Oturum Aç
|
Henüz bir hesabınız yok mu? Yeni bir tane yaratabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yöneticisi, yorum yönetimi ve kendi adınızla yazı girişi gibi imkanlardan faydalanabileceksiniz.
|
Önceki Yazılar
|
Mart 21, 2013 - 08:08:57 · Kızıl Yolculuk (1)
Kasım 07, 2012 - 16:17:32 · Bitmemiş Öyküler Çıktı (10)
Kasım 07, 2012 - 16:00:58 · Rohan ve Türk Benzerliği Üzerine (0)
Kasım 07, 2012 - 15:56:46 · Hobbit Fragmanları (0)
Aralık 21, 2011 - 08:18:56 · Hobbit Trailer (0)
Ekim 10, 2011 - 10:09:41 · Orta Dünya Tarihi: Kayıp Yol ve Diğer Yazılar (2) (0)
Haziran 13, 2011 - 10:37:47 · Orta Dünya Tarihi: Kayıp Yol ve Diğer Yazılar (1) (5)
Haziran 13, 2011 - 10:34:53 · Hobbit Vizyon Tarihleri ve Isimleri Açıklandı! (0)
Haziran 13, 2011 - 10:18:39 · Oyun Fikirleri (2)
Aralık 03, 2010 - 08:08:20 · BBC Tolkien röportajı (0)
Kasım 22, 2010 - 11:15:26 · The Hobbit icin Gazete Ilani (2)
Ekim 22, 2010 - 11:31:19 · Hobbit oyuncuları (10)
Ekim 13, 2010 - 09:27:41 · Yüzüklerin Efendisi'nin Sırrı Ne? (2)
Haziran 02, 2010 - 07:54:36 · HOBBİT TEHLİKEDE (4)
Nisan 06, 2010 - 09:13:39 · Muhiddin-i Arabi'nin Eserleriyle Lotr ve Silmirallion'a Bakın (5)
Nisan 06, 2010 - 09:13:33 · Gölgelerin İçinden (0)
Ocak 19, 2010 - 08:58:13 · Born of Hope. LOTR Fan Filmi (11)
Ocak 08, 2010 - 15:45:13 · Hobbit'le İlgili Bazı Sorular (0)
Ocak 08, 2010 - 15:44:59 · Mucizeler Savaşı (6)
Ocak 08, 2010 - 15:44:38 · LOTR Filmlerindeki Sinir Bozucu Sahneler (18)
Eski Yazılar
|
|
Hikayeler: MELKOR (Belegûr) 2/2
Yayınlanma tarihi Mayıs 01, 2003 - 10:29:47 Gönderen ringmaster |
|
rundmc1982 göndermiş "Merhaba YüzükSever Dostlar, hikayemin son kısmını buradan okuyabilirsiniz. Aklımda belirginleşen savaş sahnelerini olabildiğince anlatmaya çalıştım. Kopya çekmedim değil, iki kule filmini defalarca izledim ve ortaya böyle bir tablo çıktı. Umarım beğenirsiniz. Yorumlarınızı bekliyorum. Bu hikayeden sonra üzerinde çalıştığım başka bir hikaye daha var. Yüzüklerin Efendisi romanı ile aynı zamanda geçen ve onunla alakalı bir hikaye. Unutmadan abla biraz geç oldu ama doğum günün kutlu olsun. Hikayemde emeği geçen herkese başta ELENTARY olmak üzere teşekkür ederim.
***
Melkor ile Nienna arasındaki bağ hakkında kısa bir hikayecik:
Dünyanın ötesindeki boşluklara kapatıldığından beri ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu, Melkor. Çünkü orada zaman yoktu... ışık yoktu... Tek başına her türlü ses ve simâdan uzak, çağlar boyu yalnızlığa mahkum edilmişti. Bir zamanlar sahip olduğu güç, kudretiyle başardığı işler çok geride kalmıştı. Oysa şimdi boşlukta tek yapabildiği geçmişi hayal etmekti. Ve birde her ses çıkarışında ona tüm gücüyle vuran Anbanakar.....
Beyaz karlarla kapı Taniquetilin eteklerinde bembeyaz karlar parlarken Ardanın efendisi Manwenin uzaklardan gelen iki konuğu vardı. Biri batı topraklarının en batısındaki konağından,diğeri de ölülerin salonlarından gelmişti. Taniquetilin zirvesindeki konağın, tüm Âman topraklarını gören büyük ve aydınlık salonunda bir araya gelen üç Vala uzun bir müddet konuştular. En son Mandos konuştu; Ardanın yazgısını şekillendirebilecek son sözü söyledi. Ve konuklar geldikleri gibi sessizce konaklarına geri döndüler.
Melkor, etrafını saran karanlıklar çölünde çıldırmak üzereydi. Bir zamanlar kendi silahları olan korkunç yalnızlık ve sessizlik şimdi deli ediyordu, onu.
Son zamanlarda Melkorun zihninde aniden parlayıp sönen ışıklar belirmeye başlamıştı. Melkor, bunu kendi zihninin oluşturduğu bir şey zannetse de; bu boşlukta oluşan tek şeydi. En son seferinde ışık gittikçe kuvvetlendi ve sanki tüm zamansız boşluklar bu ışıkla aydınlanmıştı. Işık gözlerinin daha rahat bakabildiği bir seviyeye geldiğinde, Melkorun karşısında kendisine bakan bembeyaz bir çift göz vardı. Melkor çok şaşırmıştı;Karşısındakinin kim olduğunu anlamaya çalışıyordu. Erunun yarattığı her varlıktan bir parça taşıyordu içinde. Bu sebeple bir şeyin bozulması, yok olması acı ve kederli olaylar onu hep üzmüştü. O, Ardada varolan her şeyin yasını tutardı dâima. Bir zamanlar Melkorun Ardaya verdiği zararlar en çok Niennayı üzmüş, ağaçlar için neredeyse Yavannadan daha çok yas tutmuştu. Ama onu tek etkileyen bu değildi. Erunun düşüncesinde Manwe ile eş olan bu Valanın böylesine kötülüklerle dolu olması da zihnini meşgul etmişti. Bu durumda belki de Melkorun düzelebileceğini düşünüyor, imkanı olursa bunun için çabalamak istiyordu. Bunu Eada başarabilecek tek kişi, oydu.
Yeterince düşündüğüne karar verince, Âmanın en batısında tek başına yaşadığı konaktan ayrıldı ve bu ayrılmalar birbiri ardına gerçekleşmeye başladı.
Nienna, Melkoru bu şekilde tüm valardan gizlice pek çok kez ziyaret etti. Her defasında uzun konuşmalar yaptılar kendi aralarında, ki bu Melkorun ihtiyacı olan melhemdi. Ve her seferinde Nienna, Melkorun düşüncelerini etkilemeyi pek çok kez başardı. Kendinde bulunan bilgelik ve sabrın pek çoğunu Melkora aşıladı. Böylece aralarında bilgelik, güç ve sabırdan doğmuş güçlü bir bağ oluştu. Bu nedenle Iluvatarın Melkorun affedilip hikayesini tamamlamasına izin verişi de gerçekleşti.
***
7- BELEGÛR (Son)
Etrafta ne olduğunu hâlâ anlayamayan bir çok kişi vardı.
- Herkes mahzenlere. Gargas, birliklerine söyle tüm halkı büyük konakta toplasın. Beş dakikan var, çabuk oooolll. Etessar, okçuların hepsi yerlerini alsın. Tüm kadınlar, mahzenlere.
Etrafa emirler veriyordu, Melkor. Bu sırada Aragorn ve arkadaşları çoktan hazır olmuşlardı. Tüm halk oluk oluk mahzenlere akmaya başlamıştı.
- Dostlarım, sizden savaşmanızı isteyemem. Mahzenlerden bir kaçış yolu var. Siz oradan gidebilirsiniz. diye öneride bulunuyordu, Melkor.
- Yoo, dostum, Sizi böyle bırakmak olmaz. Yeni kurulmakta olan dostluğumuz, daha da sağlamlaşsın. Omuz omuza sizinle savaşacağız. dedi, Aragorn, yanındaki arkadaşlarına göz gezdirip.
- O zaman, Dostluğaaaaaaaaa. diye söyledi, Melkor.
Tüm kadınlar ve halk, Flüt, dâhil mahzenlerde toplanmıştı. Flüt savaşmak istemiş, ama Melkor, buna izin vermemişti. Ağlayarak mahzenlere indi, oda. Tüm birlikler yerlerini almış, halk mahzenlerde toplanmış, Gandalf Aragorn ve Melkor, en dış surlarda, onlara doğru gelmekte olan koca orduyu bekliyorlardı.
Melkor, ordunun en önünde yürüyen yaratığı hatırlamıştı. Kadim zamanlardan, öfke savaşında savaşmasına izin vermediği ufak bir balrog olan, Guenondu. Şimdi ise inanılmaz boyutlara ulaşmış, alev saçan bir hâle bürünmüştü. Demek ki savaştan sonra Makar, onu bulmuş ve yanına almıştı. İyicene sinirlendi, Melkor. Ondan başka bir takım Maiarda ordunun içinde vardı. Ateşin temsilcisi olan Maiardı bunlar. En büyük özellikleri uçabilmeleriydi. Vaların zamanında, Melkorun yaratmış olduğu ejderhalar kadar güçlü olmasa da onlara karşı rakip olabilecek Maiardı bunlar. Ejderhalar gibi uçabilir ve ağzından ateş çıkarabilirdi. Ordunun, büyük bir bölümünü ise orklar oluşturuyordu. Büyük ihtimalle Dumanlı dağların orkları olmalıydılar.
- Efendim, bunlar Gorgorothun orkları, kıyafetlerinden tanıdım. dedi, büyük bir sinirle, Gargas.
Başıyla onayladı, Melkor. Askerleri büyük bir nizâm ve hız içinde surlardaki yerlerini aldı.
- Askerlerim. Düşmanımızın görmüş olduğunuz Ateşli yaratıklarının tek bir zayıf noktası var, DİRENÇ. Sizden bunu istiyorum. Diğer kardeşlerinize gelince, hayatta herkesin, tek bir şansı olur bazen. Kullanır veya kullanmaz. Onlar kullanmadılar ve kaybettiler. Koruyun kalenizi !!!. Korkmayın kimseden, yanınızda olduğum sürece bizi hiçbir güç yenemez. Bu savaşı, kendimiz için, halkımız için, geleceğimiz için ve tüm dünya için yapıyoruz. Gazap içiiiiiiiiiiiinnnn.
Sesi âdeta bir gök gürlemesini andırıyordu, Melkorun. Parlayan kılıcını kınından çıkarıp düşmanı beklemeye başladı. Tüm ordu galeyana gelmişti. Düşman iyice hızlanmaya başladı. Aralarından bir maia hızlıca kaleye doğru uçmaya başladı. Üzerlerine âdeta ateş kusup yükselmeye başladı. Bir, iki, üç derken kalenin etrafını iyice sarmaladı tüm maiar. Melkor, okçularına emir verdi ve oklar havada uçan yaratıkları tâkip etti.. Melkor, askerlerini cesaretlendirmek için dış surlarda savaşıyordu. Guenon, dış sura iyice yaklaşıp, suru yıkmaya başldı. Bunu gören Melkor, belegûr adına durmanı emrediyorum diye bağırıp balrogun önüne surlardan atıldı. burdan aslâ geçemezsin diye onu önlemeye çalışıyordu. Aralarında büyük bir dövüş başladı.
Balrog ile dövüşen Dakmenatharı, kendi hallerine bırakan Aragorn komutayı kendine aldı. Okçulaaar atın diye bağırıyor bir yandan da üzerlerine gelen ateşlerden korunmaya çalışıyorlardı. Legolasın keskin oklarından birisi bir Maianın tam başına geldi ve surların içine düştü. Kendine gelmesi fazla sürmeyen Maia, hızla surlarda siper vaziyetinde bulunan orklara saldırdı. En azından on beşini bir anda öldürmüştü. Bunu gören Gandalf, uçan maialara büyü atmayı bırakıp hızla dış sur ile orta sur arasında bulunan maianın yanına, onu durdurmaya gitti. Gandalfın ona doğru koşmakta olduğunu gören, ateş maiası elini açmasıyla bir anda beliriveren baltasını kullanarak ona doğru bir hamle yaptı. Gelen hamleyi zorda olsa kılıcıyla savuşturan Gandalf, âsâsını maianın tam gövdesine soktu. Soktuktan sonra asasından çıkan mavi ışık, maia sırf ateş olmasına rağmen açıkça gözüküyordu. Tiz bir çığlık atan maia, yere düştü ve oracıkta kaldı. Düşman ordusu surlara tam olarak yaklaşmıştı ve gedik açmaya çalışıyorlardı, lâkin kolay değildi. Çok sağlam yapılmışlardı ve dış surun kalınlığı yirmibeş karıştı. Bir yandan Balrogla mücadele eden, Melkor, bir yandan da ona saldıran orklarla baş etmeye çalışıyordu. Elminster, attığı oklarıyla efendisini ona doğru gelen orklardan korumaya çalışıyordu. Balrog, en önemli silahını, kırbacını çıkardı ve Melkorun bedenini sarmaya çalışıyordu. Melkor, ise defalarca kılıcıyla yaralamasına rağmen, balrogta en ufak bir acı belirtisi görmüyordu. Guenon defâlarca, kırbaç darbeleri indirmeye çalışıyor, bunda da bazen başarılı oluyordu. Gelen kırbaç darbelerinden korunmaya çalışan, Melkor, her bir kırbaç darbesinde daha bir sinirle savaşıyordu. Ayağına büyük bir darbe aldı, Guenon ve acılar içinde haykırmaya başladı. İlk defa bu kadar zor duruma düşmüştü ve can havliyle son silahı olan baltasını çıkardı. Elinde iki silah bulunan düşman, hızla rakibine bir hamle yaptı. Tam üzerine inen balta darbesinden sıyrılan, Melkorun kırbaç darbesine yapabileceği hiçbir şey yoktu ve şiddetli bir şekilde surların duvarlarına çarptı. Çarpmayı şiddetli bir haykırma izledi ve ağzından çıkartmış olduğu ışık, balrogu yolundan çekermiş gibi arkaya düşürdü. Neye uğradığını şaşıran balrog, ayağa kalkarak tüm gücüyle baltasını Melkorun tam üzerine doğru savurdu. Işığı delip geçen balta, Melkorun tam üzerine, gövdesine saplandı. Haykırmalar, yerini feryâda bıraktı. Gözünden yaşlar gelmeye başlayan Melkor, ona doğru bir çift elin gelmekte olduğunu gördü. Kraliçesinin elleriydi, bu nârin eller.
Geçmişte bir yolculuğa hazırlandı. Yelkenler foraaaa diye bağırdı zihni ve anı denizinde yol almaya başladı. Tüm yaptıkları bir bir gözleri önüne geliyordu. Bütün canını aldıkları ruhlar ona bakıyordu. Kimler yoktu ki diye söylendi bir ses. Thingol, Feanor, gözüne batan ruhlardandı. Ve daha niceleri... Kutsal ağaçları gördü. Tüm ihtişamlarıyla sanki yeniden dirilmiş gibi, ona bakıyordu o mağrur gözleriyle. Lokumdalın gözlerine benziyordu, kutsal ağaçların gövdesi kalın, olanının. Süzülüp gittiler ve hemen arkasından karanlığa gönüldü her taraf. Korkmuştu, karanlıktan ilk defa bu kadar, kalbiyle buğz etti, bu durumu, karanlığı, hiçliği. Karanlık, yerini alacakaranlığa bırakmaya başladı ve ormanların eski muhteşem huzur veren görüntüsüyle, kinin aktığı ve hayat sularını içtiği görüntüsü, biri sağından, biri solundan olmak üzere yanından süzülüp geçti ve oradaki hüzün ve huzuru bir arada hissetti. Alacakanlığa alışmış olsa gerek, ışığın âni gelişiyle gözleri kamaşmıştı. Güneş, ilk defa dikkatli olarak bakmış ve güzelliğine hayran kalmıştı. Vananın gözyaşları, ona az önce geçmiş olan kutsal ağaçları aklına getirdi. Kendisi, ağaçların yaratılmasına ve yok edilmesine, Vananın akan gözyaşlarına ve onun oluşturduğu güneşe sebep olmuştu. Kendi deyimiyle bana biçilmiş rolü oynuyorum der gibi, düşündü içinden. Güneşte, sanki akşam olmuş gibi birden battı denizin içine, anı denizinin içine. Süzülmeye devam etti ve ufukta Utomno gözüküyordu. İçini, bir korku ve tiksinti kapladı. Halbuki kendi kalesiydi... bir zamanlar. Onun için açıldı kalenin o koca ve hantal kapısı, sanki ölüme hoş geldiniz der gibiydi. O pis sırıtışı, kapı olmasına rağmen o kadar çok belli oluyordu ki, içini nefret kapladı, kapıya, monte edildiği kaleye ve sahibine... Kendinden nefret etmeye başlamakla beraber, bir ses hayır aşkım, kendinden asla nefret etme. Yaptıklarından nefret etki, ders alasın diye ona öğütte bulunuyordu. Kraliçesinin sesiydi, bu. Nasıl tanımazdı ki, yasların kraliçesinin sesini. O içine huzur veren sesi en son, üç çağ boyunca hapis kaldıktan sonra af dileyip serbest kalmasına neden olan konuşmasında ki o sesi, nasıl tanımazdı. Ses gittikçe uzaklaşmaya başladı ve kendini bir anda kalenin içinde buldu. Sırıtkan kapıda arkasından kapanmıştı. Yine bir karanlığa gömülmüştü. İçeriden, tarifi imkansız iğrenç sesler geliyordu. Kulaklarını kapatmayı denedi ama nâfile... nâfile... nâfile... Hiçbir yararı yoktu ve demek ki bu sesleri duymalıyım diye düşünüyordu. Düşünmesine rağmen düşündükleri kalenin duvarlarında yankılanıyordu. Aşağılardan, taaaa aşağılardan işkence sesleri geliyordu kulaklarına. Kendini bir anda seslerin geldiği odada buldu. Pis ve rutûbetli bir odaydı ve karanlık değil, alacakaranlıktı. Alacakaranlığa neden olan ise işkence gören elfin parlayan, fakat gitgide parlaklığını kaybeden yüzüydü. Elfi, Elaindor diye seslendi bir ses. Elaindor adlı elf, odanın ortasına dikilen bir kazığa bağlanmış ve işkence görüyordu. Kötü büyüler etrafında dolanıyor ve iğrenç çığlıklar atarak yüzündeki ışığın biraz daha solmasına neden oluyordu. Elfin tam kafasının üstünde bir el belirdi ve saçlarını koparmaya başladı. Kopardıkça elften inanılmaz çığlıklar çıkıyor, öldür beni, öldür beni diye bağırıyordu. Saçlarının birçoğu koparılmış yarı kel yarı tek tük saçlı elf artık bu acılara daha fazla dayanamamış ve bayılmıştı. Saçları koparan el aşağıya yüzüne indi ve yüzünü tutmasıyla, kararıverdi. Bana ne kadar nefret duyuyorsan, diğerlerine de o kadar nefret duyacaksın, oğlum diye yarı baygın elfe emirler veriyordu, görünmeyen bir varlık. Ama bu korkunç olayı izleyen Melkor, kendini izlediğini biliyordu. Lâkin o zaman göremeyipte, şimdi gördüğü bir ayrıntı dikkatini çekti. Elaindorun ruhu yükselmeye, göklere uçmaya başladı ve Melkorda arkasından. Ruhtan düşen bir parça daha vardı ve bu renk ne beyaz nede siyahtı. Gri bir rengi vardı ve bir tüy gibi uçmaya başladı. Uçtukça hızlandı ve bir anda demirdağlara, kastmar dağına indi ve içine girdi. Melkor yine onunla beraberdi ve gördüğü manzara inanılmazdı. Gri ruhumsu varlık ikiye bölündü ve biri biçim değiştirip bir orkelf olup çıkmıştı ve üzerine belegûr ismi islenmiş beyaz bir pelerini vardı. Bir diğeri ise dişi bir orkelf olup çıkmıştı ve aynı Flüte benziyordu. Beyazlar içindeki orkelfler ona baktıla. Bakışlarından ne bir sevgi, nede bir nefret okunuyordu. Doğruca uzaklaştı oradan ve kendini yeniden Utomnoda kendi odasında buldu ve Kraliçesi onunlar konuşuyordu. Kötülüklerin artık bir son bulmalı, ruhum. Ama kendi isteğinle, zorlama ile değil. Seni dâima takdir etmişimdir, Nienna... ama artık çok geç. Hiçbir şey için geç değil, Melkor... hiçbir şey için. Ruhun sâdece kurtarılmayı bekliyor. Bırak ta sana yardım edeyim. Kalbini merhametle doldurayım. Hüzün ve sevinci bir arada yaşatayım, lütfen.... Bunu bana yapma, Nienna. Sakın yapma, yolumdan döndürme beni. Bu dünyada kırmak istemediğim tek kişisin ve senin istediğin bu dünyada yapmayacağım tek şey. Bu çıkmazın sonu yok, kraliçem ve geleceği çok az gören gözlerim bir umut olmadığını söylüyor.. Her zaman bir umut vardır, ruhum. Benim geleceğe umutla bakan yüreğim, ufukta bir umut göründüğünü söylüyor. Bak... ufukta bir umut var.. Karanlık mekânından ayrıldı ve kendini yeniden gemisinde buldu. Ufukta bir umut onu bekliyordu... Umuda yelken açmıştı ve karaya ayak bastığında umûdunu buldu ve onun oldu. Gökyüzünden aşağılara gök semâdan yeryüzüne, oradan Rhûn diyârına, oradan savaş meydanına ve kendi gövdesine döndü... arkasından bir ses ise, ki bu ses kraliçesine âitti. Seni ve umûdunu bekleyeceğim, ruhum diye onun kalbinin en derinlerine fısıldıyordu.
Gücünü yerine toplayan, Melkor, ağzından büyü sözcüklerini hırıltılı bir şekilde dökmeye çabalıyordu ama bir güç buna engel oluyordu. Makar, olmalıydı bu. Büyü yolunu kullanamayacağını anlayan melkor, Guenona tüm hiddetiyle saldırmaya devam etti, bir yandan da kraliçesini düşünerek.
Surların içinde en azından on ateş maiası yerde ölü bir şekilde yatıyordu. Lakin en dış surda açılan bir gedikten içeri orklar yağmaya başladı. Düşmanda az sayıda mancınık vardı. Bu yüzden tüm hedefler tek bir noktaya kilitlenmişti. Mancınıklar Rhûn diyarının şah kubbesine temas edemiyordu. Melkor, oraya çok güçlü bir tılsım yapmıştı. Fakat dış surlara yaptığı tılsımı biri, ki bu kesinlikle Makar ve Measse olmalıydı, bozmuştu. Gargas, ve beraberindeki askerler hızlıca onları karşılamaya aşağıya indiler. Birbirlerine iki akarsuyun çarpması gibi çarptılar ve aralarında kan gövdeyi götürür bir savaş başladı. Kale kapısını defalarca açmaya çalışmalarına ve sayısız huruç düzenlemelerine rağmen sanki kapı efendisinin emrini ne olursa olsun dinlermiş gibi açılmıyordu. Kapıyı kırmaya çalışan orklara atılan oklar bir şekilde tesir etmiyordu. Sanki büyülü bir duvar varmış gibiydi. Legolas, ak büyücüye;
- Gandalf, kale kapısına atılan oklar bir çeşit büyülü duvara çarpıyor, durdurmazsak kapı daha fazla dayanamayabilir.
- Tamaaaamm. Meydandaki büyüleri kudretini hissediyordu, Gandalf. Çok büyük bir büyü savaşı var, gizliden gizliye diye içinden geçiriyordu.
Gandalf kapıya doğru gitmek istiyordu ama önünde en azından beş ateş maiası vardı. Engelleri geçip kale kapısına doğru ilerlemeye çalışıyordu.
Koca balrog, kırbacını Melkorun bir sağ tarafına bir sol tarafına vurup onun hareket alanını kısıtlıyordu. Surlardan birkaç ork ise efendisini korumak için, hem orklara hem de Guenona devamlı ok fırlatıyorlardı. Melkor, tüm hiddetiyle rakibine saldırıyor, bir taraftan da vuruşlarından kaçmaya çalışıyordu. Koca balrog ağzından aniden çıkarttığı ateş topunu Melkora doğru yolladı. Büyük fırsatı yakalayan Melkor, düşmanını en zayıf anında yakalamıştı. Balroglar ağzından ateş topu çıkarırken, birkaç saniye öylece kallırlardı. Nede olsa onları bu hâle getiren kendisiydi. Eğilmiş vaziyette olan Guenona doğru yanından zıplayarak boynuna tüm gücüyle kılıcını indirdi. Kılıcı adeta boynuna gömüyor aynı anda içinde çeviriyordu. Balrogtan bu defa kuvvetli bir acı çığlığı duyuldu. Koca balrog, havayı dövüyor, etrafına rastgele yumruklar atıp duruyordu. Guenonun gözlerine bakan Melkor, onların sönmekte olduğunu anladı ve kılıç darbelerine tüm hızıyla devam etti. Balrog, gelen kılıç darbelerinden korunmaya çalışıyor fakat başarılı olamıyordu. Zamanın geldiğini anlayan, Melkor, bir kez daha sıçradı ve Balrogun boynuna ölümcül darbeyi indirdi. Darbeyi büyük, çok büyük bir haykırma ve feryat izledi.
Gargas ve birlikleri sürü gibi akan orkları rahat öldürüyorlardı. Düşmanları adeta ölüm için sıraya girmişti. Hepsinin gözlerindeki ruhsuz ifade dikkatini çekmişti. İçeriye dev bir trol ordusu girdi. En fazla on tâneydiler ama bir orduya bedeldiler. Onlarda da o ruhsuz ifade vardı. Bir büyü olmalı, tuhaf bir şey var diye içinden geçiriyordu, Gargas. Hantal bir şekilde ilerleyen trole kılıç darbeleri işlemiyor, önüne geleni koca baltasıyla biçiyordu. Bu sırada koca bir mancınık, Flüt, aracılığıyla meydana geldi. Orta surların kapısı onun için açılmıştı. İki işlevli bir mancınıktı ve melkor, bizzat kendisi yapmıştı bu aleti. Yapması uzun ve uğraşlı bir iş olduğundan dolayı sadece bir tane yapabildi. Boyutları ufak olmasına rağmen, büyük nesneleri rahatlıkla fırlatabiliyor ve hedef belirleme sistemi sayesinde ıskalamıyordu. Üst tarafından büyük kayaları fırlatıyor altından ise uzun ve çelikten okları fırlatıyordu. Uçurduğu büyük bir ok hedefini tam on ikiden vurdu. Dev trol ona hızlıca gelen oku bir anda gövdesine girmiş şekilde gördü ve yığılıp kaldı. Bunu gören diğer troller, ölü ırkdaşının başında toplandılar ve onu korumaya aldılar. Trollerin en tuhaf özellikleri buydu. Ölen bir kardeşini can pahasına da olsa cesedini güvenli bir yere götürünceye kadar bırakmazlardı. Gargas, yüzlerine dikkatli baktığında o ruhsuz ifadenin kaybolduğunu gördü. Trôli duygular, silip süpürmüştü büyülü koşullanmayı. Ölü kardeşini alan troller, hızlıca surdan çıkıp kayboldular. Bunu hayretler içerisinde gören orklarda her hangi bir şey yapmadılar. Trollerin gidişinden sonra dış sur tepelerine doğru geliyordu.
Nihayetin de hak ettiği sonu bulmuştu, Guenon. Melkor, hızlıca kalenin içine girdi. En büyük silahları olan Guenon ölünce, düşmanda gözle görülür bir duraksama olmuştu. Uğultular duyulmaya başlandı ve birden en dış surun batı tarafı yerinden ağır ağır kalkmaya başladı. Ne olduğunu anlamaya çalışan, Melkor, bir büyü olduğunu anladı. Karşı büyü yapmaya çalışıyor fakat başaramıyordu. Anlamıştı, abi Vala büyü yaparken, kardeş Valada büyü yapmasına engel oluyordu. Dev kütle havaya doğru yükseldi ve orta surlara büyük bir hızla çartı. Durumun farkına varan Gargas, askerlerini hemen en iç sura çekilme emrini vermişti. Askerler emrimi büyük bir içtenlikle yapmışlardı, onlara doğru ağır ağır gelen dev kütleyi gördüklerinde. Surlar büyük bir gürültüyle yıkıldı. Tüm ordu hızlıca en iç sura doğru çekildi batıdaki surlar yıkılmış, doğudaki surlarda ise dış surda gedikler açılmıştı. Doğuda ve batıda iç sura çekilen ordu, tüm savunmasını buradan yürütecekti. Batıdan uçan ateşli maialar büyük bir hızla gelmeye başladı. En azından yüz maia vardı. İyice yaklaşan maialar kalenin üstünden uçmasına devam etti. Ne olduğunu alayamayan, Melkor, doğuya baktığında gördüğü manzara karşısında şok oldu. Doğudan, Myrjala en önlerinde olmakla beraber bir kartal sürüsü hızla maiaların üzerlerine uçuyordu. Uçan ruhum diye sevincini belli etti, Melkor. Havadaki çarpışma muazzamdı. Myrjala, gözlerinden çıkardığı mavi ışıkla maiayı delip geçiyor, diğer kartallarda boş durmuyor, efendilerinin yaptıklarını tekrarlıyordu. Hava saldırısı bastırıldıktan sonra bir durulma oldu, meydanda. Düşmanda bazı kıpırdanmalar dışında en ufak bir hareket yoktu. Melkor, hızlıca Myrjalaya binip kalenin en tepesine çıktı. Meydana bakındığında binlerce ölü vardı. Askerleri de çok fazla azalmıştı. Halkından binlerce kişi ölmüştü. Rhûn diyarının Şah kalesinin surları harabeden farksızdı. Tekrar düşmanına baktı. Bütün ordusu geri çekilmeye başlayıp bir araya toplanıyordu. Düşmanın tüm birlikleri tamamen meydana dizilmiş âdeta Melkora meydan savaşı teklif ediyordu. Düşman saflarından borazan ve davul sesleri gelmeye başladı. Düşman büyük bir taarruz sesiyle beraber harekete geçti. Bu karşılayamayacakları bir taarruzdu. Melkor, sonunun ölüm olacağını bildiği halde, onlarla meydanda savaşmanın daha akıllıca olacağını düşündü ve askerlerine;
- Yoldaşlarım. Kalemizi koruyarak, hiçbir yere varamayacağız. Önerim, öleceksek şanlı bir ölüm olması dileğidir. Tavsiyem savunma değil, taarruza taarruzla karşılık vermektir. Benimlemisiniiiiiiiz !!!
Etraftan ölene kadar evet sesleri yükseliyordu.
- O zaman Hücuuuuummmm.
Rhûn diyarının ordusu büyük bir hızla, açılan kapıdan, büyük bir hızla ilerleyen düşmana doğru harekete geçtiler. En önlerinde Gargas vardı.
- Ölüme gidiyorlar, umarım farkındasındır? diye onu uyarıyordu, Gandalf.
- Ölüm... Gandalf... Bizim kaderimiz, olsa gerek. Sizden daha fazlasını isteyemem. Canınızı bizim için tehlikeye attınız. Buna daha fazla müsâade edemem
- Orda dur dostum. Bu savaş, bizimde savaşımız. Sizin, elflerden bir farkınız yok ve elflerin canını yakan, benimde canımı yakmış olur. Sonuna kadar seninleyiz.
Elini, Gandafın omzuna koyan, Melkor, sanki olacakları önceden tahmin etmiş gibi, Öyleyse, ölümüne kadar, dostum. Emin olabilirsin ki, bu hayatta yada diğerinde yaptığınız iyilikler karşılıksız kalmayacak. diye içten ve samimi bir şekilde şükranlarını sundu.
Düşman onlara doğru gelen orduyu görünce duraksadı. İki ordu meydanda karşı karşıya geldi ve birbirlerini süzmeye başladı. Rhûn diyarının şah kalesinin bütün ordusu meydanda toplanmış, âdeta akmıştı. Mahzenlerden de orduya katılanlar oluyordu. Düşmanın birlikleri iğrenç orklardan, uruk-hailardan, sonu yokmuş gibi uzanan ateş maialarından ve daha önce görmedikleri bir takım yaratıklardan oluşuyordu. Kendi birlikleri ise en fazla ikibin kişiden oluşuyordu. Lakin en büyük düşmanlardan iz bile yoltu ve bu, Melkoru, tedirgin ediyordu. Gasgas birliklerini düzenli bir şekilde meydana dizdi. En önde okçular, arkalarında ise bölük bölük piyadeler vardı. Her bir bölüğe çok güvendiği bir adamını yerleştirmişti ve aralarındaki iletişimi, sadece kendilerinin bildiği bir tür çığlık sesiyle sağlıyorlardı. Belegûr ordusu tam bir disiplin içerisinde bekliyordu. Düşmanın ordusu birden ikiye ayrıldı ve aralarından büyük yaratıklar hızlıca koşmaya başladılar. Bu harekete oklarıyla karşılık verdi, Rhûn diyarının ordusu. Lâkin işlemiyor, sanki oklar geldikçe daha bir hızlanıyorlardı. Kalenin en tepesinden, Myrjalaya binen Melkor, yaratıkların tepelerine indi ve parlayan kılıcını olabildiğince hızlı ve seri kullanmaya başladı. Efendilerinin çarpışmasını gören Rhûn sakinleri, onun yolundan aynı hırsla ilerledi. Düşmanda tüm kuvvetlerini harekete geçirdi. İki ordunun karşılaşması daha sonra anlatılan destansı hikâyelere konu olacaktı.. Çarpışma tüm hiddetiyle devam ederken, arkadan iki korkunç ve heybetli suret belirdi. Vahşi valalar daha fazla dayanamadılar ve savaşın içine dahil oldular. En tuhaf özellikleri, savaşa karşı olan düşkünlüğüydü. Savaşmayı sevmezler, savaşı izlemeye bayılırlardı ama daha fazla dayanamamışlardı anlaşılan. Makar, kule boyunda bir surette, elinde sarı renkte asasıyla, diğer elinde uzun ve geniş alev saçan kılıcı, parlayan sarı gözleri, siyah miğferi, siyah zırhı ile çok korkunç gözüküyordu. Measse ise, uçları keskin bıçaklarla süslenmiş beline kadar uzanan sapsarı saçları, abisine yakın boyu, elindeki devâsa alev fırlatan oku, alev saçan parlak gözleri ve mükemmel fakat sinsî yüzü ile âbisini aratmıyordu. Savaş meydanına gelişleri çok korkunç olmuş ayaklarıyla Rhûn ordusunu ezerken kendi adamlarını da eziyordu. Makarın kendisine gelmekte olduğunu anlayan, Melkor, hızlıca Myrjalaya binip, savaş meydanından biraz uzağa gitti. Makarın onu takip edeceğine kesinlikle emindi. İki Valayı savaş meydanından uzaklaştırarak, aralarındaki gazap savaşını başlatmış oldu. Ak büyücüde Melkoru izlemişti. Gandalf, Measseye doğru bir hamle yaptı ve asasını ona doğru gelecek şekilde ileri itti. Measse, hiçbir şey olmamış gibi, gözlerini ona çevirdi ve tüm hiddetiyle ağzından alevler püskürtmeye başladı. Konsantresini Gandalfa yönlendirdiği için Meassenin üzerindeki büyü kalkanı etkisini yitirmeye başladı. Melkor, hızla ağzından büyülü sözcükleri döktü ve tesiri artık tamamen geçmişti, kalkanın..
- üyüb nunure iğidrev ralnashi ikkemed nügub şimniçi...
Melkor, bedenindeki büyümeyi iliklerine kadar hissediyordu... parlayan kılıcıda aynı şekilde. Makarın boyuna denk gelmişti. Üzerindeki giysilerde değişime ayak uydurmuştu. Kafasındaki miğferi ve zırhı safirdendi. Kılıcı artık sarı değil mavi bir ışık saçıyordu. Elinde safirden bir asa belirivermişti. Bu asayı daha önce Manwenin elinde gören, Makar, şaşırmış, hatta biraz afallamıştı. Kuleler birbirleriyle amansız bir mücadeleye girdi. Gandalfın yaptığı oyunu anlayan Measse, ona doğru büyülerini yollamaya başlamıştı.
Gargasın birlikleri, düşmanla savaşıp adeta ölüme gidiyordu. Beyazlar içindeki Flüt meydandaki tek kadın savaşçı, oda savaşıyordu ve önüne geleni indiriyordu. İki ordunun çarpıştığı meydana yakın bir yerde, kulelerin çarpışması devam ediyor ve doğa üstü seslere sebep oluyordu. Her birinin bir kılıç darbesi bir gök gürlemesi gibiydi. Makar, savaşmayı çok sevdiğinden olsa gerek, türlü türlü hareketlerle Melkorun direncini kırmaya çalışıyordu. Ayağına şiddetli bir darbe alan, Melkor, yan düştü. Âsâyı gövdesine saplayamaya çalışan, Makarın vuruşunu kılıcıyla savuşturmaya çalıştı. Tekrar ayağa kalkan, Melkor, tüm hiddetiyle kılıcını ve asasını rakibi üzerinde kullanmaya başladı. Sağlı sollu kılıç darbelerine dayanmaya çalışan, Makar, gelen darbelerden atağa geçecek pozisyon bulamıyordu. Melkor, her vuruşunda Makarı biraz daha köseye sıkıştırıyor, pes etmesini sağlamaya çalışıyordu. Darbelerinin karşılandığını gören, Melkor, kumar oynamaya karar verdi. Bir anda geriye doğru zıpladı ve kılıcını toprağa sapladı. Ne olduğunu anlamaya çalışan, Makar, rakibini süzmeye başladı. Ne yapmaya çalışıyorsun, Kara Düşman. Ben savaşmak istemiyorum, kardeşim diye cevap verdi, Melkor. İki Valada birbiriyle zihin yoluyla konuşuyordu. Zamanın da bizde savaş istemedik, Kara Düşman. Ama sen istedin. Şimdi de ben istiyorum. Yanlış düşünüyorsun, kardeşim. Ben artık.... o değilim.. Benim aklımda dâima öyle kalacaksın, kara kardeşim Morgoth.. Seninle savaşmak istemiyorum ve savaşmayacağım da. Elindeki âsâyı da toprağa sapladı. Makar, daha bir sinirlenmişti. En sevmediği şey, yarım kalmış bir savaş ve düelloydu. Lâkin düelloyu bitirmeye hiç niyeti yoktu ve Melkora koşarak öldürücü darbeyi savurdu. Elindeki âsâsı ve kılıcı ile kendisine doğru öldürücü bir hamle yapan Makarı, bekleyen Melkor, aynı anda bildiği en karışık büyü sözcüklerini mırıltılar halinde ağzından çıkarıyordu. Makarın kılıcı ve âsâyı ona saplamasıyla birlikte müthiş bir enerji açığa çıktı. Makar, bu enerjiyi iliklerine kadar hissediyordu. Bir anda arkasında beliriverdi, Melkor. Makar şaşkınlık ve ışığın gücünden arkasına bakamadan, indirmişti, Melkor, geniş kabzalı parlayan kılıcını, saplanmış olduğu topraktan çıkarıp, sırtına. Kılıcı, rakibinin beline sokup çıkaran Melkor, konsantre oldu ve ağzından çıkardığı mavimsi yakıcı ışığı Makarın zırhına yönlendirdi. Işık Makarın zırhını delip bedeninde yaraya yol açtı ve tiz bir çığlık atmasına neden oldu. Çığlığı ufak zelzeleler izlemeye başladı.. Daha ilk çığlığı susmadan, Melkor, toprağa diğer bir saplanmış şekilde duran âsâsını Makarın kaya gibi sert zırhından geçirip, omzuna sapladı. Abisinin haykırışını daha da arttırdığını duyan, Measse, çarpışmakta olduğu ve zor durumda olan kanlar içindeki Gandalfı bırakıp bir anda tam Melkorun arkasında beliriverdi. Tüm gücüyle saçlarını Melkorun bedenine dolamaya ve sımsıkı sıkmaya başladı. Bu âni hareketi beklemeyen acılar içindeki Melkor, kuvvetli bir çığlık attı. Binlerce bıçak her yerini kesiyordu. Böyle giderse daha fazla dayanamayacaktı. Ellerindeki direnci bitmekte olmasına rağmen kılıcını düşürmüyordu. Son bir gayretle tüm kuvvetini sağ eline verip, zorla arkasına dönmeye çalıştı. Onu sımsıkı tutmakta olan saçlar gerilmeye ve sahibinin bağırmasına yol açtı. Tüm gücüyle sağ elini sarmakta olan saçları kopardı ve kılıcı onu sarmalayan saçların kökenine, başına geçirdi. Darbeyi korkunç bir çığlık izledi. Yerler sarsılmaya, gökler kararmaya başladı. Bıçaklı saçlar, Melkorun gövdesinden ayrıldı ve sahibiyle beraber yere serildi. Son gücünü de harcayan, Melkor, sendeleyerek diz üstü yere düştü.
Ufukta atlılar gözüküyordu. Aragorn, gelen taze kuvvetlere müthiş bir sevinçle bakmıştı ve nasıl geldiğini anlayamayıp şaşırmıştı da. Daha sonra bu iletişimi, Gondorda bulunan Gweihir ile Myrjalanın sağladığı anlaşılmıştı. Atlı süvariler büyük bir hızla savaş meydanına daldı. Sanki hepsi düşmanı tahmin etmiş gibi saldırmaya başladı.
Kardeşinin halini gören, Makar, gövdesinden saplı olan silahlara rağmen yerinden doğruldu ve yerdeki kardeşine doğru sendeleyerek yürüyüp başucuna çöktü. Melkor ise tüm bedeni yara bere içinde, dizlerinin üstüne çökmüş elindeki kılıçtan destek alıyordu. Kendi gövdesindeki âsâyı iki eliyle çıkardı, Makar. Çıkarırken, inanılmaz çığlıklar atıyor âdeta kan kusuyordu. Ve öfkeyle, kör eden bir parlaklığa bürünen gözlerini, Melkora çevirdi. Ağzından bir takım büyülü sözcükler dökülüyor ve hırıltılar şeklinde sanki zorla söylüyormuş gibi çıkıyordu. Melkor, olduğu yerden kıpırdayamıyor, hareket edemiyordu. Zâten hareket edecek gücüde yoktu kendisinde. Melkorun âsâsını sağ,,elinde beliriveren kendi kılıcını sol eline alan, Makar, dizlerinin üstüne çökmüş olan Valaya doğru ilerledi.
- Canına kıydığın canlar için canını alıyorum, Kara Düşman Morgooooooooothhhh !!!
İki kılıcı birden Melkorun gövdesine soktu, Makar, büyük bir öfkeyle. Kılıçları sokup çıkarıyor, her sokuşunda daha bir hızlanıyordu. Sonunda öfkenin vermiş olduğu kuvveti de harcayan Makar, kılıçları son kez soktu ve öyle bıraktı. Kılıçların acısını bastırmaya çalışan, Melkor, geriye doğru sırt üstü yere düştü. Acılar içinde ağlamaya başladı ve babasından yaptıkları için af diliyordu.
- Affet beni babaaaaaa, affeeet yüce eruuuuu.... hak ettim bunnnnnu... halkımı koruuuuuuuuuuuuuuuu. !!! Kı-kıra........
Efendilerinin yere uzanmış kanlar içindeki suretini gören, Rhûn ordusu, galeyâna gelip, sayıları oldukça azalmış düşmanlara öldürücü darbeyi indirmeye başladılar. Gelen ek kuvvetlerde düşmanın gözünü iyice korkutmuş ve içlerine yenilginin ve korkaklığın tohumlarını ekmiş gibi dağılmaya başladılar. Troller tekrar meydana geri geldiler. Ölü arkadaşlarını cesedine korunaklı bir yer bulmuş olmalıydılar. Hızlıca saldırmaya başladılar tüm orklara. Trolleri ise, yaratılmalarına vesile olan Entler izledi. Uğultular halinde meydana geliyorlardı. Başlarında, Lokumdal, vardı. Troller, onlara doğru gelen entleri görünce kaçmaya başladılar. Savaş sona doğru yaklaşmaktaydı, ama orklar için zafer miydi bu... kimse bir sevinç hissetmedi.
Birden üç vala gözden kayboldu. Hiçlik onları alırmış gibiydi. Yerde yatan Melkor, kardeşinin yanı başında duran Makar ve yaralar içindeki Measse, ortadan kayboldular. Etrafı muazzam bir aydınlık kapladı. Herkes ellerini gözlerine siper etmek zorunda kaldı, ışığın kudretinden. Kudret tükendiğinde savaş meydanındaki tüm orklar, değişim geçirmiş elfleşmişlerdi. İçlerinde biri var ki güzelliği dillere destan olacak nitelikteydi. O, Kraliçe Flüt, dünyanın görüp görebileceği en güzel elf kadınlarından bir tanesi olmuştu. Kendisi ileride El-Flüt ismini alacaktı. Kaybolan Valalar ile beraber onlara orduları da eşlik etmişti. Herkes birbirine şaşkınlıkla bakıyordu. Sanki ışık orkları almış, yerine başka birilerini koymuştu. Beyaz giyinmeyi seven Flüt, elinde kılıcı, kaybolan efendisini amaçsızca arıyordu. Etrafta yaşlı gözlerle dolaşıyordu. Belki... diyordu, bir umut yeniden ortaya çıkar diye sulu gözlerini gökyüzüne kaldırdı. Narin elleriyle gözünden yanağına doğru süzülmekte olan gözyaşlarını elbisesine siliyor, hâlâ gökyüzüne bakıyordu. Anlamıştı ve kavalını çıkarıp çalmaya başladı. Çıkan ses, herkesin içine işlemiş, olduğu yerde kalmasına neden olmuştu. Daha fazla dayanamayan gökyüzü uzun vadiyi yıkamaya başladı. Efendisinden kalan tek şey ışığın onu aldığı yerdeki parlayan kılıcıydı. Yere çömelip kılıcı eline almasıyla, kılıcın parlaklığı yavaş yavaş kaybolmaya başladı... Tâ ki tamamen sönünceye kadar. Seni seviyorum aşkım... ve her zaman sevicem... ölesiye sevicem. diye içinden duygularını ifade ediyordu, Flüt. Tüm güzelliğiyle ayağa kalktı ve çevresinde ona bakan kardeşlerine döndü. Göz gezdiriyordu etrafına, hiçbir kardeşinde sevinç çığlıkları göremiyordu. Yüzlerine baktığında, ölümsüz olarak bildikleri efendilerinin ölmüş olmasının verdiği o acı ve çaresizlik ifadesini görüyordu.
- Kralımız... artık aradığına kavuşmuştur... Bizde öyle... Efendimizin bize öğrettiği değerleri, devam ettirdiğimiz sürece kötülüğün tohumları bir daha bu topraklarda yeşeremez, kardeşlerim. Yazgımızda bunu görmekte varmış. Yazgımızın yolundan yürümeye devam edeceğiz, Kendi ölümsüzlüğünden vazgeçip, bize ölümsüzlüğü kazandırana, ona yakışır şekilde imparatorluğumuzu devam ettirirsek, ölümsüzlüğü tekrar kazandırabiliriz, kardeşlerim.
Kardeşlerim... günahları affedildi, kralımızın.
Gideceği yerde mutlu olsun.
Her şeyin bittiği yerde, yazgımızın,
Bu... gün başlangıcı olsun.
O, bizim için döndü karanlıktan, en derinlerine kaydedin aklınızın
Biz huzurluyuz, onun yolu açık olsun, ışıkla dolsun, huzuru bol olsun... sevdiğine kauuşsun
Herkes, boyunlarını indirmişti büyük bir saygıyla kraliçelerine...
- SON -
SÖZLÜKÇE:
Belegûr: Sindarda Melkora verilen isim. Seçilmiş orkelf grubunun simgesi. Elf-Rhûn İmparatorluğunun simgesel ismi.
Darius: Efendiliği ile bilinen, uzun yıllar ortadünyada yaşayıp yıkılan imparatorlukla beraber batıya göç etmiştir.
Darkhes: Orkelflerin bilinen ilk atalarından. Ne olduğu konusunda çeşitli rivayetler olup, daha sonra hiçbir zaman görülmemiştir. Bazıları onun Kraliçe El-Flüt ile konuştuğunu söyler.
Darkmenathar: Melkorun ortadünyaya son kez dönüşünden sonra kullandığı isim. Orch-Rhûn Kralı
El-Flüt : Elf-Rhûn İmparatorluğunun en önemli kadın şahsiyeti. Basit bir savaşçı kızken, orkelf olarak bilinen elf soyundan gelen mükemmel güzelliğiyle bilinen dişi elf. Melkora duyduğu aşk, bütün ağıtlarda dile getirilir. Melkordan sonra krallığı devralan elf. Kraliçe. Elmara olarak ta tanınır, yabancı diyarlarda.
Elminster (Ezessar diye geçiyordu): Melkora işlerinde yardımcı olan seçilmiş orkelf grubunun savaşçılarından. Kraliçe El-Flüte duyduğu karşılıksız aşk yüzünden ileride El-Mecnûn olarak anılan savaşçı bilge.
Etessar: Melkorun ilk elf hizmetkarıdır. Son savaşta öldürülmüştür. Öldüğünde, kralım diye bağırması tüm diyarları titretmiştir.
Gargas: Rhûn diyarının ilk komutanı. Rhûn ordusunun yüzyıllar boyunca komutanı olarak kalmıştır. Son Rhûn savaşında azılı düşmanı ..... tarafından öldürülmüştür.
Gorgoroth: Rhûn diyarı savaşında elfleşen orklardan birisidir. Lâkin gargas tarafından öldürülmüştür.
Jurasim: Kraliçe El-Flüte yakın bağlılığıyla bilinir. Rhûn savaşında yaşına rağmen savaşması, yıllarca dillerden düşmemesine neden olmuştur. İmparatorluk yıkıldıktan sonra ne olduğu bilinmemektedir.
Lokumdal: Dişi entlerin en meşhurlarındandır. Hâlen huzur vadisinde istirahatte olup, ağzını kendi isteğiyle mühürlemiştir.
Makar: Vahşi vala olarak bilinir. Rhûn savaşında kardeşiyle beraber ortadan kaybolmuş, daha sonra ne olduğunu büyük divana katılan herkes görmüştür.
Measse: Ateşli vala olarak tanınır. Makarın kız kardeşi. Rhûn savaşında abisiyle beraber ortadan kaybolmuş, büyük divana çağırılmıştır.
Melkor: Ainur içindeki en kudretli. Yaptıkları onca kötülükten sonra af dileyip günahlarını temizleme fırsatı Eru tarafından verilmiştir, ki bunu da başarmış mıdır bilinmez. İlk Rhûn savaşında Makar tarafından kılıçlanmıştır. Ortadan kaybolmuştur, diğer valalar gibi büyük divanda geçmişin tüm günahları hakkında ifade vermiştir.
Myrjala: Mystranın kartalıyken, Melkorun kötülük zamanlarında ele geçirilip karanlık zindanlara atılmıştır. Yine onun vesilesiyle oradan çıkmıştır. Melkorun sağ kolu olarak ta bilinir. Kartalların efendisi. Rhûn savaşında Melkorla beraber ortadan kaybolmuştur.
Nienna: Dünyanın başından beri, Melkora duyduğu aşkı, Melkorun tam olarak büyük divanda karşılık verdiği söylenir. İkisinin kavuşup kavuşamadığını kim bilebilir. Yasların ve hüznün kraliçesi. Valier.
***
Melkor'a ne olduğuna dâir gerçek, Nienna ile kavuşup kavuşamadığı ve diğer iki vala'ya ne olduğu "Büyük Dîvân" adlı hikâyede açığa kavuşacaktır."
|
| |
Oturum Aç
|
Henüz bir hesabınız yok mu? Yeni bir tane yaratabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yöneticisi, yorum yönetimi ve kendi adınızla yazı girişi gibi imkanlardan faydalanabileceksiniz.
|
|
Güzel bir son... (Puan: 1) Gönderen hmtekin Tarih: Mayıs 02, 2003 - 14:37:53 (Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder) http://halilmtekin.sitemynet.com/hmtekin | Tahminlerim pek tutmadı.Ben Melkor'un kimliği anlaşılınca misafirlerinin daha farklı bir tavır ortaya koymasını bekliyordum.Bilirsin biraz daha şüpheci bir ortam...Bir de Maia kelimesinin sık tekrarlanması okuma esnasında hoş durmuyor.Pek estetik değil yani.Yine de çok güzel bir öyküydü yazdığın ;alkışlanmaya değer.Tebrik ederim. |
[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]
Re: MELKOR (Belegûr) 2/2 (Puan: 1) Gönderen GandaIf (ozgen_ozturk@hotmail.com) Tarih: Mayıs 02, 2003 - 23:24:50 (Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder) | Nihayet okuyabildim tüm hikayeni. Son savaştaki tasvirler inanılmaz, gerçekten güzel olmuş yani.
Ama bazı şeyler var tabi, mesela son savaşta Melkor'un safirlere bezenmesi iyi değil, sonuçta o renkler Manwe'ye ait, onun yerine kendi giysi ve zırhları ile savaşsaydı daha iyi olurdu diye dşünüyorum.
Bir de açıkça söylemek gerekirse -ki bunu hikayeni ilk okuduğumdan beri düşünüyordum- Melkor iyi olamaz ya, o kötü karakter ve buna uygun olarak kötülük yapmalı. Yanlış anlama hikayen Orta Dünya'da değil de diğer dünyalarda geçiyor olsaydı mükemmel olucaktı, olay kurgusu falan çok iyi çünkü. Ama işte Melkor...
Son olarak, bütün hikayenin genelinde Melkor'un veya diğer valaların, sonlara doğru da elflerin arasında geçen konuşmaların tabir yerindeyse
-cool- olması gerekirdi. Çünkü onlar soylu kişiler ve ona göre konuşmaları gerekiyor...
Neyse şimdilik bu kadar. Daha ayrıntılı eleştiriyi icq da konuşurken alırsın zaten, hadi görüşürüz... :) |
[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]
Re: MELKOR (Belegûr) 2/2 (Puan: 1) Gönderen GandaIf (ozgen_ozturk@hotmail.com) Tarih: Mayıs 02, 2003 - 23:27:46 (Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder) | Ya baba, unuttuğum bişey daha var, son savaşta mükemmel bi atmosfer oluşturmuşsun, dramatik, epik... falan ama hikaye bitip de sözlükçe kısmında Elminster hakkında yazıları okurken El Mecnun'u görünce atmosfer fln kalmadı ortada. Yani hiç bi şekilde yakışmıyo oraya bence.
:)) |
[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]
Re: MELKOR (Belegûr) 2/2 (Puan: 1) Gönderen Aldueren (aldueren@yahoo.co.uk) Tarih: Mayıs 03, 2003 - 16:39:06 (Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder) | Canımcım selamlar,
Sana bir itirafta bulunmak istiyorum. Bana göndermiş olduğun hikayeyi okumayı henüz bitiremedim :( Şu taşınma işimiz bir bitse inan o kadar rahatlayacağım ki. Bu bölümler bana gönderdiğin mailde var mı? Onu soracaktım.
Başarılarının devamını dilerim. Kendine iyi bak
Alduéren |
[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]
Re: MELKOR (Belegûr) 2/2 (Puan: 1) Gönderen Xiweyn Tarih: Mayıs 05, 2003 - 15:21:33 (Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder) | ... Melkor bana göre olduğu gibi kalmalı. |
[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]
Re: MELKOR (Belegûr) 2/2 (Puan: 1) Gönderen ELENTARY (elentary@mynet.com) Tarih: Mayıs 07, 2003 - 15:35:03 (Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder) | "
EVET hikayenin sonu güzel olmuş cihan.Ancak belirtmeliyim; savaşla ilgili şeyleri okumayı sevmediğimden zor okudum o kısımları(Y.E dede zorlanmıştım)
En çok da Melkorun savaşırken duvara çarpınca düşüncesinde geçmişe yaptığı yolculuğu beğendim açıkçası....
Flüte gelince kraliçe olmasıçok iyi olmuş..ben çok seviştim doğrusu Flütü....
|
[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]
|