Oturum Aç
|
Henüz bir hesabınız yok mu? Yeni bir tane yaratabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yöneticisi, yorum yönetimi ve kendi adınızla yazı girişi gibi imkanlardan faydalanabileceksiniz.
|
Önceki Yazılar
|
Mart 21, 2013 - 08:08:57 · Kızıl Yolculuk (1)
Kasım 07, 2012 - 16:17:32 · Bitmemiş Öyküler Çıktı (10)
Kasım 07, 2012 - 16:00:58 · Rohan ve Türk Benzerliği Üzerine (0)
Kasım 07, 2012 - 15:56:46 · Hobbit Fragmanları (0)
Aralık 21, 2011 - 08:18:56 · Hobbit Trailer (0)
Ekim 10, 2011 - 10:09:41 · Orta Dünya Tarihi: Kayıp Yol ve Diğer Yazılar (2) (0)
Haziran 13, 2011 - 10:37:47 · Orta Dünya Tarihi: Kayıp Yol ve Diğer Yazılar (1) (5)
Haziran 13, 2011 - 10:34:53 · Hobbit Vizyon Tarihleri ve Isimleri Açıklandı! (0)
Haziran 13, 2011 - 10:18:39 · Oyun Fikirleri (2)
Aralık 03, 2010 - 08:08:20 · BBC Tolkien röportajı (0)
Kasım 22, 2010 - 11:15:26 · The Hobbit icin Gazete Ilani (2)
Ekim 22, 2010 - 11:31:19 · Hobbit oyuncuları (10)
Ekim 13, 2010 - 09:27:41 · Yüzüklerin Efendisi'nin Sırrı Ne? (2)
Haziran 02, 2010 - 07:54:36 · HOBBİT TEHLİKEDE (4)
Nisan 06, 2010 - 09:13:39 · Muhiddin-i Arabi'nin Eserleriyle Lotr ve Silmirallion'a Bakın (5)
Nisan 06, 2010 - 09:13:33 · Gölgelerin İçinden (0)
Ocak 19, 2010 - 08:58:13 · Born of Hope. LOTR Fan Filmi (11)
Ocak 08, 2010 - 15:45:13 · Hobbit'le İlgili Bazı Sorular (0)
Ocak 08, 2010 - 15:44:59 · Mucizeler Savaşı (6)
Ocak 08, 2010 - 15:44:38 · LOTR Filmlerindeki Sinir Bozucu Sahneler (18)
Eski Yazılar
|
|
rundmc1982 göndermiş "Merhaba YüzükSever Dostlar, hikayemin son bölümünü gönderiyorum. Ufakta özetimsi ve açıklayıcı bir replik var. Hikayemin oluşmasında emeği geçen Elentary'e sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. (Biraz geç oldu ama doğum günün kutlu olsun:)
---------------------------------------------------------
Melkor'un affediliş Hikayesi (Kısa Bir özet)::
Dünyanın ötesindeki boşluklara kapatıldığından beri ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu, Melkor. Çünkü orada zaman yoktu... ışık yoktu... Tek başına her türlü ses ve simâdan uzak, çağlar boyu yalnızlığa mahkum edilmişti. Bir zamanlar sahip
olduğu güç, kudretiyle başardığı işler çok geride kalmıştı. Oysa şimdi boşlukta tek yapabildiği geçmişi hayal etmekti. Ve birde her ses çıkarışında ona tüm gücüyle vuran Anbanakar.....
Beyaz karlarla kapı Taniquetilin eteklerinde bembeyaz karlar parlarken Ardanın efendisi Manwenin uzaklardan gelen iki konuğu vardı. Biri batı topraklarının en batısındaki konağından,diğeri de ölülerin salonlarından gelmişti. Taniquetilin zirvesindeki konağın, tüm Âman topraklarını gören büyük ve aydınlık salonunda bir araya gelen üç Vala uzun bir müddet konuştular. En son Mandos konuştu; Ardanın yazgısını şekillendirebilecek son sözü söyledi. Ve konuklar geldikleri gibi sessizce konaklarına geri döndüler.
Melkor, etrafını saran karanlıklar çölünde çıldırmak üzereydi. Bir zamanlar kendi silahları olan korkunç yalnızlık ve sessizlik şimdi deli ediyordu, onu.
Son zamanlarda Melkorun zihninde aniden parlayıp sönen ışıklar belirmeye başlamıştı. Melkor, bunu kendi zihninin oluşturduğu bir şey zannetse de; bu boşlukta oluşan tek şeydi. En son seferinde ışık gittikçe kuvvetlendi ve sanki tüm zamansız boşluklar bu ışıkla aydınlanmıştı. Işık gözlerinin daha rahat bakabildiği bir seviyeye geldiğinde, Melkorun karşısında kendisine bakan bembeyaz bir çift göz vardı. Melkor çok şaşırmıştı;Karşısındakinin kim olduğunu anlamaya çalışıyordu. Erunun yarattığı her varlıktan bir parça taşıyordu içinde. Bu sebeple bir şeyin bozulması, yok olması acı ve kederli olaylar onu hep üzmüştü. O, Ardada varolan her şeyin yasını tutardı dâima. Bir zamanlar Melkorun Ardaya verdiği zararlar en çok Niennayı üzmüş, ağaçlar için neredeyse Yavannadan daha çok yas tutmuştu. Ama onu tek etkileyen bu değildi. Erunun düşüncesinde Manwe ile eş olan bu Valanın böylesine kötülüklerle dolu olması da zihnini meşgul etmişti. Bu durumda belki de Melkorun düzelebileceğini düşünüyor, imkanı olursa bunun için çabalamak istiyordu. Bunu Eada başarabilecek tek kişi, oydu.
Yeterince düşündüğüne karar verince, Âmanın en batısında tek başına yaşadığı konaktan ayrıldı ve bu ayrılmalar birbiri ardına gerçekleşmeye başladı.
Nienna, Melkoru bu şekilde tüm valardan gizlice pek çok kez ziyaret etti. Her defasında uzun konuşmalar yaptılar kendi aralarında, ki bu Melkorun ihtiyacı olan melhemdi. Ve her seferinde Nienna, Melkorun düşüncelerini etkilemeyi pek çok kez başardı. Kendinde bulunan bilgelik ve sabrın pek çoğunu Melkora aşıladı. Böylece aralarında bilgelik, güç ve sabırdan doğmuş güçlü bir bağ oluştu. Bu nedenle Iluvatarın Melkorun affedilip hikayesini tamamlamasına izin verişi de gerçekleşti....
-----------HİKAYEMİN DEVAMI----------------
Rhûn diyarını yavaş, yavaş terk eden Myrjala, boz topraklara ulaşmıştı. Oradan güneye, Gondora inmeye karar verdi. Efendisine insanların yaşadığı yer hakkında bilgi vermeye karar vermişti. Rauros çağlayanlarının üzerinden ulu nehir Anduin nehrini izleyerek güneye doğru hızlıca gidiyordu. Minas Tirithe ulaştı ve Şehrin ak kulesini gördü. Alçaktan uçtuğu için insanlar, ona hayretle bakıyorlardı. Hissettiği en önemli şey ise Gwaihirin kokusu olmuştu. Kartalların efendisinin kokusu. Ama gerçek efendisinin kesin emri vardı. Direk batıya, Niennanın konağına gitmeliydi. Gwaihiri görmek ona zaman kaybettirirdi. Duygularını dizginleyip tekrar batıya doğru yol almaya başladı. Mering çayını hızlıca geçip, oradan Edorasa, oradan da Rohan geçidine ulamıştı. Kuzeyde Isengardın orada , uzunca bir kule gördü. Siyah uzun kuleyi es geçip Enedwaith olarak bilinen uzunca yeşillik dolu vadiye gelmişti. Sulimonun rüzgarının da yardımıyla Eriador diyarına ulaşması uzun zürmedi. Güneyde mavi dağlar, onun arkasında da Büyük deniz uzanıyordu. Batıya doğru, devam etti dümdüz, Ered Luine. Evet, artık dünya sınırlarından ayrılıyordu. Dünya sınırlarına ulaşana dek üç gün devamlı yol almıştı.
Büyük denize ulaştı. Hiç bitmeyecekmiş gibi uzanan bu denizden geçmişinde bir çok defalar geçmişti. Ama Niennanın konağı batınında batısında, Mandosun salonlarının da ilerisindeydi. İçini bir ürperti aldı Myrjalanın. Binlerce yıldan sonra kutsal diyarlara ayak basıyordu. İlk efendisi Mystrayı çok sevdiğinden, onunla beraber buradan ayrılmaya karar vermişlerdi. Ta ki gerçek niyetini öğreninceye kadar. Niyetini öğrendiğinde ise iş işten geçmişti artık. Karanlığın esiri olmuştu.
Gece olmuş, etrafa karanlık çökmüştü. Yanında efendisinin ışığını taşıdığından, etrafı mavimsi bir ışıkla parlıyordu. Denize baktığında koca dalgalar, sanki ona buralara giremezsin diyordu. Yol boyunca ufak adacıklar gördü. Daha önce olmayan adacıklardı bunlar. İçinden en kudretli buraya ulaşamasın diye yapılmış olmalı diyebildi. Çok geçmeden Valinora kutsal diyarlara ulaşmıştı. O muhteşem kapıda, kule boyundaki kapıda bekleyen dev gibi bir nöbetçi, parlayan gözlerini ona doğru çevirdi.
- Myrjala. Uzun zaman oldu kadim dostum?
- Merhaba Azmar, kutlu diyarın nöbetçisi, selam olsun sana.
- Sana da selam olsun, Myrjala. Efendi Darkmenatharın dostu, kulu, yardımcısı.
Sesi bir gök gürlemesini andırıyordu. Azmar, ruhların yüzüne baktı mı, ruhu okurdu. O yüzden kutlu diyara kötü olan bir şey giremedi, ağaçların ölmesinden sonra.
- Kalplerin kraliçesi, Yaralı ruhların tedavicisi Nienna ile konuşmak için geldim Azmar. Bana müsaade edecek misin?
- Tabi ki. Geç kadim dostum. Hayırlı bir iş olduğu yüzünden okunuyor.
Muhteşem Valinor diyarının kapıları Myrjala için tekrar açılmıştı. İçeri girdiğinde içini inanılmaz bir huzur kapladı. Öyle ki, buradan bir daha ayrılmak dahi istemedi. Efendisine olan bağlılığı olmasa. Herkesten selam alıyor ve veriyordu. Güneşin kraliçesi Melianı uzun bir aradan sonra tekrar görmüştü. Melian, ona dikkatli gözlerle baktı.
- Myrjala, sen misin?
- Benim, hanımım. Görüşmeyeli güzelliğinizden hiçbir şey eksilmemiş.
- Oh.. canım. Teşekkür ederim. Senide iyi gördüm. Eskisinden de iyi. Nasıl bu hale geldin. Daha bir güzelleşmişsin. Yoksa bir Valanın himayesi altına mı girdin? diye sordu serinlik saçan ve kalplere hitap eden sesiyle Melian.
- Bir Vala kadar sevebileceğim birinin himayesi altına girdim hanımım. Tanısanız sizde onu çok seversiniz. Efendi Darkmenathar.
- Darkmenathar mı? İsmini ilk defa duyuyorum. Dünyadan haber getiren elçilerim, bana onun hakkında hiçbir şey söylemediler? O Işık, omu verdi sana onu?
- Evet hanımım. Onun ışığı, mavi ışık.
Melian, parlayan mavimsi ışığa hasretle baktı, bu o olmalıydı, yok olmayan ateş. Ama emin değildi ve myrjalaya bir şey bahsetmedi.
- Buraya neden geldin Myrjala?
- Hanımım, efendimizin Kraliçe Nienna aracılığıyla, Kementariden bazı istekleri var. Onun için geldim. Daha önce onun konağına hiç gitmedim. Bana yardımcı olumusunuz.
- Tabi canım. Melias, misafirimizi hemen Kraliçe Niennanın konağına götürmeni istiyorum ?
- Peki hanımım.
Melian ile vedalaşan Myrjala, etrafına bakınıyordu. Kutsal diyarlarda elf şekline bürünebiliyordu. Normalde sarı olan gözleri, efendisine hizmet ettiğinden dolayı artık parlak maviye dönüşmüştü. Yolda Melias ile konuşmayan Myrjala, ona sunulan yiyeceklerden yiyerek bir yandan da etrafa bakınıyordu.Yiyecekler çok lezzetliydi. İçtiği kutsal suyun tadını neredeyse unutmuştu. Gittiğinden beri, Valinor ayrı bir güzelleşmişti. Muhteşem kuleler, engin ormanlar ve kutsal şehrin ruha huzur veren havası. Kuzeye doğru baktı, taniguetil dağını, dünyanın en yüksek zirvesini tekrar gördü. Hayran olunası bir yerdi orası. Birden aklına efendisi geldi. Şu anda yeni şehirlerini kurmakla uğraşıyorlardı o çorak topraklarda. Yaptığından utandı ve yiyecekleri yerine koydu. Efendisi ve halkı açken, o burada muhteşem yiyecekler yiyemezdi. İçinden efendisinden özür diledi. Kalbinden gelen bir ses üzülme diye seslendi ona. Efendisinin içindeki gizli gücü, oda hissediyordu. Bunu hiçbir maiada görmemişti. Sadece bir Valada olabilirdi bu güç.
- Geldik efendim. Buradan öteye gitmemize izin verilmez. Kendiniz konuşmalısınız, kraliçemizle.
- Tamam, Melias. Teşekkür ederim. Işık yolunu ve sevdiklerini aydınlatsın.
Çayırlara ayak basan Myrjala, hızlıca biçim değiştirip Niennanın konağına uçmaya başladı. Bir ses ona Hoş geldin Myrjala. Kalbini bozma, içini temiz tut, kötülüklerden arın. diye telkinlerde bulunuyordu. Yüreğini, daha önce hissetmediği bir hoşluk kapladı. Doğruca, ilerde olan konağın önüne kondu. İnanılmaz bir evi vardı kraliçenin. Yakuttan yapılmış olan evin içi şeffaftı. Rahatlıkla evin içi görülebiliyordu. Bu temizliğin görüntüsüydü. Daha önce bu kadar büyük bir konak görmemişti. Kutsal Vala Manwenin konağı bile bu kadar güzel değildi kuşkusuz. Biçim değiştirmedi, çünkü buna ihtiyaç duymadı. Nienna, ruhların dış görünüşüne pek önem vermez, adeta ruhuyla konuşurdu. Bunu çok defalar duymuş olmasına rağmen, ilk defa hissediyordu. Konağın kapısından kendi boyundan biraz daha uzun olan, tek başına yaşan Kraliçe Nienna çıktı. Myrjala resmen büyülenmiş gibiydi. Daha önce böyle güzel bir şey görmemişti. O muhteşem yüz şeffaftı. Simsiyah saçlar beline kadar uzanıyor, üzerindeki bembeyaz parıldayan giysisini mükemmel tamamlıyordu. Yüzündeki gamzeler, kusursuz bir Vala olduğunu gözler önüne seriyordu. Simsiyah gözlerinin içindeki bembeyaz gözbebekleri, aynı efendisinin gözleri gibiydi. Kraliçe Vardanın çok güzel olduğunu duymuştu. Kelimelerle ifade edilemeyecek kadar güzel olduğunu. Ama Kraliçe Niennayı gördükten sonra, Varda daha ne kadar güzel olabilirdi ki.
- Kı-Kraliçe Nienna, gördüğüm en güzel varlıksınız ?
- Teşekkür ederim ruhum. Neden buralara kadar kendini yordun?
- Efendimizin selamını size iletiyorum kraliçem, sizden bir isteği var kraliçem.
- Efendin kim, ruhum?
- Darkmenathar kraliçem. Orkların ilk kralı.
- Orkların mı ? Myrjalanın yanındaki mavi ışığı gören Kraliçe Nienna, ağlamaya başladı. Mavi ışığın, ona ait olma ihtimali çok yüksekti. İçinden kutsal baba dedi. Kömür gibi gözlerinden yanağına doğru akan tek bir gözyaşı, yanağından süzülüp, avucunun içine düştü. Avuç içlerini birleştirip, myrjalanın beyaz tüylerine sürdü ellerini. Kendinden geçen kartal, sanki bütün yorgunlukları alınmış gibiydi. Birdamla gözyazı ile yorgunluğu dökülmüş gibiydi.
- Daima orkların kaderi hakkında düşünmüşümdür. Ne olacakları hakkında. Sana nasıl yardım edebilirim ruhum.? diye soru Nienna, uykudan uyanmış gibi sarhoş olan Myrjalaya. Kendine ağır ağır gelen Myrjala;
- Yeni imparatorluğumuz çorak topraklarda kuruluyor. Orkların kötü talihini değiştirmek istiyor efendimiz, kraliçem. Diğer halkların topraklarına el koymak istemediğimizden, kendimize mesken olarak Rhûn diyarını seçtik. Bu diyar ıssız olmasına ıssız ama, toprakları çorak ve verimsiz, ot bitmeyen cinsten. Kraliçe Yavannaya direk söylersek, zaten sevilmeyen Orklara yardım etmeyeceğini düşündü efendimiz. Sizin de çok yardım sever biz Valier olduğunuzdan, Kraliçe Yavannayı ikna edebileceğinizi düşündü. Amacımız, kraliçe Yavannayı kötü göstermek değil, Kraliçem. Efendimizi yanlış anlamanızı istemem. Ama inandığım bir şey var, oda şu. Orkları, sizin kadar düşünen bir Valier olduğuna inanmıyorum. Bize çorak toprakları iyileştirmemizde yardım edecek misiniz kraliçem?
- Tabi ki ruhum, tabi ki. Orkların düzelmesine katkım olacaksa ne mutlu bana. Kraliçe Yavannayla ben konuşurum Myrjala. Sen ruhunu biraz dinlendir. Zahmet seni yormuş. Finnas, misafirimizle ilgilenir misin?
Efendisi zor şartlarda olduğundan, verilen yemeklerin hiç birini yemek istememiş ama Kraliçesini kıramadığından ötürü, sunduğu bir takım yiyeceklerden yemişti. Kraliçe Niennanın kusursuz güzelliği, hâlâ gözünün önünden gitmiyordu. Dünya dışı sonsuzluğa bakındı ve ruhunu dinlendirdi.
***
Atlıların geldiğini, seslerden orklarda anlamıştı. Sakin olun diye yatıştırmaya çalışıyordu melkor onları. İyice yaklaşan atlılardan birisi iyice yaklaştı ama önünde Melkor duruyordu.
- Merhaba yabancı. Bir şey mi arıyorsun?
Gördüklerine şaşkınca bakınan yabancının üzerinde, gümüş bir zırh vardı. Zırhın tam ortasına çeşitli krallıkların şekilleri işlenmişti. Esmer ve uzun boylu genç adam, Melkorun gözlerine daha fazla bakamayarak;
- Buralarda Gondora saldırak üzere yola çıkan bir ork ordusunun varlığından haber aldık...
- Darkmenathar.
- "Efendi Darkmenathar, böyle bir orduya rastladınız mı hiç? derken, sanki onları kastediyordu.
- Gördüğün ordu...
- İsmim Falatah efendim.
- Dediğim gibi Asker, gördüğün ordu artık bir ordu değildir. Yeni yerleşim yerlerimize yerleşiyoruz. Kralınız bundan haberdar olacaktır, merak etmeyin.
Etrafına bakınan asker, burada yaşanır mı der gibi bir bakış fırlattı etraftaki orklara. Fakat orklar aldırış etmediler.
- Ordunuz etkisiz hale getirildiğine göre, gitmemizde bir mahsur yok sanırım Efendi Darkmenathar.
Melkorla konuşurken asker, gözlerine bakamıyordu. Ne zaman baksa, ışığın kudretinden kör olacağını düşünüyordu.
- Gidebilirsiniz asker.
- Umarım dedi kuşkuyla Falatah ve atına bindi. Eyerini batıya, Gondora çevirip uzaklaştı. Yanındaki askerlerde onu takip edip görünürden kayboldular.
***
Ne kadar zaman geçtiğini kendiside hatırlayamıyordu. Uyandığından ipekten bir yatağın üzerinde yatıyordu. Hemen ayağa kalktı. Efendisinin emrine itaatsizlik etmek istemiyordu, ama şimdiden çok geç kalmıştı. Kim bilir ne kadar zamandır burada yatıyordu. Yanına finnas geldi;
- Misafirimiz iyi dinlenebildilermi?
- Çok iyi ve fazla dinlendim finnas. Kraliçemiz geldi mi?
- Zatalileri ^bahçede mehtabı seyretmektedir.
Hemen bahçeye çıkan Myrjala, Kraliçesini ağlarken gördü. Nienna, lindeki kağıda, elmastan kalemiyle, Myrjalanın daha önce görmediği bir dilde yazı yazıyordu. Myrjala, kraliçesinin onu farketmesini istermiş gibi, boğazından ses çıkardı.
- Iıım. Kraliçem, sizi rahatsız etmek istemezdim ama efendim beni beklemektedir. Kraliçe Kementariyi ikna edebildiniz mi?
Gözlerini ona doğru çeviren Nienna;
- Şu ana kadar hiçbir ruhun varlığından rahatsız olmadım ruhum. Zaten bende yazacaklarımı yazmıştım. Yavannaya gelince, o konuda üzülme, bizden istediğin şey bu şişeciğin içinde saklı. Efendin ne yapması gerektiğini bilir.
Şişeciği uzatan narin ellere, dokunmamak için kendini zor tutan Myrjala, şişeciği alıp tüylerinin arasına koydu. Fark ettiği bir şey daha vardı. Kraliçenin diğer elide, az önce yazdığı mektubu uzatıyordu.
- Bunu da efendine vermeni istiyorum Ruhum.
İpekle sarılı kumaşa konan mektubu da alan myrjala, kraliçesinden ayrılmak için gerekli izni alıp tekrar Valinora doğru uçmaya başladı. İçinden acaba bir gün buralara tekrar gelebilecek miyim diye söyleniyordu.
Mandosun salonlarına uğramadan, direk Valinora ulaşan Myrjala, yolda Kraliçe Yavannayı gördü. Tüyleri diken diken oldu. Fakat daha sonra Kementarinin kendisine gülümsediğini göre Myrjala, kendisine kalben teşekkürlerini sunup hızlıca efendisinin yanına, orta dünyaya doğru yol almaya başladı. Kapıda Azmar ile şimdilik vedalaşarak büyük denizden Ered Luine doğru yol almaya başladı. Her gezisinde hatırından çıkaramadığı bir olay gelirdi başına. Bu gezisinde ise, hayatında unutmayacağı ve daima hatırlayacağı en önemli olay ise kraliçe Niennanın kendisine sürdüğü gözyaşıydı. Tüylerine baktığında, deniz mavisi rengini almışlardı. Bu kartallar tarafından kutsanmış mevki olarak kabul edilirdi.
Bir gün sonra, buçuklukların yaşadığı Shire şehrinin üzerinden, bu sefer orkların Demir dağlardan başka yaşadığı diğer bir yerleşim yerleri olan Dumanlı dağlara doğru uçmaya devam etti. Etrafta orklar kaçışır halde gözüküyordu. Keskin gözleriyle Gorgorothuda fark etmişti. Doğruca, hiç durmadan devam etti yoluna, ta ki fırtına başlayıncaya kadar...
Yolunu, fırtınanın şiddetleneceğini anlayınca, Rhovanion ormanlarına çevirdi. Geceyi geçirmek için buradan daha güvenli tek yer efendisinin yanıydı. Sabah, fırtınanın da dinmesiyle tekrar yola koyulan Myrjala, ertesi günün akşamı nihayet efendisine kavuşmuştu.
***
Myrjala, gideli bir günden fazla olmuştu. Melkor ve halkı, yeni imparatorluklarının ilk yerleşim yerlerini kurmaya devam ediyorlardı. Hızlı binekleri vardı Rhûn diyarının. Asabi atları, evcilleştirilemeyen atları Melkor evcilleştiriyor ve uzun boylu orklara at sürmeyi öğretiyordu. Acaba Myrjala başarmış mıydı?. Orada yardım isteyebileceği tek Vala, Niennaydı. Tek umut...
Myrjala gideli üç gün olmuştu. Şehir kurma işleri tüm hızıyla devam ediyordu. Orkların en önemli özellikleriydi, ölesiye çalışmak. Elflerden aldıkları en iyi özellikti bu. Geçen zaman içerisinde, başta kendi konağı olmak üzere toplam 18 konağı hazır hale getirmişlerdi. Taştan evler, orklara adeta saraydan farksız gözüküyordu. Efendileri ise onlara çeşitli zanaatlar hakkında ufak ip uçları öğretiyordu. Herşey güzel gidiyordu, ama Melkorun içindeki o şüphe azalmasına rağmen tam olarak geçmemişti. Yalnız orklar kabaydı ve bu kolay iyileştirilemeyecek bir konuydu. Bununda üstesinden gelecekti Melkor, derin ilmi sayesinde. Çorak topraklar, çalışma koşullarını olumsuz etkiliyordu orkların. Arada bir bastıran kum fırtınaları, Rhûn diyarının yeni sakinlerini zor durumda bırakıyordu. Cücelere gönderdiği elçiler henüz dönmemişti ve yapı konusunda en beceriklileri onlardı kuşkusuz. Elminsterı göndermişti Moriaya, görünüşü çirkin olmadığından dolayı, elflere çok fazla benzeyen ondan başka tek ork Flüttü.
Çalışmalar tüm hızıyla devam ediyordu, fakat kötü haber gözcülerinden çabuk geldi.
- Kralımız, kuzeyden 1000 kişilik bir ork ordusu hızla buraya yol almakta.
- Hemen, kardeşlerine haber ver. Hepsi büyük konağımız, Kralın konağında toplansın.
- Peki efendim.
Haberleşme çok iyi organize edildiğinden, tüm halk on dakika içinde büyük konakta toplanmıştı. Askerler, onlara sakin olmaları konusunda tavsiyede bulunuyordu.
Dışarı çıkan melkor, yanında Jurasim ve Flüt ile beraber toplam on kişi olan bir grupla, orkların geldiği yöne, kuzeye doğru yürümeye başladılar. Ork birliği onları görmüş olacak ki yavaşlamaya başladı. En başlarında Gargas, yanında Gorgoroth, Melkorun daha önce hiç görmediği bir hayvana biniyorlardı. Hayvan yürüyen bir kuş biçimindeydi. Çirkin ve tüysüz bir yüzü vardı. Birbirleriyle konuşabilecek kadar yakınlaşan biri on, diğeri en az bin kişilik iki gruptan büyük olanın lideri, ufak grubun liderinin yanına yürüdü.
- Hey, sen. Kral geçinen, benim kardeşlerimi gerçekleşmesi mümkün olmayan hayallerinin peşinde koşturmana müsaade edilmeyecektir. diye bağırarak konuşuyordu. Bunu garanti ederim.
Öfkesi, parlayan gözlerinden belli olan Melkor;
- Krallığımıza katılıp katılmaman, sana ve kardeşlerine kalmış bir seçim. Biz davetçiyiz, yargılayıcı değil. Herhangi kötü bir olay çıkmazsa canının bağışlanacağını garanti ederim. diye tehdit edercesine söyledi.
Bu sefer Gargas öfkelenmişti. Arkasındaki iri yapılı orka, git şu adamı öldür gibi bir bakış fırlattı. Kendisine doğru koşan orka, hiç aldırış etmeyen Melkor, eliyle itermiş gibi havayı itti ve ona gelen ork ters istikamette yere düştü. Şaşkına dönen Gargas, bu sefer iki kişi birden göndermeye çalıştı ama, işareti alan orklar dövüşmek istemediler.
- Kendi ihtirasların için ruhlara kıyma genç ork. Senden öncekilerde intikam için savaştıklarını zannetmişti ?
Parlayan gözlü adama atılan Gargas kınından kılıcını çıkarmak için hareket yaptı ama çıkaramadı. Çekiyor, çıkmıyordu. Harekette edemiyordu. Olduğu yere bir çivi gibi saplanmıştı. Parlayan kılıcını çıkaran Melkor, boğazına dayadığı genç orkun ruhunu okuyordu. İntikam dolu ruhunu, akrabalarının kıyıma uğradığını düşünen ruhunu. Konuşmaya başladı ruhuyla
- Hayatını bağışlıyorum genç ork. Senden öncekilerde bu uğurda canlarını heba ettiler. İnan bana hâlâ umut var. Sizi yaratan, şu anda ne hallerde biliyor musun? Efendiniz Morgoth, sizi niye yarattı biliyor musun ? Kendi istekleri uğruna, yaratıcısına olan kininden dolayı sizleri bu hale soktu. Nefretin sembolleri oldunuz. Şu halinin hoşuna gittiğini mi sanıyorsun? Sanıyorsan, kendini kandırıyorsun demektir. Ben, eski efendileriniz gibi size bunları vaat etmiyorum. Sakın şunu unutma; Hiçbir şey gönülden istemedikçe gerçekleşmez. Kalbinin tasdik etmediği durumlarda, günah keçisi arama. Akrabalarını kurtarmak istiyorsan, onların yanlışlarını düzeltmeye çalışırsın. Daha da bozmaya değil. Ölüler evinde mevki kazanmak istiyorsan, önce kendi ruhunu temizlemelisin. Başkalarının değil... Elfler gibi zarif varlıkların kanını taşıyorsun. Sakın bunu unutma. Kanını taşıdığın atan, zamanında Morgothla kahramanca çarpışan bir elfti.
Bu duruma daha fazla dayanamayan Gargas, efendisinin omzuna yaslanıp ağlamaya başladı. Efendisinin ruhuna ağlayarak;
- Ben sadece, bize yapılan haksızlığı düzeltmek istiyorum. Yıllardan beri çektiğimiz çileyi çekmek istemiyorum. Diğer ırklara bahşedilen mucizelerin, bize de verilmesini istiyorum. Tek isteğim bu... kralım, başka bir şey değil.
- Bunun için Eruya dua et oğlum. Hayatta her şey mümkündür. Bunları düzelteceğime, babam adına yemin ediyorum.
Ruhların konuşması, konuşanlar için uzun, ne olduğunu anlamaya çalışan diğer orklar için kısa sürdü.
- Kardeşlerim... Yeni kralınızın önünde diz çökün.
Ordudan bazıları şaşırmış, fakat hepsi birden diz çökmüştü, gargasla beraber. Ne olduğunu anlayamayan Gorgoroth, hemen oradan uzaklaşmaya başladı.
- Gorgoroth!!! Diye arkasından bağırdı Gargas.
- Bırak gitsin... dedi, Efendisi.
Gasgasın da katılmasıyla, halk daha bir mutlu olmuştu. Gargas, dürüst ve iri yapılı bir orktu. Lider olma yeteneği olan bir orktu. Gece boyunca efendisi konuşmuşlardı. Kralları, onlara dışarıdan gelebilecek olan tehditlere karşı kuvvetli bir ordu oluşturulması hakkında emirler veriyordu. Malum orklar savaşta hiçte iyi savaşamazlardı. Bu başına buyrukluğu sıkı bir eğitimle, disipline nasıl dönüştürebileceğini anlatıyordu kralı ona. Bunun için o görevlendirildi. Büyük Orch-Rhûn İmpratorluğunun yeni ordusunun kumandanı yetkisi ona verilmişti.
- Ordumuzun komutası sende bundan böyle... diye gururla söyledi Melkor.
- Sizi utandırmayacağım kralım.
- Lakin, bu ordu, öldürmek için değil, savunmak için kurulacak. İnsanlar ve elfler bizim bu kadar çabuk değiştiğimize inanmayacaklardır. Onları bu konuda suçlayamam. Yeni imparatorluğumuzun elçileri daha yola çıkmadılar. Önce orklar arasındaki savaşları önlemek zorundayız.
- Efendim, dumanlı dağlarda yaşayan kardeşlerimiz, bizim gibi değiller. Onlar bizden çok daha vahşi. Bizim kadar iri yapılıda değiller. Hayvan gibi yaşayan bir tür onlar. Yabancıları da hiç sevmezler. İçlerinde konuşmasını bilmeyen türler bile var.
Gargas, bu konuda efendilerini iyice bilgilendirdiler. Tek çıkar yok vardı. Oranın tamamen pislikten temizlenmesi gerekiyordu. Ama bu hiç kolay olmayacaktı. Orduları ve yerleşim yerleri hazır olduktan sonra yapılacak çok işleri vardı. Sabah erkenden çalışmalar tüm gücüyle yeniden başladı. Bu gölgeli diyarda, güneş bugün daha bir güzel açmıştı. Parlak beyaz taşlardan yapılan büyük konak çok güzel parlıyordu. Su ihtiyaçlarını karşılamak için alt yapının hazırlıkları henüz bitmemişti. Suları, bu çorak topraklara taşıyacak olan kanallar bitme aşamasına gelmeye başlamıştı. Orklar elfler kadar becerikli olamasalar da, onlar kadar akıcı üşünebiliyorlardı. Rhûn ormanından kesilen ağaçların içi oyularak suyun taşınacağı kanallar tamamlandı ve suyu çekecek olan büyük vakum şeklindeki aleti Melkor, bizzat kendisi yapmıştı. Lakin su o kadar da temiz değildi. Efendisi, uçan ruhunu bekliyordu her şeyin tamamlanması için.
Akşamüzeri Melkor komağından geliyor sesleri üzerine dışarı çıktı. Henüz batmamış olan güneş Myrjalanın parlak maviye dönen gözlerini, daha bir güzelleştiriyordu. Aşağıya, efendisinin yanına indi. Yüzündeki umut verici ifadeden, isteğinin kırılmadığını anlayan melkor, içinden kraliçesine dua etti.
- Efendimiz. Kraliçe Nienna, size bu şişeciği ve bu mektubu gönderdi. İsteğinizin kabul edildiğini bildirmemi istedi. Size tüm güzel dileklerini iletti.
- Tüm güzellikler seninle olsun uçan ruhum. Büyük bir iş başardın.
Mektubu ve şişeciği alan Melkor, hızla mis gibi kokan ipek kumaştan mektubu çıkardı.
Değerli Ruhum,
İstemiş olduğunuz, hayırlara vesile olacağına dair inancımın sonsuz olduğu, bu kutlu görevi yerine getirip, size şişecikle sunuyorum. Umarım yardımım dokunmuştur. İsminizi daha önce hiç duymamış olmama rağmen, sizi daha önce tanıdığıma olan inancım da sonsuzdur. Uçan ruhunuzun taşıdığı mavi ışık, bana eski ruhumu hatırlattı. Ne yazık ki yanımızda olmayan bir ruh. Şişeciğin içinde Yavannnanın şarkısı, benim de göz yaşlarım bulunmaktadır. Nasıl kullanılacağı size kalmış. Bu kutsal göreviniz için babamıza her gün dua edeceğimi, size belirtmek isterim. Kardeşlerimin dediği gibi, ışık daima yolunuzu aydınlatsın.
Mektubu tekrar ipek kılıfına koyan Melkor, Myrjalayla gece boyunca, onun yaptığı seyahatler hakkında konuştu. Valinor kentinin güzelliklerini dinlerken, öfkesine mani olamıyordu. Myrjalaya belli etmek istememesine rağmen, öfkesi gözlerinden okunuyordu.
- Burayı da öyle bir yer yapmak elimizde, uçan ruhum.
İçinden daha önce yaptığım yanlışlara dönmemeliyim diye geçiriyordu. Üç çağ boyunca hapis kaldığı büyük esaretten sonra, gördüğü Valinor kentine, inanılmaz bir kıskançlık beslemişti. Bu öfkesinin daha da büyümesine neden olan bir kıskançlıktı. Aynı hataya tekrar düşmek istemiyordu. Gülüyordu, kendisinin bile öğreneceği çok şey vardı...
Sabah erkenden kalkıp dışarıya çıkan grupta, Gargas, Flüt, Jurasim ve Efendileri vardı. Kristal şişeciği açan Melkor, çıkan muhteşem koku sayesinde kendinden geçmek üzereydi. Şişeciğin içine bakan Melkor, ona bakan bir çift simsiyah göz gördü, beyaz gözbebekleriyle beraber. Muhteşem gözlerdi, Kraliçe Niennanın gözleriydi bunlar. Öfke savaşından sonra, zaman dışı boşluğa hapis olunurken, yine bu gözlere bakmıştı. Gözleri dolmaya başladı Melkorun. Yaratıldığından beri ilk defa ağlıyordu. Bu kömür gözler ona bir başka bakıyordu. Gözünden düşen tek bir yaş ağır ağır şişeciğe düşmeye başladı. İnanılmaz derecede yavaş ilerliyordu yaş. Şişeciğin içine girdi ve görüntü bulanıklaşıp kayboldu. Kendine zor gelebildi, etrafındakiler ona şaşkın bir şekilde bakıyordu.
Daha yeni doğmaya başlayan güneş, Melkorun gözlerine yansıdığında onu kendisine tamamen getirmişti. Şişeciğin bir kısmını yavaşça yere dökmeye başladı. Garip suya benzeyen sıvının dökülmesiyle, yerden gümbürtülerin duyulması da bir oldu. Ayaklarını alttan bir şeyin zorladığını hisseden Melkor, yerden çimlerin bitmekte olduğunu gördü. Yerde çimler bitiyor, havada gölgeler çekilip yerini ışığa bırakıyor, Rhûn denizine doğru ilerleyen yeşillik denize ulaştığında ise denizin koyu gri gözüken suyunu maviye dönüştürüyordu. Tüm bu gördükleri hayran olası olaya tanıklık eden grup şaşkınlıktan ne yapacaklarını şaşırdı. Bu gördüğü şeyin bir rüya olup olmadığını merak etmek için yere çömelen Flüt çimlere eliyle dokunuyordu. Etraftan sevinç çığlıkları yükseliyordu. Daha az önce çorak olan topraklar, şimdi verimli yemyeişl bir hal almışlardı. Lakin, yerin derinliklerindeki gürültüler hâlâ devam ediyordu ve şiddetlenmeye başladı. Hemen önlerindeki alandaki toprağın havaya kalktıklarını gördüler. Daha fazla basınca dayanamayan toprak etrafa saçılmaya başladı ve içinden devasa büyüklükte bir ağaç çıkıkıyordu. Bunu diğer basınç uygulanan topraklar izledi ve böylece en azından yüzlerce ağaç çıkmıştı toprağın altından. Şaşkınlıklarından olsa gerek kimse konuşamıyordu. Melkor, ise yaratıcısına olan dualarını okumaya devam ediyordu. Daha yeni farkına varmışlardı, ağaçların dallarından sarkan meyvelerin. Çeşit çeşit meyveler süslüyordu kadim ağaçları. Melkor, yerden bitme en yakın ağacın gövdesine baktı: gövdesine belegûr ismi işlenmiş ve entçe bir takım kelimeler yazılıydı. Entçe yazıyı okuduktan sonra anlamıştı. Bunların büyük yangından sonra kaçan ent hanımları olduğunu. Hepsi onun yüzünden bu dünyadan göçmüş, yine onun sayesinde geri gelmişti. Kaybolan ent hanımları kendilerine korunaklı yer olarak toprağın altlarını seçmişlerdi. Burası sizinde eviniz bundan sonra dedi ve kalbindeki rahatlama bir nebze olsun biraz daha artmıştı. Bir günahını daha temizlemişti, kraliçesinin yardımıyla.
***
Nihayet Elminster, yanında onu aşkın cüce ile beraber geliyordu. Cücelerin saçları beyaz ve örgülüydü. Yanlarında silah olarak, en iyi kullandıkları savunma aracı olan ve düşmanlarını ürküten baltayı taşıyorlardı.
- Merhaba cüce yandaşlarım diye selam verdi Melkor.
- Sana da merhaba Rhûn diyarının kralı Darkmenathar efendi. diye cevap verdi, büyük ihtimalle liderleri olan cüce. Üzerinde gümüşten bir zırh vardı. Yüzünden, oldukça yaşlı olduğu anlaşılıyordu Siyah gözleri, beyaz ve kalın kaşlarıyla iyi bir ahenk içindeydiler. Adım, Cüceşah. Bana bu ismi layık görür, ahalim. dedi, yanlarındaki arkadaşlarına bakarak.
- Yoldaşınız Elminster, size ne yapmanız gerektiği hakkında gerekli bilgileri vermiştir umarım.
- Pööhhh. Benim için çocuk oyuncağı olacak. Yapılması gereken yapıların çizimlerini görebilir miyim efendi. Unutmadan söyleyeyim, yoksa içimde kalacak. Tanıdığım en şakacı ilk ve tek ork askeriniz, Elminster. hıhıhıhı. Bir saniye, bir saniye, yüce Durin adına, bu gördüklerim gerçek olamaz dimi? Yoksa gözlerim yaşlılıktan kahverengiyi yeşil mi görmeye başladı... Aule babamız adına, sanki çorak toprakların üstü yeşil bir halıyla kaplanmış gibi. Ağaçlarınızda mükemmel odun sağlıyordur. Kalitesi tartışılmasa gerek.
- Ağaçlar buranın gerçek sahipleridir, cüceşah. Onlara balta vurmak isteyen kişi, en baş beni öldürmelidir, güven bana. Cecenin yanından ayrılan Melkor, söylediklerini tasdikler gibi Unutmadan son söylediğim de çok ciddiydim. Elminster misafirlerimize gerekli her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlat. diye uyarıda bulundu.
- Bir şey daha sorabilir miyim efendi ? diye arkasından seslendi cüceşah. Cebinden, Elminsterdan alıp, bazılarını yanında getirdiği mücevherleri ona gösterip bunları nereden buldunuz, çok kıymetli şeyler. Daha önce böyle bir taş görmemiştim. Bunun birisiyle isterseniz, tüm bir kasabayı alabilirsiniz. Bakarsınız, ileride krallığı bırakıp. Kafayı dinlemek isteyebilirsiniz yani !!!
- Elindekiler, bir halkın uğrunda feda olduğu mücevherlerdir. Valanın, güzelliğinden onlara sahip olmak için masumların canına kıydığı mücevherlerdir, iyi sahip çıkın diye cevap verdi çenesi düşük ve sempatik ihtiyar cüceye Melkor.
Elinde öylece mücevherle kala kaldı, ta ki oğlu baba kendine gel diye dürtünceye kadar. Efendiniz çok dertli anlaşılan ama güvenilir bir..., neyse biz işimize bakalım. Bizi ilgilendirmeyen konular, bastığımızda kokmaya başlar. Derin bir oh çekip işe yumuldu.
6- RHÛN DİYARININ ŞAH KALESİ VE DÜŞMANLARA DÂİR
Cüceler işlerini iyi yapıyor ve yaptırıyordu. Büyük Rhûn kalesi neredeyse bitmek üzereydi. Kalenin yapılışında Melkor dahil herkes çalışmıştı. Sanki olacakları önceden anlayan Melkor, kaleyi çok korunaklı bir kale yapmak için çok uğraş verdi ve verdirtti. Dış Surlar içinde, bir iç sur ve onun içinde bir iç sur daha vardı. En içlerinde ise küp şeklinde kubbeli bir konak vardı. Konağın içinde büyük salonla beraber yüzonbir oda bulunuyordu. Orklar, kalenin altına mahzenleri kazdılar. En iyi yaptıkları iş kazmaktı. Bu kalenin bir benzerini Gargas Miğferdibi Savaşında insanlarla savaşırken görmüş ve efendisine bir takım tavsiyelerde bulunmuştu. Melkor ise daha önce Utomnodaki kalesini yaparken kullandığı yöntemin biraz daha değişiğini kullandı. Ana malzeme samandı. Bir takım madenlerle karıştırdı ve ortaya çok sağlam bir madde çıkardı. Kalenin dış duvarları, zanaatkar cücelerinde yardımıyla mermerle kaplanmıştı. İki bin kişi çalıştı bu kaleyi tamamlamak için. Kale yapılırken otuz konak daha bitirilmiş ve kullanıma hazırdı. Engin yeşilliklerle dolu Rhûn diyarı görüp görebileceği en iyi günlerini yaşıyordu. Melkor, cücelerin kaleye verdikleri üstün emeklerden ötürü, kalenin ismini Rhûn diyarının Şah Kalesi koydu. Görkemli bir yapıt tüm Rhûn halkının gözlerinin önünde dikiliyordu. Feanorun bazı mücevherleri kubbenin en üzerine cüceşah tarafından işlenmişti. Tam iki ay sürdü kalenin yapımı. Bu süre zarfında Kral, elçileri aracılığı ile Gondora, Rohana, Moria ve Ayrıkvadiye yeni imparatorluklarını tanıttı. Ayrıkvadiye imparatorluğu tanıtan Etessardı. İnsanlar, elfler ve cüceler bu eskinin çorak topraklarında kurulan imparatorluğa biraz şüpheyle baktılar. Bunun olacağını bilen Melkor, fermanında tüm kralları, verilecek olan büyük ziyafete davet etti. Bu davet sayesinde, binlerce yıldan beri sürmekte olan orklar ve diğer ırklar arasındaki soğukluğu bir nebze olsun gidermeyi düşündü. Elindeki en büyük kanıtlarından biriside huzur vadisiydi. Elfler için yeşil çok kutsal bir renkti ve dünyada bitmeye yüz tutmuş ender güzelliklerden birisiydi, Huzur vadisi. Gargas liderliğindeki bir grup avcı asker, doğruda Khand yakınlarında vahşi hayvanları avlıyor ve Rhûn diyarının et ihtiyacını karşılıyordu. Myrjala ise, bir grup orka, daha önce kutsal diyarda görmüş olduğu sebze yetiştirme yöntemini öğretmeye çalışıyordu. Orkların etten başka yediği bir besin yoktu ve sebze türü otlarla araları iyi değildi. Bu iyileştirilmesi zor bir alışkanlıktı. O yüzden hissettirmeden, dağıtılan yemeklerde bol sebze veriliyordu. Cücelerin çeşme yapmayı öğrettiği orklar, şehrin belirli yerlerine aralıklarla su fıskiyeleri inşa ediyorlardı.
Odasında düşünüyordu, Melkor. İçindeki şüphe gittikçe büyüyor, ama bir türlü bu duyguya anlam veremiyordu. Rhûn diyarının şah kalesinin en üst odalarından birinde kalıyordu ve onun için tüm vadiyi izleyebileceği bir balkon yapılmıştı. Güneşin en kavurucu anında bile şehir dinamik bir şekilde çalışıyordu. Vadinin doğu tarafında ise Gargas ve birlikleri sıkı bir eğitim alıyorlardı. Saray muhafızları olarak yetiştirilen özel birlikler ise Flütün emrindeydiler. Flüt, gerçekten şu ana kadar gördüğü en ilginç orktu. Dişi olmasının yanında, mükemmel sesi ile askerlerini coşturuyordu. Bu sesi daha önce hiçbir elfte görmemişti. Yavannanın şarkı söylemesi kadar güzeldi. Tasarılarında ona çok iş düşecekti. İleride ona yükleyeceği çok önemli sorumluluklar olacaktı. Bunların en önemlilerinden biride, bir intikam meselesi idi ve Flütün bu konuda Melkora büyük yardımı dokunacaktı. Düşmanı, müziği çok severdi ve Flüt bu konuda çok yetenekliydi. Her şeyi düzelteceğine dair söz vermesine rağmen, intikam duygularını bastıramıyordu. Doğallığımın bir göstergesi diye içinden geçiriyordu.
***
Rhûn diyarından, batıya kutsal topraklara uzanıyor... Valinor, kutlu diyara... oradan yükseklere, karanlık salonlarında oturan iki kardeş valaya uzanıyoruz.
Uzun boylu ve daima siyah giyinmeyi seven vala, içindeki ihtirasları haberin gelmesiyle beraber kardeşine açıklamaya başladı;
- Ateşim. Geçen gün, Anbanakar, bana uğradı ve bir konu hakkında çok önemli bilgi verdi. Anbanakarı bilirsin, Mandosun hükmünden daima korkmuştur ve ona her şeyi açıklamaz, açıklayamaz. Hele bu son olaydan sonra ebediyen konuşamaz.
Masadaki altın kadehten şarabını yudumlayan ateşli kardeşi, ateş dolu gözlerini abisine çevirdi;
- Nasıl bir haber bu, abi ? Anbanakarı bende tanırım, ama Mandosun hükmünden korkmasına neden olabilecek olay nedir?
- Söylediğine göre Babamız, Melkoru serbest bırakmış. Konuşmalardan anladığı kadarıyla, yaptığı tüm hatalar için özür dileyip, bunları düzeltmek için bir şans istemiş.
- Vermiş mi? diye sordu heyecanla ateş gözlü kız kardeşi.
- Evet. Vermiş ve onu Orta Dünyaya geri yollamış. Valinorda bahsedilen ve adından övgüyle söz edilen bir ork kralı var ya... Darkmenathar. Darkmenathar, Melkor olmalı kardeşim...
Ateşli gözleri daha bir alevlenen kız kardeşi;
- Bazı özel güçleri olduğu söylenmişti. Darkmenathar, o olsa bile... duraksadı ateş gözlü kardeşi.
- Gücümüz yetmez mi diye düşünüyorsun ? diye soru abisi, düşünceli bir ifadeyle.
- Biliyorsun. Bir zamanlar en kudretliydi ve gerçek gücünü kimse tahmin edemez, ama bu ne yapmak isteyeceğine bağlı.
- Anbanakarın konuşmalardan duymuş olduğu bir şey daha var. Orta Dünyaya dönmesine izin verildi ama güçlerinin büyük bir bölümünü kullanamamak koşuluyla.
Gözleri iyice alevlenen Ateşli kardeş;
- Ne yapmayı planlıyorsun Abi ? Daha o olduğuna emin bile değilken.
- Düşünüyorum, ateşim... düşünüyorum? Şimdilik kimseye bir şey söylememeni istiyorum senden. Ork kralı eğer oysa, geçmişte bizlerin kaybettiği değerleri, onunda kaybetmesini istiyorum. Kötülüklerinden dolayı, mağdur olanlar ne kaybetmişse, oda onu kaybedecek.
Vahşi vala olarak bilinen ateşli kız kardeşin abisi, karanlık salonlarında ne yapması gerektiği hakkında derin düşüncelere daldı.
***
Elminster, efendisinin konağında, kralıyla geçmiş zamanlar hakkında konuşuyordu.
- Efendim, bu konular hakkında konuşmak istemediğinizi biliyorum ama geçmişte yaşanmış acı hikayeler hakkında bilgi sahibi olmak ve bunları neden yaptığınızı öğrenmek istiyorum.
Melkor, ağlamaklı gözlerini ona bakan orka çevirdi:
- Biliyormusun, Dünya neden böyle. Biz neden varız. Bir vala olmama rağmen... hadi valayı bırak. İnsan, elf, cüce, ork, ent, maiar ve valar. Hepimizin ortak bir özelliği var. Duygularımız... aşk, sevgi, nefret, kin, kıskançlık, kötülük, iyilik, ihtiras ve pişmanlık. Anlayacağın, hepsi bizler için olan şeyler. Bastıramadığımız duygular, bize her şeyi yaptırır. İnsanların çok güzel bir deyimi vardır. Gözü hiçbir şey görmez diye. Benimde gözüm hiçbir şeyi görmedi. Sevdiğimi alamayınca, mutlu olamayınca, kimsenin beni sevmediğini görünce, dünyadaki en nefret edilen varlık olunca... inan bana bunu değiştiremezsin. İstesen bile değiştiremezsin. Hayatımda, birinden başka kimseyi sevmedim şu ana kadar. Aşk, bana sevdiğimi alamayınca, bende sevenleri ayırmak için elimden geleni yaptım. İhtiras, emellerime ulaşmamı sağladığında, emellerimin hiçte umduğum gibi çıkmadığını anladım. Nefret, karşımdakini öldürür sandığımda, aslında beni öldürdüğünü anlayamadım. Kıskançlık, bu basit görünen duygu bile, benim sonumu hazırlayan en önemli unsurlardan birisi oldu. Sizi yaratmama neden olan unsurlardan birisiydi. Kin, sevgimi verdiğimden karşılığını alamayınca, onun sevdiklerine karşı güttüğüm duyguydu. Bu duyguda, sevdiğimin benden daha fazla nefret etmesine ve sevdiklerini daha fazla sevmesine neden oldu. Pişmanlık, beni, benim bildiğim halde görmezden gelerek seven kişiye, sevgisinin karşılığını vermediğimden dolayı oluştu. Biliyor musun... bazen bunlar galiba olmalıydı diye içimden geçirdiğim oluyor. İyi ile kötünün savaşı en başından beri vardı. Olmalıydı da. Ben olmasam, kesinlikle bir başkası olacaktı. Ben, bana biçilmiş rolümü oynadım. Yaptıklarım tabi ki benim hatalarım. Bunun için ne kadar af dilesem az gelir. Yaptığım bunca kötülükten sonra ne anladım biliyormusun. Kötülüğün, bütünlüğün bir parçası olduğunu. Kötü olan şeyler olmadan iyiliğin güzelliğinin anlaşılamayacağını. Oluşturulan bir olgunun çok kolay bozulup, bozulan bir olgunun yeniden yapılmasının ise mümkün olmayacağını. Bu dünyada herkes kendine biçilen rolü oynuyor, Elminster. Bazıları dünyada hâlâ iyiliğin olduğunu düşünüp bu uğurda canını veriyor. Bazıları ise, ki buna zamanında bende dahildim, iyi olan her şeyden nefret edip onu bozmakla uğraşıyor ama ne için yaptığını kendiside bilmiyor. Belki de egosunu tatmin ediyor ve ölüm anı yaklaştığında yaptıklarının kendisine ne kazandırdığını ve kaybettirdiğini görüp büyük bir pişmanlık içinde ölüyor. Ölümsüzlüğü sırf bu yüzden sevmem ben. Hayatta yaptıklarımın muhasebesini en iyi ölüm anında yapabileceğimi düşünmüşümdür daima. Doğrumu yapmışım, yanlış mı yapmışım diye. Sonsuza kadar hapis kalmakta ölüm gibi bir şeydi aslında ama yavaş yavaş anladım. En başlarda kinimi iyi olan her şeye karşı daha da büyüttüm. Bunun bir fayda getirmeyeceğini... ancak yüzyıllar sonra anlayabildim. İşte, benim için ölüm anı o andı. Yaptıklarımı tartmama neden olan an. Yaptıklarımın bana neler kazandırıp, neler kaybettirdiğine neden olan, o andı. Yapmış olduğum her şey, ama her şey gözümün önünden geçip gidiyordu. Neler kazandığıma baktığımda, nefret ve kötü duygulardan başka hiçbir şey göremedim. Bir tarafta ise neler kaybettiğim vardı. Sevgi, Elminster !!! Bu dünyadaki en önemli duyguyu, sevgiyi kaybettiğimi anladım, ki gerisinin benim için hiçbir önemi yoktu. Birisi tarafından ölesiye sevilmek, o kadar güzel bir şey ki, kelimelerle tarif edilemeyecek bir duygu olsa gerek. Benim seçtiğim ise, ölesiye nefret edilmek oldu ki bu duygunun nasıl bir şey olduğunu sakın bana sorma ? Bir valayı bile korkaklaştıran bir duygu bu.
Melkor, ağlamaklı gözlerini göklere kaldırdı;
- Bu duyguyu bana tattırıp, pişmanlığımı açığa çıkarmamda yardım edene minnet duygularımı sunmak, boynumun borcu olmuştur. Affedin beni, bütün yaptıklarım için.
Elminster, efendisinin gözlerindeki pişmanlık ifadesini görmüştü. Valar, onların gözüne ulaşılmaz gözükse de, onlarında diğer canlılar gibi duyguları vardı. Bunu tam anlamıyla daha yeni anlıyordu. Diğer bir düşünceli ifade takınan Flüt ise, konuşulanlara istemeden de olsa kulak misafiri olmuştu. Kendini tutamadı ve ağlamaya başladı, efendisi için. Ağlarken, tüm duygularına tercümân olacak melodiyi, yeni yaptığı ve çalmasını cüceşahtan öğrendiği kavalından çıkarmaya başladı. O kadar güzel bir şekilde çalıyordu ki, çıkan ses mükemmel bir ahenk içindeydi. Sanki yaptıklarının pişmanlığını anlayan bir varlığın, yaptıkları için af dilemesi, haykırması, ağlaması ve yazgısıydı. Bütün konak dinliyordu, kavalın sesini. Kavalın sesini duymuş olacak ki, gökyüzü de bulutlarına fısıldayıp, onlarında ağlamasını sağladı. Sanki çıkan yıldırımlar, affedermiş gibi göz kırpıyor, Rhûn Diyarının Şah Kalesinde oturan Melkora sesleniyordu. Flütün, beyaz nur dolu yüzüne baktığında, galiba bir şeyler başarmış olmalıyım diye geçiriyordu aklından Melkor. Çünkü ona bakan yüz senide ölesiye seven var dermiş gibi haykırıyordu. Nur yüzlü, kızarmış yüzünü indirmeden, Melkor indirmişti yüzünü, daha fazla bakamayacağını anladığında.
***
Günler haftaları, haftalar ayları kovalamaya başlamıştı. Rhûn Diyarının Şah Kalesinde verilecek olan büyük ziyafet günü gelip çatmıştı. Kalenin büyük salonundaki tüm hazırlıklar tamamdı. Bu davete tüm krallar davet edilmişti. Gondor kralı Aragorn ve müstakbel eşi Arwen, Rohan Kralı Eomer, Moriadan Cüceşah, Ayrıkvadiden Elrond ve oğulları, Lorien ormanlarından Galadriel ve Celeborn, Kuyutormandan Legolas, son olarak ta ismini bir çok defalar duyduğu Ak Gandalf, seçkin davetliler arasındaydı. İçlerinde en çok Gandalfı merak ediyordu, Melkor. Anlarsa, o anlardı gerçek kimliğini bir maia olduğundan dolayı. Lakin bunu da düşünmüştü.
Davetlilerden ilk olarak Galadriel ve eşi Celeborn gelmişlerdi. Her ikisi de kalenin en üstüne monte edilmiş mücevherleri görmüş ve hayertler içinde kalmışlardı. Anlamıştı, Melkor, düşündükleri Feanorun mücevherleri olmalıydı. Konaktan içeri giren davetlilerden Galadriel ile Melkor göz göze geldiler. O kadar dikkatli bakıyordu ki, Melkor, bir an gerçeği anlamış olacağını düşünmeye başladı.
- Merhaba, Efendi Darkmenathar. diye söze başladı, Celeborn.
- Hoş geldin, Lorien ormanlarının kralı Celeborn, davetimiz kabul ederek bize şeref getirdiniz. Sizde hoş geldiniz, hanımım. diye içten bir cevap verdi, Melkor.
- Daha önce, halkınız gibi bize çok benzeyen bir ork halkı görmemiştim. Şaşırdım doğrusu.
- Bunun için haklı sebepleriniz olduğunu biliyorum. Neden büyük salonumuza geçmiyoruz, orada detaylı bir şekilde görüşebiliriz bu tür konuları. Flüt, konuklarımızla senin ilgilenmeni istiyorum.
- Peki, kralım.
Galadriel, Flüte bakıp şaşkınlığını gizleyememişti ve aralarında içten bir samimiyet başladı, büyük salona beraber yürürlerken.
Davetliler birer birer gelmeye başladı. Gondor kralı Aragorn ve eşi Arwenin gelişleri çok görkemli olmuştu. En son Gandalf îcap etti davete. Gandalf ile Melkorun karşılaşması herkesin gözü önünde olmuştu. İkisi de içlerinden gözleriyle konuşuyorlardı.
- Misafirperverliğiniz mükemmel, efendi diye içtenlikle söze başladı Gandalf.
- Hoş geldin, Ak Gandalf. Sizden övgüyle söz edildiğini duydum tüm diyarlarda.
Gandalf, Melkoru kısık gözlerle inceliyordu. Bunu hisseden Melkor, hiç bir şey olmamış gibi davranmaya çalışıyordu. Bütün davetliler, onlar için hazırlanmış olan masalarına oturdular.Kral ve kraliçeler için salonun tam ortasında büyük yuvarlak bir masa kurulmuştu. Herkes yerine oturduktan sonra, Flüt, günün önemini anlatan bir şiir okudu;
Elfler, cüceler, insanlar hoş geldiniz.
Soframızı onurlandırarak sefalar getirdiniz.
Bugün barışı kurmaktır, yegâne amacımız.
Orklar, artık düşman değildir, sizin dostlarınız.
Gondor kralı Elessar, hükümranlığınız kutlu olsun.
Valar, krallığınızı düşmanlarınızdan korusun.
Ayrıkvadili Elrond, tarihtir kendisi,
Batıya gidecek olmakla üzüyor hepimizi.
Ormanların hanımı altın saçlı Galadriel,
Güzelliği dilere destandır, herkes bilir, tüm el.
Kuyutormanın reisi okçu Legolas,
Bir daha ok kullanmasına, umarım gerek kalmaz.
Rohandan yükseldi zaferin ayak sesleri,
Bu Rohirrimin atlı kumandanı ve kralı Eomerin zaferi
Cüceleri temsilen gelen Cücelerin şahı,
Zanaatında mükemmel, gözlerinizin önünde konağımızın şanı.
Geldik, beyaz sakallı ak maiaya
İyi ki varsın, tüm dualarımız, seni yaratan Eruya.
Şiir bittikten sonra herkes ayakta alkışladı, Flütü. Yerine, kralının yanına oturdu. Melkor ayağa kalkarak misafirlere hitaben;
- Uzak diyarlardan gelen kadim dostlarımız...
Bir anda içeriye, nöbetçi girdi. Çok telaşlı bir hali vardı. Nefes nefese, yutkunduktan sonra;
- Kralım, buraya doğru bir ordu geliyor.
***
Karanlık salonlarında konuşan iki vala; âbi ve kız kardeş, harekete geçmeye karar verdiler.
- Ateşim, birliklerimiz hazır. Eğlenmeye gidiyoruz. diye her zamanki hareketlerini yapmaya başladı. Avuçlarını okşuyor ve yüzüne sürüyordu. Valinorda onun yaptığı bu hareketin tek bir manası vardı. Savaş.
- Bilmiyorum, Abi. Doğru yaptığımızı sanmıyorum. Melkor, her ne kadar hak ediyor olsa da onun cezası verildi.
Abisini, yapacaklarından vazgeçirmeye çalışan ateşli kız kardeş, bunda başarılı olamayacağını kendisi de bildiği halde yinede devam ediyordu. Abisi ise öfkesinden daha şiddetli bağırmaya başladı. Sesi âdeta hırıltı şeklinde çıkıyordu.
- O, sevdiklerinin ölümünü gördü mü hiç? Ya da kaybettiklerinin? Oda bunları tadacak, acı bir şekilde. Uğraşıp yaptıklarının, bir anda sırf zevk uğruna yıkıldığını oda görsün. Sakın beni yolumdan döndürmeye çalışma, kardeşim. Benimlemisin? Değilmisin?
Bu sorunun cevabını soran, zaten biliyordu. Amacı, ateşli kardeşinin ateşini ortaya çıkarmaktı.
- Sorunun cevabını, tabi ki biliyorsun Abi. Seni bugüne kadar bırakmadım, bırakmamda.
- İyi o zaman, ateşim. Yıkım neymiş görücek, Morgoth. Anemona haber ver. Guenonu serbest bıraksın. Oda bizimle geliyor. Hıı, bu iş zevklerine hitâp ediyor çünkü.
Kız kardeş, abisine Guenonmu !!! der gibi bir bakış fırlattı ve gülmeye başladılar.
***
- Kralım buraya doğru bir ordu geliyor. diye bağırdı nöbetçi.
Birden salonda bir panik havası esmeye başladı. Neye uğradığını şaşıran misafirler, bunun bir ork saldırısı olabileceğini düşündü, Melkor ve Gandalf dışında. Göz göze gelen ikiliden Gandalf;
- Measse
Melkor ise;
- Makar
dedi. Ateşli kardeşler olarak bilinen barbar Valalar önlerinde bir orduyla, Rhûn Diyarının Şah Kalesine hızlıca ilerliyordu...
7- BELEGÛR (Son)
Etrafta ne olduğunu hâlâ anlayamayan bir çok kişi vardı.
- Herkes mahzenlere. Gargas, birliklerine söyle tüm halkı büyük konakta toplasın. Beş dakikan var, çabuk oooolll. Etessar, okçuların hepsi yerlerini alsın. Tüm kadınlar, mahzenlere.
Etrafa emirler veriyordu, Melkor. Bu sırada Aragorn ve arkadaşları çoktan hazır olmuşlardı. Tüm halk oluk oluk mahzenlere akmaya başlamıştı.
- Dostlarım, sizden savaşmanızı isteyemem. Mahzenlerden bir kaçış yolu var. Siz oradan gidebilirsiniz. diye öneride bulunuyordu, Melkor.
- Yoo, dostum, Sizi böyle bırakmak olmaz. Yeni kurulmakta olan dostluğumuz, daha da sağlamlaşsın. Omuz omuza sizinle savaşacağız. dedi, Aragorn, yanındaki arkadaşlarına göz gezdirip.
- O zaman, Dostluğaaaaaaaaa. diye söyledi, Melkor.
Tüm kadınlar ve halk, Flüt, dâhil mahzenlerde toplanmıştı. Flüt savaşmak istemiş, ama Melkor, buna izin vermemişti. Ağlayarak mahzenlere indi, oda. Tüm birlikler yerlerini almış, halk mahzenlerde toplanmış, Gandalf Aragorn ve Melkor, en dış surlarda, onlara doğru gelmekte olan koca orduyu bekliyorlardı.
Melkor, ordunun en önünde yürüyen yaratığı hatırlamıştı. Kadim zamanlardan, öfke savaşında savaşmasına izin vermediği ufak bir balrog olan, Guenondu. Şimdi ise inanılmaz boyutlara ulaşmış, alev saçan bir hâle bürünmüştü. Demek ki savaştan sonra Makar, onu bulmuş ve yanına almıştı. İyicene sinirlendi, Melkor. Ondan başka bir takım Maiarda ordunun içinde vardı. Ateşin temsilcisi olan Maiardı bunlar. En büyük özellikleri uçabilmeleriydi. Vaların zamanında, Melkorun yaratmış olduğu ejderhalar kadar güçlü olmasa da onlara karşı rakip olabilecek Maiardı bunlar. Ejderhalar gibi uçabilir ve ağzından ateş çıkarabilirdi. Ordunun, büyük bir bölümünü ise orklar oluşturuyordu. Büyük ihtimalle Dumanlı dağların orkları olmalıydılar.
- Efendim, bunlar Gorgorothun orkları, kıyafetlerinden tanıdım. dedi, büyük bir sinirle, Gargas.
Başıyla onayladı, Melkor. Askerleri büyük bir nizâm ve hız içinde surlardaki yerlerini aldı.
- Askerlerim. Düşmanımızın görmüş olduğunuz Ateşli yaratıklarının tek bir zayıf noktası var, DİRENÇ. Sizden bunu istiyorum. Diğer kardeşlerinize gelince, hayatta herkesin, tek bir şansı olur bazen. Kullanır veya kullanmaz. Onlar kullanmadılar ve kaybettiler. Koruyun kalenizi !!!. Korkmayın kimseden, yanınızda olduğum sürece bizi hiçbir güç yenemez. Bu savaşı, kendimiz için, halkımız için, geleceğimiz için ve tüm dünya için yapıyoruz. Gazap içiiiiiiiiiiiinnnn.
Sesi âdeta bir gök gürlemesini andırıyordu, Melkorun. Parlayan kılıcını kınından çıkarıp düşmanı beklemeye başladı. Tüm ordu galeyana gelmişti. Düşman iyice hızlanmaya başladı. Aralarından bir maia hızlıca kaleye doğru uçmaya başladı. Üzerlerine âdeta ateş kusup yükselmeye başladı. Bir, iki, üç derken kalenin etrafını iyice sarmaladı tüm maiar. Melkor, okçularına emir verdi ve oklar havada uçan yaratıkları tâkip etti.. Melkor, askerlerini cesaretlendirmek için dış surlarda savaşıyordu. Guenon, dış sura iyice yaklaşıp, suru yıkmaya başldı. Bunu gören Melkor, belegûr adına durmanı emrediyorum diye bağırıp balrogun önüne surlardan atıldı. burdan aslâ geçemezsin diye onu önlemeye çalışıyordu. Aralarında büyük bir dövüş başladı.
Balrog ile dövüşen Dakmenatharı, kendi hallerine bırakan Aragorn komutayı kendine aldı. Okçulaaar atın diye bağırıyor bir yandan da üzerlerine gelen ateşlerden korunmaya çalışıyorlardı. Legolasın keskin oklarından birisi bir Maianın tam başına geldi ve surların içine düştü. Kendine gelmesi fazla sürmeyen Maia, hızla surlarda siper vaziyetinde bulunan orklara saldırdı. En azından on beşini bir anda öldürmüştü. Bunu gören Gandalf, uçan maialara büyü atmayı bırakıp hızla dış sur ile orta sur arasında bulunan maianın yanına, onu durdurmaya gitti. Gandalfın ona doğru koşmakta olduğunu gören, ateş maiası elini açmasıyla bir anda beliriveren baltasını kullanarak ona doğru bir hamle yaptı. Gelen hamleyi zorda olsa kılıcıyla savuşturan Gandalf, âsâsını maianın tam gövdesine soktu. Soktuktan sonra asasından çıkan mavi ışık, maia sırf ateş olmasına rağmen açıkça gözüküyordu. Tiz bir çığlık atan maia, yere düştü ve oracıkta kaldı. Düşman ordusu surlara tam olarak yaklaşmıştı ve gedik açmaya çalışıyorlardı, lâkin kolay değildi. Çok sağlam yapılmışlardı ve dış surun kalınlığı yirmibeş karıştı. Bir yandan Balrogla mücadele eden, Melkor, bir yandan da ona saldıran orklarla baş etmeye çalışıyordu. Elminster, attığı oklarıyla efendisini ona doğru gelen orklardan korumaya çalışıyordu. Balrog, en önemli silahını, kırbacını çıkardı ve Melkorun bedenini sarmaya çalışıyordu. Melkor, ise defalarca kılıcıyla yaralamasına rağmen, balrogta en ufak bir acı belirtisi görmüyordu. Guenon defâlarca, kırbaç darbeleri indirmeye çalışıyor, bunda da bazen başarılı oluyordu. Gelen kırbaç darbelerinden korunmaya çalışan, Melkor, her bir kırbaç darbesinde daha bir sinirle savaşıyordu. Ayağına büyük bir darbe aldı, Guenon ve acılar içinde haykırmaya başladı. İlk defa bu kadar zor duruma düşmüştü ve can havliyle son silahı olan baltasını çıkardı. Elinde iki silah bulunan düşman, hızla rakibine bir hamle yaptı. Tam üzerine inen balta darbesinden sıyrılan, Melkorun kırbaç darbesine yapabileceği hiçbir şey yoktu ve şiddetli bir şekilde surların duvarlarına çarptı. Çarpmayı şiddetli bir haykırma izledi ve ağzından çıkartmış olduğu ışık, balrogu yolundan çekermiş gibi arkaya düşürdü. Neye uğradığını şaşıran balrog, ayağa kalkarak tüm gücüyle baltasını Melkorun tam üzerine doğru savurdu. Işığı delip geçen balta, Melkorun tam üzerine, gövdesine saplandı. Haykırmalar, yerini feryâda bıraktı. Gözünden yaşlar gelmeye başlayan Melkor, ona doğru bir çift elin gelmekte olduğunu gördü. Kraliçesinin elleriydi, bu nârin eller.
Geçmişte bir yolculuğa hazırlandı. Yelkenler foraaaa diye bağırdı zihni ve anı denizinde yol almaya başladı. Tüm yaptıkları bir bir gözleri önüne geliyordu. Bütün canını aldıkları ruhlar ona bakıyordu. Kimler yoktu ki diye söylendi bir ses. Thingol, Feanor, gözüne batan ruhlardandı. Ve daha niceleri... Kutsal ağaçları gördü. Tüm ihtişamlarıyla sanki yeniden dirilmiş gibi, ona bakıyordu o mağrur gözleriyle. Lokumdalın gözlerine benziyordu, kutsal ağaçların gövdesi kalın, olanının. Süzülüp gittiler ve hemen arkasından karanlığa gönüldü her taraf. Korkmuştu, karanlıktan ilk defa bu kadar, kalbiyle buğz etti, bu durumu, karanlığı, hiçliği. Karanlık, yerini alacakaranlığa bırakmaya başladı ve ormanların eski muhteşem huzur veren görüntüsüyle, kinin aktığı ve hayat sularını içtiği görüntüsü, biri sağından, biri solundan olmak üzere yanından süzülüp geçti ve oradaki hüzün ve huzuru bir arada hissetti. Alacakanlığa alışmış olsa gerek, ışığın âni gelişiyle gözleri kamaşmıştı. Güneş, ilk defa dikkatli olarak bakmış ve güzelliğine hayran kalmıştı. Vananın gözyaşları, ona az önce geçmiş olan kutsal ağaçları aklına getirdi. Kendisi, ağaçların yaratılmasına ve yok edilmesine, Vananın akan gözyaşlarına ve onun oluşturduğu güneşe sebep olmuştu. Kendi deyimiyle bana biçilmiş rolü oynuyorum der gibi, düşündü içinden. Güneşte, sanki akşam olmuş gibi birden battı denizin içine, anı denizinin içine. Süzülmeye devam etti ve ufukta Utomno gözüküyordu. İçini, bir korku ve tiksinti kapladı. Halbuki kendi kalesiydi... bir zamanlar. Onun için açıldı kalenin o koca ve hantal kapısı, sanki ölüme hoş geldiniz der gibiydi. O pis sırıtışı, kapı olmasına rağmen o kadar çok belli oluyordu ki, içini nefret kapladı, kapıya, monte edildiği kaleye ve sahibine... Kendinden nefret etmeye başlamakla beraber, bir ses hayır aşkım, kendinden asla nefret etme. Yaptıklarından nefret etki, ders alasın diye ona öğütte bulunuyordu. Kraliçesinin sesiydi, bu. Nasıl tanımazdı ki, yasların kraliçesinin sesini. O içine huzur veren sesi en son, üç çağ boyunca hapis kaldıktan sonra af dileyip serbest kalmasına neden olan konuşmasında ki o sesi, nasıl tanımazdı. Ses gittikçe uzaklaşmaya başladı ve kendini bir anda kalenin içinde buldu. Sırıtkan kapıda arkasından kapanmıştı. Yine bir karanlığa gömülmüştü. İçeriden, tarifi imkansız iğrenç sesler geliyordu. Kulaklarını kapatmayı denedi ama nâfile... nâfile... nâfile... Hiçbir yararı yoktu ve demek ki bu sesleri duymalıyım diye düşünüyordu. Düşünmesine rağmen düşündükleri kalenin duvarlarında yankılanıyordu. Aşağılardan, taaaa aşağılardan işkence sesleri geliyordu kulaklarına. Kendini bir anda seslerin geldiği odada buldu. Pis ve rutûbetli bir odaydı ve karanlık değil, alacakaranlıktı. Alacakaranlığa neden olan ise işkence gören elfin parlayan, fakat gitgide parlaklığını kaybeden yüzüydü. Elfi, Elaindor diye seslendi bir ses. Elaindor adlı elf, odanın ortasına dikilen bir kazığa bağlanmış ve işkence görüyordu. Kötü büyüler etrafında dolanıyor ve iğrenç çığlıklar atarak yüzündeki ışığın biraz daha solmasına neden oluyordu. Elfin tam kafasının üstünde bir el belirdi ve saçlarını koparmaya başladı. Kopardıkça elften inanılmaz çığlıklar çıkıyor, öldür beni, öldür beni diye bağırıyordu. Saçlarının birçoğu koparılmış yarı kel yarı tek tük saçlı elf artık bu acılara daha fazla dayanamamış ve bayılmıştı. Saçları koparan el aşağıya yüzüne indi ve yüzünü tutmasıyla, kararıverdi. Bana ne kadar nefret duyuyorsan, diğerlerine de o kadar nefret duyacaksın, oğlum diye yarı baygın elfe emirler veriyordu, görünmeyen bir varlık. Ama bu korkunç olayı izleyen Melkor, kendini izlediğini biliyordu. Lâkin o zaman göremeyipte, şimdi gördüğü bir ayrıntı dikkatini çekti. Elaindorun ruhu yükselmeye, göklere uçmaya başladı ve "
|
| |
Oturum Aç
|
Henüz bir hesabınız yok mu? Yeni bir tane yaratabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yöneticisi, yorum yönetimi ve kendi adınızla yazı girişi gibi imkanlardan faydalanabileceksiniz.
|
|
[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]
Re: MELKOR (Belegûr) II (Puan: 1) Gönderen ELENTARY (elentary@mynet.com) Tarih: Mayıs 09, 2003 - 09:48:53 (Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder) | ikinci bölüm yayınlandı sen kaçırdın galiba....ama belki cihan onu tekrar yollamıştır.... |
[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]
- Yoo!! Gönderen hmtekin Tarih: Mayıs 09, 2003 - 13:17:46
- Re: Yoo!! Gönderen ELENTARY Tarih: Mayıs 09, 2003 - 13:29:13
Re: MELKOR (Belegûr) II (Puan: 1) Gönderen rundmc1982 (rundmc1982@yahoo.com) Tarih: Mayıs 09, 2003 - 14:04:26 (Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder) | DOSTLARIM BÜYÜK DİVAN, YARIM KALDI. NEDEN DERSENİZ MAYIS AYI SONU SINAVLARIM VAR VE ONLARA ÇALIŞIYORUM BU ARALAR. ANCAK BİKBUÇUK AY SONRA TAMAMLAYABİLECEĞİM HER HALDE. YARISI HAZIR AMA TAM OLMASI LAZIM :) (hehehehehehe) |
[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]
|