Oturum Aç
|
Henüz bir hesabınız yok mu? Yeni bir tane yaratabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yöneticisi, yorum yönetimi ve kendi adınızla yazı girişi gibi imkanlardan faydalanabileceksiniz.
|
Önceki Yazılar
|
Mart 21, 2013 - 08:08:57 · Kızıl Yolculuk (1)
Kasım 07, 2012 - 16:17:32 · Bitmemiş Öyküler Çıktı (10)
Kasım 07, 2012 - 16:00:58 · Rohan ve Türk Benzerliği Üzerine (0)
Kasım 07, 2012 - 15:56:46 · Hobbit Fragmanları (0)
Aralık 21, 2011 - 08:18:56 · Hobbit Trailer (0)
Ekim 10, 2011 - 10:09:41 · Orta Dünya Tarihi: Kayıp Yol ve Diğer Yazılar (2) (0)
Haziran 13, 2011 - 10:37:47 · Orta Dünya Tarihi: Kayıp Yol ve Diğer Yazılar (1) (5)
Haziran 13, 2011 - 10:34:53 · Hobbit Vizyon Tarihleri ve Isimleri Açıklandı! (0)
Haziran 13, 2011 - 10:18:39 · Oyun Fikirleri (2)
Aralık 03, 2010 - 08:08:20 · BBC Tolkien röportajı (0)
Kasım 22, 2010 - 11:15:26 · The Hobbit icin Gazete Ilani (2)
Ekim 22, 2010 - 11:31:19 · Hobbit oyuncuları (10)
Ekim 13, 2010 - 09:27:41 · Yüzüklerin Efendisi'nin Sırrı Ne? (2)
Haziran 02, 2010 - 07:54:36 · HOBBİT TEHLİKEDE (4)
Nisan 06, 2010 - 09:13:39 · Muhiddin-i Arabi'nin Eserleriyle Lotr ve Silmirallion'a Bakın (5)
Nisan 06, 2010 - 09:13:33 · Gölgelerin İçinden (0)
Ocak 19, 2010 - 08:58:13 · Born of Hope. LOTR Fan Filmi (11)
Ocak 08, 2010 - 15:45:13 · Hobbit'le İlgili Bazı Sorular (0)
Ocak 08, 2010 - 15:44:59 · Mucizeler Savaşı (6)
Ocak 08, 2010 - 15:44:38 · LOTR Filmlerindeki Sinir Bozucu Sahneler (18)
Eski Yazılar
|
|
Hikayeler: 5 Bir İmparatorluğun Temelleri
Yayınlanma tarihi Nisan 02, 2003 - 13:51:49 Gönderen ringmaster |
|
rundmc1982 göndermiş "Merhaha YüzükSever Dostlar, İki hafta boyunca hikayemin devamını, belirli nedenlerden dolayı gönderemiyeceğim. O yüzden bu bölümü oldukça uzun tuttum. Umarım beğenirsiniz. Asmak derecesine varan eleştirilere açığım. Kendinize iyi bakın.
Ablamın dediği gibi, Işık daima yolunuzu aydınlatsın.
Mordor'un karanlığı sizi düşmanlarınızdan gizlesin.
Orch-Rhûn diyarının huzur vadisi içinizi ısıtsın.
***
...Sabah yola çıkmalarına rağmen, öğle olmadan uzun kaynak vadisi ufukta görünüyordu. Myrjala götürüyordu ikisini. Kartal kanatlarını açtığında 12
metreyi buluyordu. Kendisini uçuran beyaz kartala bakan Melkorun içini bir sıcaklık kapladı. Geçmişte yaptığı hatalarından birisini temizlediğini düşünüyordu. Lakin Myrjala gerçek kimliğini bilmiyordu. Öğrendiği zaman ki tepkisini çok merak ediyordu.
- Geldik efendimiz. İşte oradalar, bizi bekliyorlar.
- Bu bir ent hanımı değil mi? diye sordu Myrjala kısık gözlerle.
- Evet öyle. Dedi gülerek Ezessar.
- Hiç yabancı gelmiyor. Gözlerini daha bir kısmıştı.
Yere zarif bir iniş yapan kartaldan akrobatik hareketle aşağıya atlayan Melkor;
- Umarız fala bekletmemişizdir. Bu Myrjala...
- Hımmm. Yavaş ol. Biz erkeklerimiz kadar hızlı konuşamayız. Myrjala, görüşmeyeli çok uzun zaman oluyor.
Birbirlerini tanıdığını anlayan iki eski dostu yalnız bırakıp, diğerlerinin yanına giden Melkor;
- İçimde çok kötü bir his var ve gittikçe büyüyor. Yoldan beri düşünüyorum. Hemen Demir dağlara gitmemiz lazım.
- Normalde dört günlük yolumuz var. Yalnız Myrjalayla gideceğimiz için ne kadar zamanda gideriz, bilemem.
- Kestirmek zor olmasa gerek.
Heyecanla bir görev bekleyen elfe dönerek;
- Etessar, Ayrıkvadide seni bulacak olan elçiyi bekle.
- Lokumdal, sana Etessar aracılığıyla, ihtiyaç olduğunda görevlerin bildirelecek.
- Hımmm. Efendimiz en iyisini bilir.
Efendisini ve orku üzerine alan Myrjala, hızla demir dağlara doğru yol almaya başladı. Grup Greyline yarım günlük bir zaman diliminde ulamıştı. Doğuda, gri dağların bulunduğu yerler oldukça sisli gözüküyordu. Bunun üzerine güneye gri dağların çevresinden dolaşıp gitmeye karar verdi melkor. Orman nehrinin üzerinden yol almaya başladılar. Güneşin ağır ağır batmasından dolayı doğan karanlığın üzerlerine çökmesiyle orman elflerinin kaldığı, yalnız dağ erebora yakın bir yerde geceyi geçirmek için konakladılar.
Yere inerek etrafına bakındı Melkor. Güneyde tüm ihtişamıyla kuyutorman dağları uzanıyor, doğuda ise esgaroth gölü güneye doğru durgun bir şekilde akıyordu.
Yemeklerini yiyen grup izdivaca çekilmişti. Yemek boyunca Etessar ve Myrjala koyu bir sohbet etmişler, Melkor, Etessarın onlara verdiği birkaç parça peksimet atıştırmış ve ikiliden ayrı olarak ne yapması gerektiği hakkında düşünmüştü. Acaba nasıl orkları bir araya getirip birlik olmalarını sağlayacaktı. Etessarın anlattığına göre aralarında bile birbirlerine düşmanca davranıyorlardı. Hem düşmanları da çoktu. İnsanlar, elfler ve cüceler tarafından nefret edilen bir ırktılar. Orkları birleştirip liderleri nasıl olacaktı. Olsa bile diğer ırklarla aralarındaki önlenemez düşmanlığı nasıl giderecekti. Bir çıkış yolu arıyordu ama bulamıyordu. Kimliğini de açıklayamazdı. Bu daha büyük felaketlere yol açabilirdi.
- Efendimiz bize kendisinden bahsetmeyecek mi? diye sordu myrjala.
Düşüncelere dalan melkor, gözlerini, kendisine keskin gözlerle bakan koca kartala çevirdi;
- Ne öğrenmek istiyorsun ? Benimi, onu bende bilmiyorum. Ne olduğumu, bu işin sonunda anlayacağız... umarım... Bana şimdilik Darkmenathar diyebilirsin.
- Her şeyin bir özü vardır efendimiz. Sizin ruhunuzun da bir özü var. Sizde yok olmayan ateşi görebiliyorum. Siz, ne olmak istiyorsanız, osunuz. İnanmak, başarmanın yarısıdır efendim.
Kıpkırmızı gözlerini ona bakan sapsarı gözlere çeviren melkor, söyledikleri tavsiyeler için teşekkür etmek istermiş gibi ufak bir tebessümle karşılık verdi.
Sabah erkenden yola koyulan grup, akşamüzeri, sulimonun rüzgarının da yardımıyla demir dağlara ulaşmıştı. Genelde orklar, dağların çevresine okçular yerleştirir, gelen yabancı misafirleri de hoş karşılamazlardı.
- Efendimiz, görünürde hiç ork göremiyorum. Bir şeyler olmuş olmalı. Diye söyledi Ezessar, meraklı gözlerle etrafı kolaçan ederken.
- Sizin klan, nerede yaşıyor.
Gözlerini kısmış, İçinden bir şey olduğunu anlamıştım der gibiydi.
- Dağın çok altlarında yaşarız biz. Işık bize etki etmez ama inanışımızın gereği olarak gün ışığına çıkmadık yazgımız gelinceye kadar. Efendi Darkhes, seni bu konuda aydınlatır.
- Myrjala, alçal. diye emretti.
Demir dağların en yükseği olan, kastmarın girişine ulaştılar. Görünürde, kimseler yoktu. Orklar arasındaki güç savaşı hala sürüyordu. Ezessar, yolda melkora gerekli olan tüm bilgileri anlatmış, bilgilendirmişti.
- İşte, şu karşıdaki gurgas dağı, orada daha önce bahsettiğim Gargasın liderliğinde bir grup ork yaşıyor. Fakat gözleri bizim üzerimizde. Diğer orkları, insanlara ve elflere karşı kışkırtmak için uğraşıyor. Efendi Darkhes sayesinde bu amacına fazla ulaşamadı ama, bu son savaştan sonra, iyice orkları kendine çekmeye başladı. Mordorda hüküm dağının etekleri altında yapılan savaşta ölen kardeşlerimizin intikamını almak istiyor. Son günlerde iyice toplanmaya başladılar.
- Tamam, bu gece çok uzun bir gece olacak.
Omzuna konan Myrjalaya, dün yaptığı gibi ufak bir tebessümle karşılık vererek, Ezessarın arkasından dağın derinliklerine doğru yürümeye başladılar. Geçitler orkların boyuna göre yapıldığından bazı yerlerden eğilerek geçmek zorunda kalıyordu. Aşağıya indikçe, duvara monte edilmiş meşalelerdeki kabartmalar dikkatini çekmeye başlamıştı. Hepsinin üzerine Belegûr ismi kazınmıştı. Melkora Sindarda bu isim verilmişti. Yazgısının nasıl şekillendiğini gözler önünde görür gibiydi. Baya bir geçitten geçtikten sonra, uzun merdivenlerden aşağıya indiler. Merdivenin sonunda bir ork nöbet tutuyor gibiydi.
- Merhaba Flüt...
- Nerelerdesin sen, efendimiz seni çok merak etti. Günlerdir haber alamadık senden. Çok kötü şeyler oldu. Gargas aramızdakilerden bazılarını kendi tarafına çekip, en azından 6.000 kişilik bir ordu ile Mordora doğru yürüyüşe geçti. Amaçları Gondora saldırmak.
Birden, omzunda bir kuş ile bekleyen, Ezessarın arkasında duran beyazlar içindeki adama gözü takıldı.
- Buda kim? Yoksa...
- Sesinin çok güzel olduğunu duymuştum. Ama bu kadar güzel olabileceğini düşünmemiştim. Ben Darkmenathar, ve buda Myrjala.
- Yüce Eru adına. Demek sonunda gelebildiniz. İnanmıyorum.
Flüt heyecan ve mutluluğun vermiş olduğu hisle Melkora sarıldı. Şaşkınlığını gizleyemeyen melkor, kontrolü kaybetmeden iki eliyle omuzlarından geriye çekerek, gözlerinden yaşlar gelen Flüte baktı.
- Yıllardır beni mi bekliyordun ?
- Hayır, yıllardır belli olmayan sonu mu bekliyordum. Beklediğim sonun, aslında benim için bir başlangıç olduğunu görüyorum.
Görünüşü efendisi gibiydi. Daha çok bir elfe benziyor, orkların dişilerindeki esrarengiz gizliliği yansıtıyordu. Flüt dişi bir orktu. Çocukluğunu Etessar ve gargas ile beraber geçirmiş, diğer kızlardan ayrı olarak, çok cesur bir ork olarak yetişmişti. Dedesi Darkhesten almış olduğu beyazlık ona saygı gösterilmesini sağlıyordu. Klandaki tek savaşçı kızdı. Zamanla gargasla araları bozuldu ve Ezessar ile kardeş gibi yaşıyordu. Ona Flüt denmesinin nedeni, doğarken çıkardığı muhteşem ağlama sesiydi.
- Hemen Darkhesle konuşmam lazım. Nerede şu anda?
- Babalarımızla toplantı halindeler. Ne yapmaları gerektiği hakkında tartışıyorlar. Gargas, Klanımızdan bazılarını kendi tarafına çekebilmek için Havkı burada bıraktı.
Toplantının yapıldığı yere doğru hızlıca yürümeye başladılar. Önlerinde melkor, arkasındanda Ezessar ile Flüt geliyordu. İleride meşalelerin aydınlattığı büyük bir odada orklar toplanmış, aralarından bazı bağrışma sesleri kulaklarına doğru geliyordu. Orklar, sanki hepsi birden hissetmiş gibi, topluca onlara doğru gelen melkora baktılar. Hepsinin gözleri fal taşı gibi açıldı. Beyazlar içindeki Darkmenathar, onlara doğru geliyordu.
- Açılın !!! kardeşlerim...
Kalabalığın içinden, tartışmanın yapıldığı alana girdi. Dört kişi, beyazlar içindeki Darkhesin etrafında toplanmış, bağdaş kurup oturuyorlardı.
- Havk, Jurasim, Kulpas, Gaparos. Burada şu anda ne olduğunun umarım farkındasınız. Kardeşlerimiz bir hiç uğruna ölecekler. diye bağırdı Melkor.
İrkilen gruptan, gözlerini hırs ve intikam bürümüş, Havk hiddetle;
- Sende kim olduğunu sanıyorsun ?
- Soruya soruyla karşılık verme. bu sefer daha hiddetli bağırdı. Bağırırken gözbebekleri bağırıyordu sanki.
Korkan Havk, kenara çekildi ve kendini savunmaya geçti
- Ne yapsaydık, bunları insanların yanına mı bıraksaydık. İntikam istiyoruz biz. Kardeşlerimizin intikamını...
- Savaşta onları yenebileceğinizi mi sanıyorsunuz? Yine öleceksiniz, senin bu dünyada amacın bumu olmalı. Yaratıldığınız elfler batıya giderken, siz bir hiç uğruna ölüme mi gideceksiniz. İnan bana savaş çözüm değil.
- Sende kimsin yabancı ? Ne arıyorsun bu topraklarda. Söylediğin hoş sözler, ama bizim elfler gibi batıya gitme şansımız yok. Bizim kaderimiz böyle çizilmiş. Bu pis ve çorak topraklarda, sığınabileceğimiz başka yer olmayan bu topraklarda, daha ne yapmamızı bekliyorsun. Bize toprak vermiyorlar. Nerede görürlerse öldürüyorlar... dedi mağrur bir edayla Jurasim.
Öfkeden kendini tutamayan Flüt, heyecanla;
- Efendi Darkmenatharın sözlerini duymadınız mı. Savaş önlenmeli. Bu bize acıdan başka bir şey getirmeyecektir. Onu dinlemeliyiz.
- Bizim hakkımızda hiçbir şey bilmeyen, bir adam nasıl olurda hakkımızda ahkam kesebilir? Diye araya girdi Kulpas. Efendi Darkhes, savaşalım bizde kardeşlerimizle, hep beraber kaderlerimizi birleştirelim bu yolda. Ya ölürüz, yada kendi topraklarımızı alır, yepyeni bir imparatorluk kurarız.
- O sıradan biri değil. O... bizim yazgımız. dedi Ezessar haykırarak.
Etraf birden sessizleşti. Herkes şaşırmıştı. Bu gerçek olabilirmiydi. Beklenilen. On binlerce yıl önce yazılan kitabelerde geleceğinden bahsedilen, o olabilir miydi. Sessizliği bozan beyazlar içideki Efendi Darkhes oldu. Oturduğu yerden, tahta asasından destek alarak kalktı ve kardeşlerine hitaben;
- Kitabeleğimizde bahsedilen yazgımız hakkında, onun kığmızı gözlü, beyaz gözbebekli, beyazlağ içinde, omzunda kağtalla, uzun boylu ve pağlak kılıçlı olağak bahsediliyoğdu. Zaman veğilmemiş, fakat geleceği habeğ veğilmişti. Yabancıya baktığımda, kınındaki kılıcının pağlaklığı, onu tanımlamama yağdım ediyor. O... en kudretli... Şu anda 158 yaşındayım ve hep bu anı yaşamak umuduyla bekledim. Kağdeşleğim, beni dinleyiniz. Yazgımız, sizi biğ ağaya toplayıp, biğleştiğecektiğ. Geleceğiniz yazgımızdadığ. Benim göğevim buğaya kadağmış.
Melkor, parmağından çıkan ışığı beyazlar içindeki cüceye gönderdi ve bir anda ortadan kayboldu. Herkes şok olmuştu. Kontrolü elden bırakmayan Melkor, eski zamanları anımsatan şu sözcüleri söyledi;
- Bundan sonra benim haberim olmadan, tek bir ork dahi topraklarımız dışına çıkmayacak. Lideriniz benim. Amacım, size hak ettiğiniz saygıyı ve özgürlüğü vermektir. İtirazı olan var mı?
Kalabalıktan, heyecandan yüksek sesle nefes alıp verme dışında ses çıkmıyordu. Parlayan gözbebekleriyle klan liderlerine baktı. Hepsi korkudan büzüşmüştü.
- Özgürlük istiyormusunuz?
Flüt ve Ezessar bir ağızdan evet diye bağırdılar.
- Yaşamak istiyormusunuz ?
Bu sefer, klan liderleri hariç, tüm orklar hep bir ağızdan
- Evet !!! diye bağırdılar.
Gözbebekleri iyice parlayan Melkor, Öfkeli bir şekilde klan liderlerine baktı. Kudretli bir şekilde
- İmparatorluk istiyormusunuz ? diye bağırdı.
- Evet !!!
- Güçlü olmak istiyormusunuz ?
- Evet !!!
- Toprak istiyormusunuz ?
- Evet !!!
Kalabalık heyecanla bağrışıyorlardı. Klan liderleri de korkularından olsa gerek kalabalığa ayak uydurmaya çalışıyorlardı. Kastmar dağından Darkmenathar , Darkmenathar sesleri demir dağları inletiyordu.
Melkor, imparatorluğunu tanıtmak için tüm krallıklara elçilerini gönderme kararı aldı. Elçiler, yeni imparatorluklarından bahsedeceklerdi. Gondora, geleceğin komutanı gözüyle baktığı Flütü gönderme kararı aldı. Bunları yapması için imparatorluğun tam olarak kurulmasını beklemeye karar verdi. Bir taraftan da çılgın Gargası durdurması gerekiyordu.
Bunun için Ezessarı ve Flütü, Myrjala ile Gargasın kuvvetlerini durdurması için gönderdi. Gerekirse zor kullanmasını tembih etti.
Kendilerine toprak olarak Rhûn civarını almayı kararlaştırdı. Kimsenin yaşamadığı bu ıssız diyarlarda, ona karşı gelebilecek kimsecikler yoktu. Aklında, kuracağı imparatorlukla ilgili tasarılar geliştiriyordu.
- Herkese haber verilsin, İki gün içerisinde demir dağları terk edip, kendi topraklarımıza Rhun diyarına yerleşiyoruz.
***
Ufukta Gargas ve ölüme giden birlikler gözüküyordu. Rhûn dağlarının biraz ötesinde kamp kurmuşlardı. En büyük çadıra gözünü dikti. Büyük ihtimalle Gargas ve arkadaşları orada olmalıydı. Myrjala, büyük çadıra doğru alçaldı. Onu gören orklar, etrafa doğru kaçmaya başladılar. Çadırdan ne olduğuna bakmak için çıkan birkaç orkta korku çığlıkları attı ve onlarda yandaşlarının yapmakta olduğu şeyi, yapmaya başladılar. Yere inen Myrjalanın üzerinden atlayan Ezessar, büyük çadıra girdi. Çadırın doğu tarafında, onun için hazırlanmış tahtında oturuyordu. Etrafında askerleri Glaus, Gothmas, Gorgoroth ve Darius oturuyordu. Kendisine yaklaşmakta olan Ezessarı gören Gargas, belli etmemeye çalışmasına rağmen irkildi. Küçüklüklerinde, aralarındaki dostluk rakebete, rekabet hırsa, hırsta düşmanlığa dönüşmüştü. Gargas dürüst olmasına rağmen, dik kafalı büyümüş ve çevresindekileri hor gören bir yapıya bürünmüş, büyük hayaller peşinde koşma meraklısıydı. Ezessar ise daha mütevâzi, kızdığında ise kıpkırmızı olan burnuyla etrafa korku saçan, dürüst karakterli ve alçak gönüllü bir yapıda büyümüştü. Gargasın sevdiği ender kişilerden birisiydi. Ama ortamları onları birbirine düşman yapmıştı.
- Ooo, kimler gelmiş... Hoş geldin kardeşim, sonunda benimle olacağını biliyordum.
- Yanılıyorsun kardeşim, seni ve yanındaki kandırdığın kardeşlerimi geri götürmeye geldim. Sana iyi haberlerim var?
- Bi saniye... Beni ve yanımdakileri geri götürmeye mi geldin. diye cevap verdi alay edercesine Gargas. Delirmiş olmalısın kardeşim, bu saatten sonra kimse beni yolumdan döndüremez. Ölmek var, dönmek yok
- Efendi Darkmenathar bundan pek memnun olmayacak kardeşim. Bana gerekirse zor kullanmamı söyledi. diye uyarırcasına söyledi Ezessar.
Gargas şaşırmış bir ifadeyle, kendini dizginleyerek;
- Efendi Darkmenathar mı?... Yalan söylüyorsun. Beni, bu efsane diye yutturulan masallarla kandıramazsın. Karanlıklar efendisi Sauron, Yazgımız masalını, insanların ve elflerin bizi durdurmak için ortaya attığını söyledi.
Çevresindekilere sırıtarak;
- Sen kalkmış, şimdi buna inanmamızı mı bekliyorsun bay hayalperest.
Etrafta, alay edercesine gülüşmeler oldu. Ezessar, yumruğunu sıkarak, kendine hakim olmaya çalışıyordu.
- Efendi Darkhes, bunun o kişi olduğunu onayladı ama?
- Darkhes, uzun zamandan beri kendinde değil, kardeşim. Onun söyledikleri artık geçerliliğini yitirdi. Asırlık bir orkun söyledikleri, bana pek inandırıcı gelmiyor.
- "Orada durmalısın Gargas. diye araya girdi Darius. Efendi Darkhes yaşlanmış olabilir, ama kimse şu ana kadar onun söylediği irfan dolu sözlerde şüpheye düşmedi. Ezessara soralım, bunu bize kanıtlayabilirmisin?
- Evet, kanıtın var mı? diye on ikiden vurmuş gibi tekrar aynı soruyu sordu pis sırıtışıyla Gorgoroth.
Etraf birden aydınlandı. Daha önce bir anda kaybolan Darkhes, bir anda ortalarında tekrar belirivermişti. Ezessara tebessüm içeren bir bakış attı ve daha sonra gözlerini Gargasa çevirdi. Bir kere daha şaşıran gargas, belli etmek istememesine rağmen, zor yutkunabildiğini, Darkhes dahil herkes duymuştu.
- Benim küçük yağamaz oğlum. Kendini kontğol etmeyi öğğenmelisin. Şu, oğklar için zoğ geçen zamanlağda, sen inanmasan da, tek umudumuz yazgımızdı. Sonunda, yazgımızı yazmamıza yağdım edecek olan geldi. Akğabalağının yapmış olduğu hatayı, sende mi yapmak istiyoğsun. Biğ hiç uğğuna ölmek.
- Akrabalarım bir hiç uğruna ölmedi, bunak ihtiyar? diye bağırdı gözlerinden yaşlar akan Gargas.
- Öğğenmen geğeken çok şey var evladım. Hatanın neğesinden döneğsen kağdığ. Yanında süğüklediğin kardeşleğin biğ anlık gafletle, seninle gelmeye kağağ veğdileğ. Ölüme gittiğinizi benim kadağ, onlağda biliyoğ. Bunu yüzleğine baktın mı anlayabiliyoğum. Ama sen bunu göğmezlikten geliyoğsun. İntikam hığsı büğümüş seni. Ğuhunun kaybolmasına izin veğme genç oğk.
- Kim pişman ? diye bağırdı etrafına. Kıpkırmızı gözlerini gezdirerek.
Etraftan tek bir ses dahi gelmiyordu ama, oda kardeşlerinin yüzlerine baktığında ölüm korkusunu ve pişmanlığı görmüştü.
- Demek öyle. Tamam o zaman, gidin ve boş hayaller peşinde koşun !!!
- Ben seninle geliyorum diye araya girdi Gorgoroth.
Darius etrafına bakındığında, neredeyse tüm orkların konuşulanları dinlemekte olduğunu gördü. Gözlerini Ezessara çevirdi. Ezessarın gözlerindeki ışığı ve mutluluğu, oda hissetmişti.
- Kardeşlerim. Yolumuz Rûhn dağlarına uzanıyor. Kralımızın sizlere müjdeleri var. diye etrafa bağırdı Ezessar.
Etraftan aynı coşku ile karşılığını alan Ezessar, gözünü Darkhesin olduğu yere çevirdiğinde onun ortalıkta olmadığını gördü ve tebessümü yüzünden eksik etmedi. Görevin buraya kadarmış, Efendi Darkhes. Onun hep bir elf olduğunu düşünmüş, hikmet ve irfan dolu sözlerini kendisine hep öğüt olarak almıştı. Ama artık yoktu. Darkmenatharda o tür özellikler görememişti şimdiye kadar. Ama içindeki inanılmaz gücü hissetmişti. Buydu kendisini ona bağlıyan şey.
***
Hazırlıklar tamamlanmış, Rhûn topraklarına yolculuk başlamıştı. Myrjala ile beraber Rhûn dağlarından dönen Jurasimi kendisine vekil olarak bırakan Melkor, hızla beyaz kartalı ile Rhûn dağlarına doğru uçtu. Carnen nehrinden Rhûn denizine doğru devam etti. Carnen nehri güneyde, Celduin nehri ile birleşip Rhûn denizine akıyordu. Rhûn dağları ufukta tüm ihtişamıyla gözüküyordu. Daha da ilerisinde Mordor diyarını, keskin gözlerinin sayesinde süzüyordu. Eski hizmetkarı Sauronun kalesi Barad-dur oradaydı. İçinden Hala ayaktaysa diyebildi.
Rhûn dağının eteklerinde, en azından 6000 kişilik bir topluluk vardı. Hepsi siyah zırh giydiğinden, zaten kasvetli olan ortama iyice uyum sağlamışlardı. İleride burada yaşayacakalarından ötürü, bitki örtüsünün el verişli olması gerekiyordu. Bunun için Kementarinin yardımına ihtiyacı olacaktı. Fakat o sonraki mesele idi. Dağın yüksek bir çıkıntısında Ezessar, yanında birkaç adamı ile beraber, ayakta onu bekliyorlardı. Yanlarına zarif bir iniş yapan Myrjala, efendisinin inmesiyle, en sevdiği boyut olan kanarya boyutuna küçüldü. Myrjalanın omzuna konmasından sonra, gözlerini Ezessara çeviren Melkor, düşünce yoluyla ona Gargas nerde diye sordu. Şaşırmış gözüken Ezessar düşünceli bir şekilde gitti diyebildi. Sana, gerekirse zor kullanmanı söylemiştim. Umarız daha sonra başımıza bir dert açmaz. Bir anda olup bitmiş olan konuşmadan sonra Melkor, halkına dönüp elini kaldırmasıyla, ortalıkta ölüm sessizliği vardı. Karanlık, ışığın batmasıyla beraber tekrar etrafa çökmeye başlamıştı. Ağzından, ilmini sadece kendisinin bildiği büyülûgat dilindeki büyü sözcükleri dökülüverdi;
- nunure ınığışı ednüzüy nayışat htereble izib nıstalnıdya.
Avucunu açan Melkor, çıkan parlak mavimsi ışığı, halkının toplandığı alanın üzerine gönderdi. ınığışı ças. Birden, parlak mavimsi ışık, dağın kalbinden etrafa yayılan lav gibi, alana ışık kümecikleri saçmaya başladı. Bu muhteşem ışık kümeciklerine dokunmak isteyen orklar, boşluğa dokunduklarını fark ettiler. Etraf aydınlanmıştı. Kümecikler sayesinde yüzünde oluşan gölgeli gözlerinin içindeki beyaz gözbebeklerinin parlaklığı çok net görülebiliyordu. Konuşmasına başladı;
- Kardeşlerim. Size vaat ettiğim, sizin huzurunuz içindir. Binlerce yıldan beri çektiğiniz eziyetler, nihayet son bulacaktır. Bunun için buradayım. İnsanlar, sadece Kutsal Erunun bildiği sona gidecekler. Cüceler öldükten sonra, onları yaratan Aule ile beraber olacaklardır. Elfler, hepinizin bildiği gibi kutsal diyara gideceklerdir. Ve sizler... aranızda sonunuzun ne olduğunu bilen var mı ? Morgoth tarafından, Elflerden yaratıldığınız halde, içinizde hiç batıya giden oldu mu ? Yaratıldığınız günden beri huzuru bulabildiniz mi? Ölen kardeşlerinizin ne uğruna öldüğünü hiç düşündünüz mü? Bir hiç uğruna, kendi ihtirasları için kandırıldığınız hangi varlık, size huzuru vaat etti.? Hiçbiri. Çektiğiniz acılar karşılığında ne kazandınız peki? Ölen yüz binlerce kardeşiniz, ne kazandı ? Nefret... Evet, nefret... Görüldüğünüz yerde öldürülen bir ırk oldunuz. Hayvan avlanırmış gibi avlandınız. İşte kazandıklarınız, bugün ortada.
Etrafına bakındı. Işığın gücü iyice artmıştı. Gözbebeklerindeki parlaklık konuşması devam ettikçe artıyordu.
- Ben, size bunları vaat etmiyorum. Size özgürlüğü vaat ediyorum. Hak edeceğiniz saygıyı, kahramanlarınız sayesinde kazanacaksınız. Sizin, insanlar, cüceler ve elflerden aşağı kalır yanınız yok. Kuracağımız yeni imparatorluk, dünyanın görmediği bir imparatorluk olacak. BÜYÜK ORCH-RHÛN İMAPATORLUĞU. diye bağırdı.
Halkta müthiş bir sevinç vardı. Etraftan sevinç çığlıkları yükseliyordu. Yanına çıkan Flütü fark eden Melkor;
- Flüt. Bu mutlu günümüzde, bu kutlu günümüzde, duygularımıza tercüman ol.
Flüt heyecanla, şiir niteliğinde olan şarkısını söylemeye başladı.
Düşündüm... hayatımda ne zaman gülücem diye,
Atalarımız katledildi bir hiç uğruna.
Bizim efsane dediğimiz şeyi söyledi Darkhes gerçek diye,
İçimde bir umut vardı... geleceğim ve hayatım uğruna.
Sordum yazılmamış tarihe, neden atalarımız böyle, niye?
Tarih cevap vermedi, suçu kendinde ara diye?
Aramaya çalıştım gerçeği, bu dünya bizim için neden böyle?
Geçmişin karanlık ruhları cevap verdi; bizim için en iyisi böyle.
Olmaz, olamazdı... olmamalıydı...
Karanlık onlara ne kazandırmış ki, bize kazandıracaktı.
Dediğim gibi, bir umut vardı, hayatımız için.
İşte o umut bugün filizlendi, bizim ve halkımız için
Yeniden doğmuş gibi huzurluyum. Başlıyor hayatımız.
Umudun ismi, sen ve biz mutlu olalım, bu bizim yazgımız...
***
Rhûn denizinin yanına, büyük çadırlar kurulmuştu. Myrjalanın kuşkusuz bunda yardımı büyük oldu. Dört gün içerisinde demir dağlardan gelen Jurasimin liderliğindeki grup, yanlarında büyük kaya parçaları getirmişti. Büyük Rhûn imparatorluğunun ilk konağı buraya yapılacaktı. Melkor, elçileri göndermiş ve yanlarına Feanorun mücevherlerini vermişti. Mücevherler karşılığında, gerekli olan bütün malzemeleri getireceklerdi. Ezessarı ise Moriaya göndermişti. Cücelerin değerli taşlara olan hayranlığını biliyordu. Birkaç değerli taş karşılığında zanaatkar cücelerden bir kaçını, şehrin oluşturulmasında halkını eğitmek için kullanabilirdi. Lakin, daha önemli olan bir şey vardı. Buranın bitki örtüsü, çorak topraklardan başka hiçbir şeyin yetişmesine izin vermiyordu. Bunun için Yavanna ile konuşması gerekiyordu. Batıya gitse, gerçek kimliği anlaşılabilirdi. Eruya dua etti, kendisinin tanınmaması için ama yapabileceği bir şey yoktu. Artık seste gitmişti. Zor zamanlarında daima kılavuzu olan ses, uzun zamandır onunla konuşmuyordu. Ona yapılan konağında derin düşüncelere dalmıştı. Myrjala, evet o, belki o Niennayla konuşup, Yavannayı yardım etmesi için ikna edebilir. Fikir, aklına yatmıştı. Dışarıda inşaat işlerine yardım eden Myrjalayı hemen çağırttırdı.
- Myrjala, dostum. Hemen batının en batısına gitmeni, Niennayı görmeni istiyorum. Ondan Yavannayı, ot bitmeyen toprakların iyileştirilmesi için yardımına ihtiyacı olan birinin gönderdiğini söyle. Niennayı kırmayacaktır, emin olabilirsin. Birde ona... neyse boşver. Hemen yola çıkmanı istiyorum.
- Peki efendim. Şansımızı deneyeceğim. Ama artık Valar Dünya ile fazla ilgilenmez oldular. Hele orklar hakkında hiç iyi şeyler düşünmüyorlar. Pek umut yok gibi gözüküyor.
- Onlara, dünya ile hala ilgilenen bir Vala olduğunu söyle.
- Peki efendimiz.
- Myrjala, dikkatli ol. Sana güveniyorum. Işığım daima seninle olsun.
Gökyüzüne havalanan beyaz kartal, görünürden hemen uzaklaşmıştı. Çalışan orklara bakınan Melkor, bazı yerlerde büyülerinin de yardımıyla zor işlerin üzerinden geliyordu. Çekiç ve balta seslerinden başka kulağına bir takım yabancı sesler gelmeye başladı. Daha dikkatli dinleyince bunların atlılar olduğunu anladı. Melkor gözlerini sesin geldiği taraf doğru çevirdi. 50 kadar zırhlı atlı, onlara doğru geliyordu.
***
Rhûn diyarını yavaş, yavaş terk eden Myrjala, boz topraklara ulaşmıştı. Oradan güneye, Gondora inmeye karar verdi. Efendisine insanların yaşadığı yer hakkında bilgi vermeye karar vermişti. Rauros çağlayanlarının üzerinden ulu nehir Anduin nehrini izleyerek güneye doğru hızlıca gidiyordu. Minas Tirithe ulaştı ve Şehrin ak kulesini gördü. Alçaktan uçtuğu için insanlar, ona hayretle bakıyorlardı. Hissettiği en önemli şey ise Gwaihirin kokusu olmuştu. Kartalların efendisinin kokusu. Ama gerçek efendisinin kesin emri vardı. Direk batıya, Niennanın konağına gitmeliydi. Gwaihiri görmek ona zaman kaybettirirdi. Duygularını dizginleyip tekrar batıya doğru yol almaya başladı. Mering çayını hızlıca geçip, oradan Edorasa, oradan da Rohan geçidine ulamıştı. Kuzeyde Isengardın orada , uzunca bir kule gördü. Siyah uzun kuleyi es geçip Enedwaith olarak bilinen uzunca yeşillik dolu vadiye gelmişti. Sulimonun rüzgarının da yardımıyla Eriador diyarına ulaşması uzun zürmedi. Güneyde mavi dağlar, onun arkasında da Büyük deniz uzanıyordu. Batıya doğru, devam etti dümdüz, Ered Luine. Evet, artık dünya sınırlarından ayrılıyordu. Dünya sınırlarına ulaşana dek üç gün devamlı yol almıştı.
Büyük denize ulaştı. Hiç bitmeyecekmiş gibi uzanan bu denizden geçmişinde bir çok defalar geçmişti. Ama Niennanın konağı batınında batısında, Mandosun salonlarının da ilerisindeydi. İçini bir ürperti aldı Myrjalanın. Binlerce yıldan sonra kutsal diyarlara ayak basıyordu. İlk efendisi Mystrayı çok sevdiğinden, onunla beraber buradan ayrılmaya karar vermişlerdi. Ta ki gerçek niyetini öğreninceye kadar. Niyetini öğrendiğinde ise iş işten geçmişti artık. Karanlığın esiri olmuştu.
Gece olmuş, etrafa karanlık çökmüştü. Yanında efendisinin ışığını taşıdığından, etrafı mavimsi bir ışıkla parlıyordu. Denize baktığında koca dalgalar, sanki ona buralara giremezsin diyordu. Yol boyunca ufak adacıklar gördü. Daha önce olmayan adacıklardı bunlar. İçinden en kudretli buraya ulaşamasın diye yapılmış olmalı diyebildi. Çok geçmeden Valinora kutsal diyarlara ulaşmıştı. O muhteşem kapıda, kule boyundaki kapıda bekleyen dev gibi bir nöbetçi, parlayan gözlerini ona doğru çevirdi.
- Myrjala. Uzun zaman oldu kadim dostum?
- Merhaba Azmar, kutlu diyarın nöbetçisi, selam olsun sana.
- Sana da selam olsun, Myrjala. Efendi Darkmenatharın dostu, kulu, yardımcısı.
Sesi bir gök gürlemesini andırıyordu. Azmar, ruhların yüzüne baktı mı, ruhu okurdu. O yüzden kutlu diyara kötü olan bir şey giremedi, ağaçların ölmesinden sonra.
- Kalplerin kraliçesi, Yaralı ruhların tedavicisi Nienna ile konuşmak için geldim Azmar. Bana müsaade edecek misin?
- Tabi ki. Geç kadim dostum. Hayırlı bir iş olduğu yüzünden okunuyor.
Muhteşem Valinor diyarının kapıları Myrjala için tekrar açılmıştı. İçeri girdiğinde içini inanılmaz bir huzur kapladı. Öyle ki, buradan bir daha ayrılmak dahi istemedi. Efendisine olan bağlılığı olmasa. Herkesten selam alıyor ve veriyordu. Güneşin kraliçesi Melianı uzun bir aradan sonra tekrar görmüştü. Melian, ona dikkatli gözlerle baktı.
- Myrjala, o sen misin?
- Benim, hanımım. Görüşmeyeli güzelliğinizden hiçbir şey eksilmemiş.
- Oh.. canım. Teşekkür ederim. Senide iyi gördüm. Eskisinden de iyi. Nasıl bu hale geldin. Daha bir güzelleşmişsin. Yoksa bir Valanın himayesi altına mı girdin? diye sordu serinlik saçan ve kalplere hitap eden sesiyle Melian.
- Bir Vala kadar sevebileceğim birinin himayesi altına girdim hanımım. Tanısanız sizde onu çok seversiniz. Efendi Darkmenathar.
- Darkmenathar mı? İsmini ilk defa duyuyorum. Dünyadan haber getiren elçilerim, bana onun hakkında hiçbir şey söylemediler? O Işık, omu verdi sana onu?
- Evet hanımım. Onun ışığı, mavi ışık.
Melian, parlayan mavimsi ışığa hasretle baktı, bu o olmalıydı, yok olmayan ateş. Ama emin değildi ve myrjalaya bir şey bahsetmedi.
- Buraya neden geldin Myrjala?
- Hanımım, efendimizin Kraliçe Nienna aracılığıyla, Kementariden bazı istekleri var. Onun için geldim. Daha önce onun konağına hiç gitmedim. Bana yardımcı olumusunuz.
- Tabi canım. Melias, misafirimizi hemen Kraliçe Niennanın konağına götürmeni istiyorum ?
- Peki hanımım.
Melian ile vedalaşan Myrjala, etrafına bakınıyordu. Kutsal diyarlarda elf şekline bürünebiliyordu. Normalde sarı olan gözleri, efendisine hizmet ettiğinden dolayı artık parlak maviye dönüşmüştü. Yolda Melias ile konuşmayan Myrjala, ona sunulan yiyeceklerden yiyerek bir yandan da etrafa bakınıyordu.Yiyecekler çok lezzetliydi. İçtiği kutsal suyun tadını neredeyse unutmuştu. Gittiğinden beri, Valinor ayrı bir güzelleşmişti. Muhteşem kuleler, engin ormanlar ve kutsal şehrin ruha huzur veren havası. Kuzeye doğru baktı, taniguetil dağını, dünyanın en yüksek zirvesini tekrar gördü. Hayran olunası bir yerdi orası. Birden aklına efendisi geldi. Şu anda yeni şehirlerini kurmakla uğraşıyorlardı o çorak topraklarda. Yaptığından utandı ve yiyecekleri yerine koydu. Efendisi ve halkı açken, o burada muhteşem yiyecekler yiyemezdi. İçinden efendisinden özür diledi. Kalbinden gelen bir ses üzülme diye seslendi ona. Efendisinin içindeki gizli gücü, oda hissediyordu. Bunu hiçbir maiada görmemişti. Sadece bir Valada olabilirdi bu güç.
- Geldik efendim. Buradan öteye gitmemize izin verilmez. Kendiniz konuşmalısınız, kraliçemizle.
- Tamam Melias. Teşekkür ederim. Işık yolunu ve sevdiklerini aydınlatsın.
Çayırlara ayak basan Myrjala, hızlıca biçim değiştirip Niennanın konağına uçmaya başladı. Bir ses ona Hoş geldin Myrjala. Kalbini bozma, içini temiz tut, kötülüklerden arın. diye telkinlerde bulunuyordu. Yüreğini, daha önce hissetmediği bir hoşluk kapladı. Doğruca, ilerde olan konağın önüne kondu. İnanılmaz bir evi vardı kraliçenin. Yakuttan yapılmış olan evin içi şeffaftı. Rahatlıkla evin içi görülebiliyordu. Bu temizliğin görüntüsüydü. Daha önce bu kadar büyük bir konak görmemişti. Kutsal Vala Manwenin konağı bile bu kadar güzel değildi kuşkusuz. Biçim değiştirmedi, çünkü buna ihtiyaç duymadı. Nienna, ruhların dış görünüşüne pek önem vermez, adeta ruhuyla konuşurdu. Bunu çok defalar duymuş olmasına rağmen, ilk defa hissediyordu. Konağın kapısından kendi boyundan biraz daha uzun olan, tek başına yaşan Kraliçe Nienna çıktı. Myrjala resmen büyülenmiş gibiydi. Daha önce böyle güzel bir şey görmemişti. O muhteşem yüz şeffaftı. Simsiyah saçlar beline kadar uzanıyor, üzerindeki bembeyaz parıldayan giysisini mükemmel tamamlıyordu. Yüzündeki gamzeler, kusursuz bir Vala olduğunu gözler önüne seriyordu. Simsiyah gözlerinin içindeki bembeyaz gözbebekleri, aynı efendisinin gözleri gibiydi. Kraliçe Vardanın çok güzel olduğunu duymuştu. Kelimelerle ifade edilemeyecek kadar güzel olduğunu. Ama Kraliçe Niennayı gördükten sonra, Varda daha ne kadar güzel olabilirdi ki.
- Kı-Kraliçe Nienna, gördüğüm en güzel varlıksınız ?
- Teşekkür ederim ruhum. Neden buralara kadar kendini yordun?
- Efendimizin selamını size iletiyorum kraliçem, sizden bir isteği var kraliçem.
- Efendin kim, ruhum?
- Darkmenathar kraliçem. Orkların ilk kralı.
- Orkların mı ? Myrjalanın yanındaki mavi ışığı gören Kraliçe Nienna, ağlamaya başladı. Mavi ışığın, ona ait olma ihtimali çok yüksekti. İçinden kutsal baba dedi. Kömür gibi gözlerinden yanağına doğru akan tek bir gözyaşı, yanağından süzülüp, avucunun içine düştü. Avuç içlerini birleştirip, myrjalanın beyaz tüylerine sürdü ellerini. Kendinden geçen kartal, sanki bütün yorgunlukları alınmış gibiydi. Birdamla gözyazı ile yorgunluğu dökülmüş gibiydi.
- Daima orkların kaderi hakkında düşünmüşümdür. Ne olacakları hakkında. Sana nasıl yardım edebilirim ruhum.? diye soru Nienna, uykudan uyanmış gibi sarhoş olan Myrjalaya. Kendine ağır ağır gelen Myrjala;
- Yeni imparatorluğumuz çorak topraklarda kuruluyor. Orkların kötü talihini değiştirmek istiyor efendimiz, kraliçem. Diğer halkların topraklarına el koymak istemediğimizden, kendimize mesken olarak Rhûn diyarını seçtik. Bu diyar ıssız olmasına ıssız ama, toprakları çorak ve verimsiz, ot bitmeyen cinsten. Kraliçe Yavannaya direk söylersek, zaten sevilmeyen Orklara yardım etmeyeceğini düşündü efendimiz. Sizin de çok yardım sever biz Valier olduğunuzdan, Kraliçe Yavannayı ikna edebileceğinizi düşündü. Amacımız, kraliçe Yavannayı kötü göstermek değil, Kraliçem. Efendimizi yanlış anlamanızı istemem. Ama inandığım bir şey var, oda şu. Orkları, sizin kadar düşünen bir Valier olduğuna inanmıyorum. Bize çorak toprakları iyileştirmemizde yardım edecek misiniz kraliçem?
- Tabi ki ruhum, tabi ki. Orkların düzelmesine katkım olacaksa ne mutlu bana. Kraliçe Yavannayla ben konuşurum Myrjala. Sen ruhunu biraz dinlendir. Zahmet seni yormuş. Finnas, misafirimizle ilgilenir misin?
Efendisi zor şartlarda olduğundan, verilen yemeklerin hiç birini yemek istememiş ama Kraliçesini kıramadığından ötürü, sunduğu bir takım yiyeceklerden yemişti. Kraliçe Niennanın kusursuz güzelliği, hala gözünün önünden gitmiyordu. Dünya dışı sonsuzluğa bakındı ve ruhunu dinlendirdi.
***
Atlıların geldiğini, seslerden orklarda anlamıştı. Sakin olun diye yatıştırmaya çalışıyordu melkor onları. İyice yaklaşan atlılardan birisi iyice yaklaştı ama önünde Melkor duruyordu.
- Merhaba yabancı. Bir şey mi arıyorsun?
Gördüklerine şaşkınca bakınan yabancının üzerinde, gümüş bir zırh vardı. Zırhın tam ortasına çeşitli krallıkların şekilleri işlenmişti. Esmer ve uzun boylu genç adam, Melkorun gözlerine daha fazla bakamayarak;
- Buralarda Gondora saldırak üzere yola çıkan bir ork ordusunun varlığından haber aldık...
- Darkmenathar.
- "Efendi Darkmenathar, böyle bir orduya rastladınız mı hiç? derken, sanki onları kastediyordu.
- Gördüğün ordu...
- İsmim Falatah efendim.
- Dediğim gibi Asker, gördüğün ordu artık bir ordu değildir. Yeni yerleşim yerlerimize yerleşiyoruz. Kralınız bundan haberdar olacaktır, merak etmeyin.
Etrafına bakınan asker, burada yaşanır mı der gibi bir bakış fırlattı etraftaki orklara. Fakat orklar aldırış etmediler.
- Ordunuz etkisiz hale getirildiğine göre, gitmemizde bir mahsur yok sanırım Efendi Darkmenathar.
Melkorla konuşurken asker, gözlerine bakamıyordu. Ne zaman baksa, ışığın kudretinden kör olacağını düşünüyordu.
- Gidebilirsiniz asker.
- Umarım dedi kuşkuyla Falatah ve atına bindi. Eyerini batıya, Gondora çevirip uzaklaştı. Yanındaki askerlerde onu takip edip görünürden kayboldular.
***
Ne kadar zaman geçtiğini kendiside hatırlayamıyordu. Uyandığından ipekten bir yatağın üzerinde yatıyordu. Hemen ayağa kalktı. Efendisinin emrine itaatsizlik etmek istemiyordu, ama şimdiden çok geç kalmıştı. Kim bilir ne kadar zamandır burada yatıyordu. Yanına finnas geldi;
- Misafirimiz iyi dinlenebildilermi?
- Çok iyi ve fazla dinlendim finnas. Kraliçemiz geldi mi?
- Zatalileri ^bahçede mehtabı seyretmektedir.
Hemen bahçeye çıkan Myrjala, Kraliçesini ağlarken gördü. Nienna, lindeki kağıda, elmastan kalemiyle, Myrjalanın daha önce görmediği bir dilde yazı yazıyordu. Myrjala, kraliçesinin onu farketmesini istermiş gibi, boğazından ses çıkardı.
- Iıım. Kraliçem, sizi rahatsız etmek istemezdim ama efendim beni beklemektedir. Kraliçe Kementariyi ikna edebildiniz mi?
Gözlerini ona doğru çeviren Nienna;
- Şu ana kadar hiçbir ruhun varlığından rahatsız olmadım ruhum. Zaten bende yazacaklarımı yazmıştım. Yavannaya gelince, o konuda üzülme, bizden istediğin şey bu şişeciğin içinde saklı. Efendin ne yapması gerektiğini bilir.
Şişeciği uzatan narin ellere, dokunmamak için kendini zor tutan Myrjala, şişeciği alıp tüylerinin arasına koydu. Fark ettiği bir şey daha vardı. Kraliçenin diğer elide, az önce yazdığı mektubu uzatıyordu.
- Bunu da efendine vermeni istiyorum Ruhum.
İpekle sarılı kumaşa konan mektubu da alan myrjala, kraliçesinden ayrılmak için gerekli izni alıp tekrar Valinora doğru uçmaya başladı. İçinden acaba bir gün buralara tekrar gelebilecek miyim diye söyleniyordu.
Mandosun salonlarına uğramadan, direk Valinora ulaşan Myrjala, yolda Kraliçe Yavannayı gördü. Tüyleri diken diken oldu. Fakat daha sonra Kementarinin kendisine gülümsediğini göre Myrjala, kendisine kalben teşekkürlerini sunup hızlıca efendisinin yanına, orta dünyaya doğru yol almaya başladı. Kapıda Azmar ile şimdilik vedalaşarak büyük denizden Ered Luine doğru yol almaya başladı. Her gezisinde hatırından çıkaramadığı bir olay gelirdi başına. Bu gezisinde ise, hayatında unutmayacağı ve daima hatırlayacağı en önemli olay ise kraliçe Niennanın kendisine sürdüğü gözyaşıydı. Tüylerine baktığında, deniz mavisi rengini almışlardı. Bu kartallar tarafından kutsanmış mevki olarak kabul edilirdi.
Bir gün sonra, buçuklukların yaşadığı Shire şehrinin üzerinden, bu sefer orkların Demir dağlardan başka yaşadığı diğer bir yerleşim yerleri olan Dumanlı dağlara doğru uçmaya devam etti. Etrafta orklar kaçışır halde gözüküyordu. Keskin gözleriyle Gorgorothuda fark etmişti. Doğruca, hiç durmadan devam etti yoluna, ta ki fırtına başlayıncaya kadar...
Yolunu, fırtınanın şiddetleneceğini anlayınca, Rhovanion ormanlarına çevirdi. Geceyi geçirmek için buradan daha güvenli tek yer efendisinin yanıydı. Sabah, fırtınanın da dinmesiyle tekrar yola koyulan Myrjala, ertesi günün akşamı nihayet efendisine kavuşmuştu.
***
Myrjala, gideli bir günden fazla olmuştu. Melkor ve halkı, yeni imparatorluklarının ilk yerleşim yerlerini kurmaya devam ediyorlardı. Hızlı binekleri vardı Rhûn diyarının. Asabi atları, evcilleştirilemeyen atları Melkor evcilleştiriyor ve uzun boylu orklara at sürmeyi öğretiyordu. Acaba Myrjala başarmış mıydı?. Orada yardım isteyebileceği tek Vala, Niennaydı. Tek umut...
Myrjala gideli üç gün olmuştu. Şehir kurma işleri tüm hızıyla devam ediyordu. Orkların en önemli özellikleriydi, ölesiye çalışmak. Elflerden aldıkları en iyi özellikti bu. Geçen zaman içerisinde, başta kendi konağı olmak üzere toplam 18 konağı hazır hale getirmişlerdi. Taştan evler, orklara adeta saraydan farksız gözüküyordu. Efendileri ise onlara çeşitli zanaatlar hakkında ufak ip uçları öğretiyordu. Herşey güzel gidiyordu, ama Melkorun içindeki o şüphe azalmasına rağmen tam olarak geçmemişti. Yalnız orklar kabaydı ve bu kolay iyileştirilemeyecek bir konuydu. Bununda üstesinden gelecekti Melkor, derin ilmi sayesinde. Çorak topraklar, çalışma koşullarını olumsuz etkiliyordu orkların. Arada bir bastıran kum fırtınaları, Rhûn diyarının yeni sakinlerini zor durumda bırakıyordu. Cücelere gönderdiği elçiler henüz dönmemişti ve yapı konusunda en beceriklileri onlardı kuşkusuz. Ezessarı göndermişti Moriaya, görünüşü çirkin olmadığından dolayı, elflere çok fazla benzeyen ondan başka tek ork Flüttü.
Çalışmalar tüm hızıyla devam ediyordu, fakat kötü haber gözcülerinden çabuk geldi.
- Kralımız, kuzeyden 1000 kişilik bir ork ordusu hızla buraya yol almakta.
- Hemen, kardeşlerine haber ver. Hepsi büyük konağımız, Kralın konağında toplansın.
- Peki efendim.
Haberleşme çok iyi organize edildiğinden, tüm halk on dakika içinde büyük konakta toplanmıştı. Askerler, onlara sakin olmaları konusunda tavsiyede bulunuyordu.
Dışarı çıkan melkor, yanında Jurasim ve Flüt ile beraber toplam on kişi olan bir grupla, orkların geldiği yöne, kuzeye doğru yürümeye başladılar. Ork birliği onları görmüş olacak ki yavaşlamaya başladı. En başlarında Gargas, yanında Gorgoroth, Melkorun daha önce hiç görmediği bir hayvana biniyorlardı. Hayvan yürüyen bir kuş biçimindeydi. Çirkin ve tüysüz bir yüzü vardı. Birbirleriyle konuşabilecek kadar yakınlaşan biri on, diğeri en az bin kişilik iki gruptan büyük olanın lideri, ufak grubun liderinin yanına yürüdü.
- Hey, sen. Kral geçinen, benim kardeşlerimi gerçekleşmesi mümkün olmayan hayallerinin peşinde koşturmana müsaade edilmeyecektir. diye bağırarak konuşuyordu. Bunu garanti ederim.
Öfkesi, parlayan gözlerinden belli olan Melkor;
- Krallığımıza katılıp katılmaman, sana ve kardeşlerine kalmış bir seçim. Biz davetçiyiz, yargılayıcı değil. Herhangi kötü bir olay çıkmazsa canının bağışlanacağını garanti ederim. diye tehdit edercesine söyledi.
Bu sefer Gargas öfkelenmişti. Arkasındaki iri yapılı orka, git şu adamı öldür gibi bir bakış fırlattı. Kendisine doğru koşan orka, hiç aldırış etmeyen Melkor, eliyle itermiş gibi havayı itti ve ona gelen ork ters istikamette yere düştü. Şaşkına dönen Gargas, bu sefer iki kişi birden göndermeye çalıştı ama, işareti alan orklar dövüşmek istemediler.
- Kendi ihtirasların için ruhlara kıyma genç ork. Senden öncekilerde intikam için savaştıklarını zannetmişti ?
Parlayan gözlü adama atılan Gargas kınından kılıcını çıkarmak için hareket yaptı ama çıkaramadı. Çekiyor, çıkmıyordu. Harekette edemiyordu. Olduğu yere bir çivi gibi saplanmıştı. Parlayan kılıcını çıkaran Melkor, boğazına dayadığı genç orkun ruhunu okuyordu. İntikam dolu ruhunu, akrabalarının kıyıma uğradığını düşünen ruhunu. Konuşmaya başladı ruhuyla
- Hayatını bağışlıyorum genç ork. Senden öncekilerde bu uğurda canlarını heba ettiler. İnan bana hala umut var. Sizi yaratan, şu anda ne hallerde biliyor musun? Efendiniz Morgoth, sizi niye yarattı biliyor musun ? Kendi istekleri uğruna, yaratıcısına olan kininden dolayı sizleri bu hale soktu. Nefretin sembolleri oldunuz. Şu halinin hoşuna gittiğini mi sanıyorsun? Sanıyorsan, kendini kandırıyorsun demektir. Ben, eski efendileriniz gibi size bunları vaat etmiyorum. Sakın şunu unutma; Hiçbir şey gönülden istemedikçe gerçekleşmez. Kalbinin tasdik etmediği durumlarda, günah keçisi arama. Akrabalarını kurtarmak istiyorsan, onların yanlışlarını düzeltmeye çalışırsın. Daha da bozmaya değil. Ölüler evinde mevki kazanmak istiyorsan, önce kendi ruhunu temizlemelisin. Başkalarının değil... Elfler gibi zarif varlıkların kanını taşıyorsun. Sakın bunu unutma. Kanını taşıdığın atan, zamanında Morgothla kahramanca çarpışan bir elfti.
Bu duruma daha fazla dayanamayan Gargas, efendisinin omzuna yaslanıp ağlamaya başladı. Efendisinin ruhuna ağlayarak;
- Ben sadece, bize yapılan haksızlığı düzeltmek istiyorum. Yıllardan beri çektiğimiz çileyi çekmek istemiyorum. Diğer ırklara bahşedilen mucizelerin, bize de verilmesini istiyorum. Tek isteğim bu... kralım, başka bir şey değil.
- Bunun için Eruya dua et oğlum. Hayatta her şey mümkündür. Bunları düzelteceğime, babam adına yemin ediyorum.
Ruhların konuşması, konuşanlar için uzun, ne olduğunu anlamaya çalışan diğer orklar için kısa sürdü.
- Kardeşlerim... Yeni kralınızın önünde diz çökün.
Ordudan bazıları şaşırmış, fakat hepsi birden diz çökmüştü, gargasla beraber. Ne olduğunu anlayamayan Gorgoroth, hemen oradan uzaklaşmaya başladı.
- Gorgoroth!!! Diye arkasından bağırdı Gargas.
- Bırak gitsin... dedi, Efendisi.
Gasgasın da katılmasıyla, halk daha bir mutlu olmuştu. Gargas, dürüst ve iri yapılı bir orktu. Lider olma yeteneği olan bir orktu. Gece boyunca efendisi konuşmuşlardı. Kralları, onlara dışarıdan gelebilecek olan tehditlere karşı kuvvetli bir ordu oluşturulması hakkında emirler veriyordu. Malum orklar savaşta hiçte iyi savaşamazlardı. Bu başına buyrukluğu sıkı bir eğitimle, disipline nasıl dönüştürebileceğini anlatıyordu kralı ona. Bunun için o görevlendirildi. Büyük Orch-Rhûn İmpratorluğunun yeni ordusunun kumandanı yetkisi ona verilmişti.
- Ordumuzun komutası sende bundan böyle... diye gururla söyledi Melkor.
- Sizi utandırmayacağım kralım.
- Lakin, bu ordu, öldürmek için değil, savunmak için kurulacak. İnsanlar ve elfler bizim bu kadar çabuk değiştiğimize inanmayacaklardır. Onları bu konuda suçlayamam. Yeni imparatorluğumuzun elçileri daha yola çıkmadılar. Önce orklar arasındaki savaşları önlemek zorundayız.
- Efendim, dumanlı dağlarda yaşayan kardeşlerimiz, bizim gibi değiller. Onlar bizden çok daha vahşi. Bizim kadar iri yapılıda değiller. Hayvan gibi yaşayan bir tür onlar. Yabancıları da hiç sevmezler. İçlerinde konuşmasını bilmeyen türler bile var.
Gargas, bu konuda efendilerini iyice bilgilendirdiler. Tek çıkar yok vardı. Oranın tamamen pislikten temizlenmesi gerekiyordu. Ama bu hiç kolay olmayacaktı. Orduları ve yerleşim yerleri hazır olduktan sonra yapılacak çok işleri vardı. Sabah erkenden çalışmalar tüm gücüyle yeniden başladı. Bu gölgeli diyarda, güneş bugün daha bir güzel açmıştı. Parlak beyaz taşlardan yapılan büyük konak çok güzel parlıyordu. Su ihtiyaçlarını karşılamak için alt yapının hazırlıkları henüz bitmemişti. Suları, bu çorak topraklara taşıyacak olan kanallar bitme aşamasına gelmeye başlamıştı. Orklar elfler kadar becerikli olamasalar da, onlar kadar akıcı üşünebiliyorlardı. Rhûn ormanından kesilen ağaçların içi oyularak suyun taşınacağı kanallar tamamlandı ve suyu çekecek olan büyük vakum şeklindeki aleti Melkor, bizzat kendisi yapmıştı. Lakin su o kadar da temiz değildi. Efendisi, uçan ruhunu bekliyordu her şeyin tamamlanması için.
Akşamüzeri Melkor komağından geliyor sesleri üzerine dışarı çıktı. Henüz batmamış olan güneş Myrjalanın parlak maviye dönen gözlerini, daha bir güzelleştiriyordu. Aşağıya, efendisinin yanına indi. Yüzündeki umut verici ifadeden, isteğinin kırılmadığını anlayan melkor, içinden kraliçesine dua etti.
- Efendimiz. Kraliçe Nienna, size bu şişeciği ve bu mektubu gönderdi. İsteğinizin kabul edildiğini bildirmemi istedi. Size tüm güzel dileklerini iletti.
- Tüm güzellikler seninle olsun uçan ruhum. Büyük bir iş başardın.
Mektubu ve şişeciği alan Melkor, hızla mis gibi kokan ipek kumaştan mektubu çıkardı.
Değerli Ruhum,
İstemiş olduğunuz, hayırlara vesile olacağına dair inancımın sonsuz olduğu, bu kutlu görevi yerine getirip, size şişecikle sunuyorum. Umarım yardımım dokunmuştur. İsminizi daha önce hiç duymamış olmama rağmen, sizi daha önce tanıdığıma olan inancım da sonsuzdur. Uçan ruhunuzun taşıdığı mavi ışık, bana eski ruhumu hatırlattı. Ne yazık ki yanımızda olmayan bir ruh.
Şişeciğin içinde Yavannnanın şarkısı, benim de göz yaşlarım bulunmaktadır. Nasıl kullanılacağı size kalmış.
Bu kutsal göreviniz için babamıza her gün dua edeceğimi, size belirtmek isterim. Kardeşlerimin dediği gibi, ışık daima yolunuzu aydınlatsın.
Mektubu tekrar ipek kılıfına koyan Melkor, Myrjalayla gece boyunca, onun yaptığı seyahatler hakkında konuştu. Valinor kentinin güzelliklerini dinlerken, öfkesine mani olamıyordu. Myrjalaya belli etmek istememesine rağmen, öfkesi gözlerinden okunuyordu.
- Burayı da öyle bir yer yapmak elimizde, uçan ruhum.
İçinden daha önce yaptığım yanlışlara dönmemeliyim diye geçiriyordu. Üç çağ boyunca hapis kaldığı büyük esaretten sonra, gördüğü Valinor kentine, inanılmaz bir kıskançlık beslemişti. Bu öfkesinin daha da büyümesine neden olan bir kıskançlıktı. Aynı hataya tekrar düşmek istemiyordu. Gülüyordu, kendisinin bile öğreneceği çok şey vardı...
Sabah erkenden kalkıp dışarıya çıkan grupta, Gargas, Flüt, Jurasim ve Efendileri vardı. Kristal şişeciği açan Melkor, çıkan muhteşem koku sayesinde kendinden geçmek üzereydi. Şişeciğin içine bakan Melkor, ona bakan bir çift simsiyah göz gördü, beyaz gözbebekleriyle beraber. Muhteşem gözlerdi, Kraliçe Niennanın gözleriydi bunlar. Öfke savaşından sonra, zaman dışı boşluğa hapis olunurken, yine bu gözlere bakmıştı. Gözleri dolmaya başladı Melkorun. Yaratıldığından beri ilk defa ağlıyordu. Bu kömür gözler ona bir başka bakıyordu. Gözünden düşen tek bir yaş ağır ağır şişeciğe düşmeye başladı. İnanılmaz derecede yavaş ilerliyordu yaş. Şişeciğin içine girdi ve görüntü bulanıklaşıp kayboldu. Kendine zor gelebildi, etrafındakiler ona şaşkın bir şekilde bakıyordu.
Daha yeni doğmaya başlayan güneş, Melkorun gözlerine yansıdığında onu kendisine tamamen getirmişti. Şişeciğin bir kısmını yavaşça yere dökmeye başladı. Garip suya benzeyen sıvının dökülmesiyle, yerden gümbürtülerin duyulması da bir oldu. Ayaklarını alttan bir şeyin zorladığını hisseden Melkor, yerden çimlerin bitmekte olduğunu gördü. Yerde çimler bitiyor, havada gölgeler çekilip yerini ışığa bırakıyor, Rhûn denizine doğru ilerleyen yeşillik denize ulaştığında ise denizin koyu gri gözüken suyunu maviye dönüştürüyordu. Tüm bu gördükleri hayran olası olaya tanıklık eden grup şaşkınlıktan ne yapacaklarını şaşırdı. Bu gördüğü şeyin bir rüya olup olmadığını merak etmek için yere çömelen Flüt çimlere eliyle dokunuyordu. Etraftan sevinç çığlıkları yükseliyordu. Daha az önce çorak olan topraklar, şimdi verimli yemyeişl bir hal almışlardı. Lakin, yerin derinliklerindeki gürültüler hala devam ediyordu ve şiddetlenmeye başladı. Hemen önlerindeki alandaki toprağın havaya kalktıklarını gördüler. Daha fazla basınca dayanamayan toprak etrafa saçılmaya başladı ve içinden devasa büyüklükte bir ağaç çıkıkıyordu. Bunu diğer basınç uygulanan topraklar izledi ve böylece en azından yüzlerce ağaç çıkmıştı toprağın altından. Şaşkınlıklarından olsa gerek kimse konuşamıyordu. Melkor, ise yaratıcısına olan dualarını okumaya devam ediyordu. Daha yeni farkına varmışlardı, ağaçların dallarından sarkan meyvelerin. Çeşit çeşit meyveler süslüyordu kadim ağaçları. Melkor, yerden bitme en yakın ağacın gövdesine baktı: gövdesine belegûr ismi işlenmiş ve entçe bir takım kelimeler yazılıydı. Entçe yazıyı okuduktan sonra anlamıştı. Bunların büyük yangından sonra kaçan ent hanımları olduğunu. Hepsi onun yüzünden bu dünyadan göçmüş, yine onun sayesinde geri gelmişti. Kaybolan ent hanımları kendilerine korunaklı yer olarak toprağın altlarını seçmişlerdi. Burası sizinde eviniz bundan sonra dedi ve kalbindeki rahatlama bir nebze olsun biraz daha artmıştı. Bir günahını daha temizlemişti, kraliçesinin yardımıyla.
***
Nihayet Ezessar, yanında onu aşkın cüce ile beraber geliyordu. Cücelerin saçları beyaz ve örgülüydü. Yanlarında silah olarak, en iyi kullandıkları savunma aracı olan ve düşmanlarını ürküten baltayı taşıyorlardı.
- Merhaba cüce yandaşlarım diye selam verdi Melkor.
- Sana da merhaba Rhûn diyarının kralı Darkmenathar efendi. diye cevap verdi, büyük ihtimalle liderleri olan cüce. Üzerinde gümüşten bir zırh vardı. Yüzünden, oldukça yaşlı olduğu anlaşılıyordu Siyah gözleri, beyaz ve kalın kaşlarıyla iyi bir ahenk içindeydiler. Adım, Cüceşah. Bana bu ismi layık görür, ahalim. dedi, yanlarındaki arkadaşlarına bakarak.
- Yoldaşınız Ezessar, size ne yapmanız gerektiği hakkında gerekli bilgileri vermiştir umarım.
- Pööhhh. Benim için çocuk oyuncağı olacak. Yapılması gereken yapıların çizimlerini görebilir miyim efendi. Unutmadan söyleyeyim, yoksa içimde kalacak. Tanıdığım en şakacı ilk ve tek ork askeriniz, Ezessar. hıhıhıhı. Bir saniye, bir saniye, yüce Durin adına, bu gördüklerim gerçek olamaz dimi? Yoksa gözlerim yaşlılıktan kahverengiyi yeşil mi görmeye başladı... Aule babamız adına, sanki çorak toprakların üstü yeşil bir halıyla kaplanmış gibi. Ağaçlarınızda mükemmel odun sağlıyordur. Kalitesi tartışılmasa gerek.
- Ağaçlar buranın gerçek sahipleridir, cüceşah. Onlara balta vurmak isteyen kişi, en baş beni öldürmelidir, güven bana. Cecenin yanından ayrılan Melkor, söylediklerini tasdikler gibi Unutmadan son söylediğim de çok ciddiydim. Ezessar misafirlerimize gerekli her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlat. diye uyarıda bulundu.
- Bir şey daha sorabilir miyim efendi ? diye arkasından seslendi cüceşah. Cebinden, Ezessardan alıp, bazılarını yanında getirdiği mücevherleri ona gösterip bunları nereden buldunuz, çok kıymetli şeyler. Daha önce böyle bir taş görmemiştim. Bunun birisiyle isterseniz, tüm bir kasabayı alabilirsiniz. Bakarsınız, ileride krallığı bırakıp. Kafayı dinlemek isteyebilirsiniz yani !!!
- Elindekiler, bir halkın uğrunda feda olduğu mücevherlerdir. Valanın, güzelliğinden onlara sahip olmak için masumların canına kıydığı mücevherlerdir, iyi sahip çıkın diye cevap verdi çenesi düşük ve sempatik ihtiyar cüceye Melkor.
Elinde öylece mücevherle kala kaldı, ta ki oğlu baba kendine gel diye dürtünceye kadar. Efendiniz çok dertli anlaşılan ama güvenilir bir..., neyse biz işimize bakalım. Bizi ilgilendirmeyen konular, bastığımızda kokmaya başlar. Derin bir oh çekip işe yumuldu.
***
(NOT: Bazı yerlerde değişiklik yaptım. Örneğin Ezessar ile Melkor arasındaki baba-oğul ilişkisini kaldırıp, normal olduğu şekliyle yansıttım)
"
|
| |
Oturum Aç
|
Henüz bir hesabınız yok mu? Yeni bir tane yaratabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yöneticisi, yorum yönetimi ve kendi adınızla yazı girişi gibi imkanlardan faydalanabileceksiniz.
|
|
"Hikayeler: 5 Bir İmparatorluğun Temelleri" | Oturum Aç/Yeni Hesap Yarat | 12 yorum |
| Yorumlar gönderene aittir. İçeriğinden hiçbir şekilde site ve site yönetimi sorumlu tutulamaz. |
Re: 5 Bir İmparatorluğun Temelleri (Puan: 1) Gönderen Alakazar (mertceduygun@msn.com) Tarih: Nisan 02, 2003 - 15:40:35 (Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder) http://mertduygun.sitemynet.com/sinema/ | Bu bölüm de diğerleri gibi harika olmuş ama analamadığımiki şey var.
-Melkor ''kanaını taşıdığın atan zamanında Melkorla çarpışan bir elfti'' sözüyle ne kastediliyor(garagas ile Fingolfinin ne alakası var)
- Melkor neden kendi kimliğini giziliyor. |
[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]
Re: 5 Bir İmparatorluğun Temelleri (Puan: 1) Gönderen Aldueren (aldueren@yahoo.co.uk) Tarih: Nisan 02, 2003 - 19:52:19 (Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder) | Selam,
Hikayende bana en ilginç gelen kısım herkesin elfleri, hobbitleri ana karakter olarak alırken senin orkları alman oldu. Kendime bir özeleştiri yapacağım; Silmarillion'u tam olarak okumaya vaktim olmadığı için bazı yerleri anlamakta güçlük çektim açıkcası. Kitabı bitirdikten sonra sanırım bazı noktaları daha iyi anlayabileceğim. Şiirsel anlatımın çok hoş. Tebrikler
Alduéren
|
[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]
Re: demek ORCH-RHÛN İMAPATORLUĞU! (Puan: 1) Gönderen ELENTARY (elentary@mynet.com) Tarih: Nisan 03, 2003 - 10:13:33 (Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder) | açıkçası bugün eleştirilerden başladım öyle gidiyorum galiba cihan...alınmak yok ama!
şimdi ilk aklıma gelen niennanın gönderdiği şişeden akan gözyaşlarının ortaya çıkardığı ağaçların kesilmesi ile ilgili bir şey geçiyor orada.ve melkor o ağaçların kesilmesine asla izin vermem diyor ama daha iki gün önce yurtlarını inşa ederken su kanalları için rhun kıyısındaki ağaçları oyarak boru yapmamışlar mıydı? Onlar ağaçta;onlar değil mi?
Mesela mavi ışık melkorun simgesi oldu hikayende..ama silmarillionda dikkat edersen mavi gözleri ve elbisesiyle ;ayrıca mavi safirden saltanat asası ile tasvir edilen manwedir.(ayrıca manwenin göklerin,havanın,rüzgarın efendisi olması dolayısı ilede maviyle simgelenmesi gereğidir) bu durumda melkor hala manweye rakip olmaya çalışıyor gibi hissettim bi an.ama sonuçta onlar erunun düşüncesinde kardeşti,bu durumda idare eder dedim.....
İşte böyle ......ama sabah sabah bunlarla sıkmamayım seni.(ama söyleyeyim,ne olursa olsun varda valierin en güzelidir unutma: )
Hikayen değişik yerler doğru açılıp gidiyor ....güzelde gidiyor...özellikle flüt ve gözümden kaçan lokumdal en güzel iki şeyden biri bence.....sanırım ben bu hikayede flüte odaklanacağım.....ve onun maceralarını merakla bekleyeceğim....
Söz verdiklerim aklımda ;ilerliyor...tamam mı...: )
|
[ Anonim kullanıcı iseniz, lütfen kayıt olun ]
|