi değilim artık. Yaşlandım... Önce köye gidelim, bakalım orada neler oluyor. Daha sonra Gradran'a doğru gideriz ama gittiğimizde ne yapacağımızı ben de bilmiyorum. Hadi kahvaltını et, yarın göreceklerine pek memnun kalmayacaksın."
Aian ile Berilac kahvaltılarını ederken birbirlerine duydukları özlem ve her seferinde içlerinde kalmış duygularla birbirlerine bakıyorlardı. İkisi de konuşmuyordu. Öğlene doğru Berilac at arabasını hazırladı ve yola koyuldular. Tarlaların arasından geçiyorlar ve yaklaşmakta olan kışın ilk ürpertilerini hissediyorlardı.
"Biz bu köye saklanmak için mi geldik annemle?" dedi Aian.
"Muhtemelen" diye cevap verdi Berilac.
"Ama Zaabath annemi buldu."
"Seni bulamadı ama. Belki de önem vermedi. Hatta senin varlığını bile bildiğinden emin değilim. Ama biliyorsa kesin birşeyler düşünmüştür seni de ele geçirmek için. Bilmiyorum, ne düşüneceğimi bilmiyorum..."
"Ben galiba seni bir kaç kere gördüm. Çok tanıdık geliyorsun çünkü" dedi Aian. Yavaş yavaş ısınmaya başlamıştı bu yaşlı adama. Pek tehlikeli görünmüyordu. Hatta sıcaklığı ve içtenliği gözlerinde hayat buluyor gibiydi.
"Saklanmakta pek usta değilim anlaşılan..." dedi Berilac hafif bir gülümseme ile. Birden Aian'ın aklına kalbinin gizli bir köşesi geldi.
"Acaba Till'e ne oldu?..." diye meraklandı Aian ve kış habercisi yaramaz rüzgarın şarkısını dinlemeye başladı usulca.
At arabası yolda ilerlerken akşam güneşi de onları takip ediyordu. Tarlalardaki buğdaylar Aian'ı görünce sarı hüzünlerle uzun başlarını sallıyorlardı. Güneş, Aian'ın saçlarını kıskanıp kendisini kızıla boyayana kadar sürdü bu hüzün. Gece olunca tarlalar Aian için bir şarkı yazmışlardı ve hep beraber bu şarkıyı söylüyorlardı. Yaşlı, genç bütün ağaçlar bu şarkıyı dinliyor, onlarda toprağa aktarıyorlardı bütün göz yaşlarını. Doğa tanıyordu Aian'ı. O gece doğa Aian'dı...
Not: Hikayenin devamı tabii ki var (halen yazıyorum). Gelen istekler doğrultusunda yazmaya devam edeceğim. Yorumlarınızı, eleştirilerinizi ve görüşlerinizi bekliyorum.
Sevgilerle,
Berilac Bolger..."
|
| |
Oturum Aç
|
Henüz bir hesabınız yok mu? Yeni bir tane yaratabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yöneticisi, yorum yönetimi ve kendi adınızla yazı girişi gibi imkanlardan faydalanabileceksiniz.
|
|
"LOTR: DION - BÖLÜM I - TARLALARIN ŞARKISI" | Oturum Aç/Yeni Hesap Yarat | 12 yorum |
| Yorumlar gönderene aittir. İçeriğinden hiçbir şekilde site ve site yönetimi sorumlu tutulamaz. |
Re: DION - BÖLÜM I - TARLALARIN ŞARKISI (Puan: 1) Gönderen axana (axana@mynet.com) Tarih: Ağustos 22, 2002 - 14:00:07 (Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder) | fazla söze ne gerek...muhteşemsin, yazılarını sürükleyici bir roman okur gibi okuyorum, devamı içinse çok sabırsızlanıyorum. Sana kolay gelsin... |
[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]
Re: DION - BÖLÜM I - TARLALARIN ŞARKISI (Puan: 0) Gönderen Anonim Tarih: Ağustos 22, 2002 - 17:45:48 | Berilac,
Ben Aida'nin arkadasiyim, tek kelime ile super. Bence butun bu yazdiklarini bir kitapta toplamalisin. Kesinlikle cok guzel. Yazmaya devam et cunku inanilmaz...
Sevgilerimle,
Lobelia |
[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]
Re: DION - BÖLÜM I - TARLALARIN ŞARKISI (Puan: 1) Gönderen aida Tarih: Ağustos 23, 2002 - 15:05:56 (Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder) | Sana bu yazilar hakkinda soyledigim tum ovgulerin binlerce kati daha iyilerini soylemek istiyorum Berilac, ama sadece sunu soylemekle yetinecegim: Ko***** benim... |
[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]
Re: DION - BÖLÜM I - TARLALARIN ŞARKISI (Puan: 1) Gönderen Remi Tarih: Ağustos 23, 2002 - 18:41:23 (Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder) | Devam için çok teşekkürler.. Yazılarının sonuna geldiğimde çok üzülüyorum.. Yazmaya devam et!
Sevgiler |
[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]
Re: DION - BÖLÜM I - TARLALARIN ŞARKISI (Puan: 0) Gönderen Anonim Tarih: Ağustos 26, 2002 - 13:07:37 | Guzel ve enteresan bir yazi, devamini da merak ediyorum. Till'e ne oldu???? Ne zaman gelecek bu yazinin devami? Cabuk yaz!
sevgilerle |
[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]
Re: Olayı sonunda patlatmıssın Berilac (Puan: 0) Gönderen Anonim Tarih: Ağustos 29, 2002 - 16:48:36 | Berilac
Mukemmel hayal gucunun sonunda doruga ulastı
yazı daha dogrusu hikaye daha dogrusu kitap giderek guzellesmıs, konu olarak da aradıgını bulmussun, devam et (edecegini biliyorum)mukemmel bır oyku
İmza : Till Loamsdown of Deephallow |
[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]
|